diorex
sampiyon

Miraç Kandili nedir? Miraç Gecesinde ne oldu? Miraç ile ilgili ayetler ve hadisler

Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Miraç Gecesidir. Peki Miraç gecesinde neler yaşanmıştır? Miraç hadisesi nedir? Miraç Kandili'nin İslam'da yeri nedir?

  • 27.02.2022 15:07
Miraç Kandili nedir? Miraç Gecesinde ne oldu? Miraç ile ilgili ayetler ve hadisler

Miraç bir yükseliştir, bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Resulullahın (a.s.m.) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur.

MİRAÇ HADİSESİ NEDİR? AYET VE HADİSLERLE MİRAÇ GECESİ

Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur’ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur’ân’da şöyle anlatılır:

Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i  Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya seyahat  ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir. (İsra Suresi, 1)

Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle’ anlatılır:

O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O'nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O'nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü. (Necm Suresi, 7-18.)

Peygamber Efendimiz Allah Teâlâ'yı miracda gördü mü, gördü ise bu nasıl  bir görmedir, Peygamber efendimiz ile Allah Teâla arasında bir perde  olduğu bu perde aradan kalkınca Peygamberimizin Allah Teâlayı gördüğü ve  dayanamayıp bayıldığı, Allah Teâla ile konuştuğu, hatta Allah Teâla'nn  Peygamber Efendimize Hazreti Ebubekir'in sesi ile hitab ettiği,  Peygamber efendimize namazın farz olanı elli rekat olarak bildirildikten  sonra Hazreti Musa (aleyhisselâm) ile olan konuşması ve namazın beş  vakte indirilmesi hususunda Peygamberimizin Hazreti Musa (aleyhisselâm)  ile Allah Teâla arasında gidip gelmeler sonunda namazın beş vakte  indirildiği anlatılmakta. Biz Mirac bahsinde Allah Teâla'yı nasıl tenzih  etmemiz lazım ve bu anlatılanları nasıl anlamalı ve nasıl iman  etmeliyiz?

Cevap:

Rahmet Peygamberi'nin (s.a.)  miracı eşsiz bir mucizedir; mucize olduğu için de insanların bilgi  araçları ile bilmeleri, tecrübe etmeleri mümkün olmayan tarafları  vardır. Miracın ruh ve beden beraberliği içinde mi yoksa yalnızca ruh  ile mi, rüyada mı uyanık iken mi, bir kere mi birden fazla mı olduğu,  miracda Resûlullah'ın Rabbini görüp görmediği gibi konular eskiden  tartışıldığı gibi bugün de zaman zaman tartışma konusu olmaktadır. Bu  sebeple yukarıdaki soruya, üç arkadaşımla beraber hazırladığımız ve  yakında Diyanet İşleri tarafından basılacak olan Kur'an Yolu isimli  tefsirimizden de geniş alıntılar yaparak uzunca bir cevap vermek  istiyorum.

Hz. Peygamber'in Mekke'deki Mescid-i Haram'dan Kudüs'teki  Mescid-i Aksâ'ya götürülmesi şeklinde gerçekleşen olağanüstü olay İslâm  kaynaklarında, âyet metnindeki ilgili fiilin mastarı olan ve "geceleyin  yürüme, gece yolculuğu" anlamına gelen isrâ kelimesiyle anılır. Bu  yolculuğun, hadislerde anlatılan göklere yükseltilme safhasının da dahil  olduğu tamamı ise "yükselme, yukarı tırmanma" anlamındaki "urûc"  kökünden türetilmiş olan ve "yükselme vasıtası, âleti" manasına gelen  mi'râc kelimesiyle ifade edilmektedir. İsrâ suresinin ilk âyetinin meali  şöyledir:

"Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye  kulunu Mescid-i Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya  götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten işitendir,  görendir."

Hz. Muhammed'in peygamber oluşuyla başlayan,  putperestlerin müslümanlar üzerindeki baskıları, Peygamber ailesiyle az  sayıdaki müslümanlara karşı muhtemelen risâletin altıncı yılında  başlayıp üç yıl süren ve büyük acılar getiren ekonomik ve sosyal boykota  dönüştü. Bu boykotun ardından Resûlullah, kısa aralıklarla sevgili eşi  Hz. Hatice ile amcası ve hamisi Ebû Talib'i kaybetti. Resûlullah'ın bu  kayıplardan duyduğu büyük üzüntü sebebiyle bu yıla "hüzün yılı" denildi.  İşte bu acılı olayların ardından Yüce Allah, bir bakıma sevgili  Resûlünü, sabır ve tahammülü dolayısıyla hem teselli etmek hem de  ödüllendirmek istedi ve bunun için genellikle mirac diye anılan büyük  mucizevî olayı gerçekleştirdi.

Yukarıda mealini verdiğimiz, İsrâ  sûresinin 1. âyeti ile Necm sûresinin ilk âyetleri mirac olayına işaret  etmektedir; aynı konuda hadis mecmualarında da 45 kadar sahâbî  vasıtasıyla bizzat Hz. Peygamber'den bilgiler nakledilmiştir. Ancak  özellikle bu hadislerdeki ayrıntılı malumat değişik yorumlara yol açacak  nitelikte olduğu için miracın tarihi ve nasıl cereyan ettiği hakkında  farklı bilgiler verilmiştir. Yaygın kabule göre mirac, peygamberliğin  12. veya 13. yılında (Muhammed Hamîdullah'a göre hicretin 9. yılında;  bk. İslâm Peygamberi, İstanbul 1972, I, 92) vuku bulmuştur. Konuyla  ilgili çok sayıda hadis bulunmakta olup özellikle Buhârî'nin  el-Câmiu's-sahîh'inde ("Salât", 8; "Bed'ü'l-halk", 6; "Mi'râc", 42;  "Tevhid", 37) yer alan hadislere göre bir gece Hz. Peygamber Kâbe'nin  avlusunda (diğer bazı rivayetlerde amcasının kızı Ümmühânî'nin evinde)  "uyku ile uyanıklık arasında bir durumdayken" Cebrâil yanına geldi,  göğsünü açarak kalbini zemzemle yıkadı, sonra Burak denilen bir binek  üzerinde onu göklere yükseltti (Başka bazı rivayetlere göre Hz.  Peygamber önce Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya götürüldü). Semanın birinci  katında Hz. Âdem, ikinci katında Hz. İsa ve Hz. Yahya, üçüncü katında  Hz. Yusuf, dördüncü katında Hz. İdris, beşinci katında Hz. Harun,  altıncı katında Hz. Musa, yedinci katında ise Hz. İbrahim ile görüştü.  Kur'an'da "sidretü'l-müntehâ" (hudut ağacı) denilen ve bir görüşe göre  (bk. Şevkânî, V, 124) yaratılmışlarca bilinebilirlerin son sınırını  işaretlediği kabul edilen hudut noktasının ötesine Cebrâil'in geçme  imkanı olmadığı için Hz. Peygamber, Refref denilen bir araçla tek başına  yükselmesini sürdürdü. Bu sırada kendisine evrenin sırları, varlığın  kaderiyle hükümlerin tesbiti için görevli meleklerin çalışmaları  gösterildi. Nihayet bir yoruma göre (bk. Şevkânî, V, 123) bir beşerin  beşer olma özelliğini koruyarak Allah'a yaklaşabileceği son noktaya  kadar O'na yaklaştı (Ancak -aşağıda açıklanacak- ağırlıklı yoruma göre  buradaki birbirine yaklaşma Cebrail ile Hz. Peygamber arasında olmuştur;  geniş bilgi için bk. Necm 53/8-9).

Kulun Rabbine selâm ve  ihtiramını arzettiği, Allah'ın da Peygamber'ine selâmla hitap ettiği ve  inananlara esenliklerin dile getirildiği "et-Tahiyyât" duasındaki  diyalogun mirac olayı sırasında gerçekleştiği kabul edilir. Mekandan  münezzeh olan Allah Teâlâ ile Kur'an'ın "âlemlere rahmet" olarak  gönderildiğini bildirdiği Hz. Muhammed arasında insan idrakinin  kavramaktan âciz olduğu bir şekilde gerçekleşen bu buluşma sırasında  Resûlullah'a, içlerinden günahkâr olanlar -eğer affedilmezlerse- bir  süre cehennemde cezalandırıldıktan sonra bütün ümmetinin cennete kabul  buyurulacağı müjdelendi; ayrıca kendisine bir hediye olarak Bakara  sûresinin "Âmene'r-resûlü..." diye başlayan son iki âyeti verildi;  İslâm'ın en temel ibadetlerinden beş vakit namaz emredildi. Bazı  rivayetlere göre miracdan dönüş sırasında kendisine cennet ve cehennem  ile buralarda bulunacak insanların durumları gösterildi. Nihayet semâdan  Kudüs'e indirildi, kendisini burada önceki peygamberler karşıladılar ve  onu kendilerine imam yaparak arkasında topluca namaz kıldılar. En  sonunda Hz. Peygamber Mekke'den ayrıldığı noktaya getirildi. Yine  Buhârî'deki rivayetlerin birinin sonunda ("Tevhid", 37; Taberî, XV, 5)  "Peygamber uyandı ki Mescid'i Haram'dadır" denilmektedir.

Söz konusu  hadislerin baş kısmında miracın Hz. Peygamber "uyku ile uyanıklık  arasında" bir durumdayken başladığı, uyandığında kendisini Mescid-i  Haram'da bulduğu şeklindeki ifadeler dolayısıyla bu olayın bedenle  gerçekleşen bir yolculuk mu olduğu, yoksa bunun bir tür rüyada vuku  bulan ruhanî bir durum mu olduğu hususunda erken dönemden itibaren  tartışmalar yapılmıştır (meselâ bk. Taberî, XV, 5; İbn Kesîr, V, 40-41).  Biri uykuda diğeri uyanıkken olmak üzere iki miracdan bahsedildiği de  olmuştur. Müfessirlerin çoğunluğu miracı Hz. Peygamber'in hem bedeni hem  de ruhuyla uyanıkken yaşadığı bir olay olarak düşünmüşlerse de onun  uykudayken veya uyanık olarak fakat sadece ruhen yaşanmış bir hadise  olması da değerini ve önemini azaltmaz. Çünkü genel bir ilke olarak  vahiy yollarından birinin de rüya olduğu kabul edilir. Nitekim bu  sûrenin 60. âyetinde mirac olayı kastedilerek "sana gösterdiğimiz  rüya..." şeklinde bir ifade yer almaktadır. Buradaki rüya kelimesinin  uyanıkken görme anlamına gelebileceği gibi bundan uykuda görülen rüyanın  kastedilmiş olabileceği de belirtilmektedir (meselâ bk. Taberî, XV,  110; İbn Âşûr, XV, 146). Ayrıca Hz. İbrahim de oğlu İsmail'i kurban etme  emrini rüyasında almıştı (Sâffât 37/102). Ancak, mirac Hz. Peygamber'in  tamamen mucizevî bir tecrübesi olduğundan onu illâ da aklın kalıpları  içinde açıklamanın gerekli olmadığı muhakkaktır. Taberî'ye göre Allah,  kulunun ruhunu değil, mutlak bir ifadeyle kulunu geceleyin götürdüğünü  ifade buyurduğuna göre "Peygamber sadece ruhuyla miraca çıkmıştır"  diyerek âyetin anlamını sınırlamaya hakkımız yoktur (XV, 26).

"1-2-  İndiği sırada yıldıza andolsun ki bu arkadaşınız ne sapıtmış ne de eğri  yola gitmiştir. 3- Kişisel arzularına göre de konuşmamaktadır. 4- O,  kendisine indirilmiş vahiyden başka bir şey değildir. 5-7- Onu, çok  güçlü, üstün niteliklerle donatılmış biri öğretti. O, ufkun en yüce  noktasındayken asıl şekliyle göründü. 8- Sonra yaklaştıkça yaklaştı. 9- O  kadar ki iki yay kadar hatta daha yakın oldu. 10- (Allah) kuluna ne  vahyettiyse vahyetti. 11- Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı. 12- Şimdi  siz şüpheye düşüp gördükleri hakkında onunla tartışmaya mı  kalkışıyorsunuz! 13-14- Andolsun ki onu bir başka iniş esnasında da  Sidre-i Müntehâ'nın yanında gördü. 15- Ki onun yanında huzur içinde  kalınacak cennet vardır. 16- O an Sidre'yi bürüyen bürümüştü. 17- Göz ne  kaydı ne de hedefinden şaştı. 18- Hiç kuşkusuz o, Rabbinin âyetlerinden  en büyüğünü görmüştü" (Necm: 1-18).

18. âyetteki "Hiç kuşkusuz  o,... görmüştü" anlamındaki cümlede öznenin Hz. Peygamber olduğu  açıktır; fakat onun neyi gördüğünü şu mânalardan biriyle açıklamak  mümkündür: a) Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü, b) Rabbinin en büyük  âyetlerinden bir kısmını, c) Rabbinin en büyük âyetlerini gördü.  Bunlardan ilk mânayı tercih eden müfessirlerden bazıları bunu Cebrâil'i  görmesi şeklinde açıklamışlar, bazıları da Hz. Peygamber'in Rabbini  görmüş olması ihtimali üzerinde durarak bu konuyu geniş biçimde  tartışmışlardır. İbn Abbas'tan meşhur olarak nakledilen rivayette  Peygamber'in Rabbini gözüyle gördüğü belirtilirken, kendisine bu konuda  soru sorulan Hz. Âişe bu ihtimali reddetmiştir. İbn Mes'ud ve Ebû  Hüreyre'den meşhur olarak nakledilen rivayet de bu yöndedir. İslâm  âlimleri de bu rivayetleri Allah'ın zâtı, sıfatları ve görülmesine  ilişkin âyet ve hadislerle birlikte değerlendirerek iki eğilimi de  savunan açıklamalar yapmışlardır. Bazı âlimler de Peygamber'in Allah'ı  gözüyle değil kalbiyle gördüğü, Allah'ın zâtının değil sıfatının tecelli  ettiği gibi telifçi yorumlar ortaya koymuşlardır. Bu noktada  unutulmaması gereken bir husus da, anlatılan oluş ve tecellilerin cennet  gibi farklı bir âlemde, farklı varlık boyutunda, farklı şartlar içinde  gerçekleştiğidir; cennette ise her müminin Rabbini göreceği  bilinmektedir.

Büyük Tefsir alimi Elmalılı'nın, Necm suresinin  tefsirinde miracla ilgili yorumları verirken ara ara kaydettiği ve  önemli bulduğumuz kendi tercihiyle ilgili düşüncelerini şöyle toparlamak  mümkündür: Resûlullah, Cebrâil'i Kur'an'ın her inen parçası esnasında,  hangi sûrete girmişse öyle görüyordu. Gerçek sûretinde ise bir defa  Miraç'tan önce gördü, o vakit Cebrâil Resûlullah'a inmişti. Bir kere de  Miraç'tan inerken gördü, bunda Resûlullah Cebrâil'e doğru iniyordu ve  Cebrâil Sidre-i Müntehâ'nın yanında onu karşılıyordu. Hz. Peygamber  namaz konusunda birkaç defa inip çıkmış olduğundan 13. âyetteki  "nezleten uhrâ" tamlamasını "son bir iniş" şeklinde düşünmek daha  mânidar olur. Dolayısıyla ufukta istivâ etmeyi (doğrulmayı) Hz.  Peygamber'in kendisine yapılan talim (öğretme) üzerine nübüvvet ilminde  yükselip istikametini alması (en yüksek ufukta istivâ etmesi) şeklinde  anlamak uygun olur. Cebrâil'in talimi üzerine Resûlullah en yüksek  ufukta istivâ ile kalmamış, ondan sonra Allah Teâlâ'ya doğru  yaklaşmıştır. Bu durumda 8. âyetteki yaklaşmanın Resûlullah hakkında  olduğu, cezbe (çekme) mânası içeren "tedellâ" fiiliyle de onun  cezbedilmesinin yani aşağıdan yukarı doğru çekilip çıkarılmasının  kastedildiğini, dolayısıyla burada Mirac'a işaret bulunduğunu  söyleyebiliriz. 9 ve 10. âyetlerden de şu mâna çıkmaktadır: Mirac'ta  Allah'ın has kulu olan arkadaşınız Hz. Muhammed o istivâdan sonra  Rabbine öyle yaklaştı ki, her vâsıta ortadan kalktı yani Mirac'da  Cebrâil dahi vâsıta olmaksızın Allah Teâlâ kuluna her ne vahyetti ise  vahyetti. 18. âyetten, Resûlullah'ın, Cenab-ı Allah'ın rububiyetini  gösteren, mutlak egemenliği altındakilere ait hayretler uyandırıcı ve  söz kalıpları içine sığmayacak nice delilleri veya en büyük delili  gördüğü anlaşılmaktadır; şu halde bunun mahiyetini açıklamaya kalkmak  bizim haddimiz değildir. Âyette "Rabbini gördü" denmeyip "Rabbinin  âyetlerinden en büyüğünü gördü" buyurulduğuna göre bu ifadenin  zâhirinden O'nun zâtını gördüğü anlamı çıkmaz. Bu konuyu açıklarken  Râzî'nin kullandığı bir ifade bize başka bir mânayı düşündürdü: Rü'yet  (görme) en büyük âyet olunca burada "kübrâ"yı ("en büyük"ü) rü'yet ile  tefsir edebiliriz. Bunu da iki yönlü düşünmek mümkündür: a) Rabbinin  âyetlerinden yani mucizelerinden en büyüğü olan rü'yet mucizesini gördü;  âhirette ümmetinin göreceği gibi beni gördü demek olabilir. b) En büyük  âyet olan rü'yetin hakikatini gördü demek olabilir. Çünkü En'âm 6/103  âyetinde geçtiği üzere "basar"ın (görmenin) künhünü ve dolayısıyla  rü'yetin hakikatini Allah bilir. O halde rü'yetin hakikatini görmek,  -bir kudsî hadiste yer alan "... artık onun kulağı, gözü ve kalbi ben  olurum" ifadesiyle Enfâl 8/17 âyetinin mazmunu üzere- Allah Teâlâ'nın  Resûlullah'ta tecelli eden en büyük yakınlık âyet ve delillerinden olmuş  olur. Bu yoruma göre âyet-i kübrâ (en büyük delil) hakikat-i  Muhammediyye demektir. Biz de [Elmalılı], sözün akışı makam-ı  Muhammedî'nin açıklanmasıyla ilgili olduğundan, en büyük âyetin  hakikat-i Muhammediyye olduğu kanaatini taşıdığımızı belirtmek  istiyoruz. Çünkü maksat hangisi olursa olsun, âyetlerin en büyüğü veya  âyetlerden en büyüğünün onda tecelli etmiş bulunduğunda şüphe yoktur  (VII, 4570, 4574, 4576, 4577, 4579-4580, 4582-4583,4586, 4588-4589).

Mirac  olayını en sağlam kaynaklara dayanarak anlatan Hamîdullah Hoca'nın  dediği (geniş açıklamasını kitabından okumak gerekir) şudur: "Benim  acizane görüşüme göre miracın açıklanıp anlatılması, Allah'ın kullandığı  aynı şekil tavsif ve anlatımlarla yapılması gerekir. Kur'an ve  hadislerle verilen açıklamalara inanmak ve bunlarda, ahiret aleminin ele  alındığı ve insan hayal gücünün hissedebileceği ve fakat ifade  edemeyeceği konulardan bahsedildiği daima hatırlarda tutulmalıdır. Mühim  olan bir insanın Allah'a doğru yücelişi, yükselişidir... bunun  nasıllığı ve nerede cereyan ettiği değildir. Bu mucize tamamen  ruhî-manevî alanda cereyan etmiş bir olaydır ve bu olayın da tasavvufî  mânada olmak üzere açıklanıp ortaya konması icab eder, asla coğrafi ve  turistik bir seyahat olarak değil." (s.133, par. 249). "Miracı maddeten  ve fiilen bir yerden diğer bir yere gidiş, bir yolculuk olarak düşünmede  ısrar eden evvelki ilim adamlarına hürmetimiz bakidir..." (s. 143,  par.259).

Büyük mutasavvıf İmâm-ı Rabbânî miracı şöyle anlatıyor:  "O'nun (s.a.) mirac gecesinde Rabbini görmesi, dünyada değil, âhirette  vaki olmuştur. Çünkü O (s.a.), mirac gecesi mekan-zaman dairelerinin  dışına çıkınca ve imkân âleminin darlığından kurtulunca ezel ve ebedi  bir an olarak buldu, başlangıç ve sonu bir nokta olarak gördü..." (C. I,  283. mektup).

SÜLEYMAN ÇELEBİ - MEVLİDİ NEBİ'DE MİRAÇ OLAYI

Süleyman Çelebi'nin eşsiz eseri Mevlid'inde okuyup  dinlediğimiz mirac olayı, buraya kadar anlattıklarımızın, taklit  edilemez güzellikte yapılmış bir özeti gibidir:
Bir fezâ oldu o demde rû-nümâ

Ne mekan var anda ne arz ü semâ (öyle bir âlem ki, orada yer, gök ve mekan yok)

Kim ne hâlîdir ne mâlî ol mahal (O yer ne dolu, ne de boş)

Akl u fikr emez o hali fehm ü hall... (Akıl bu hali anlayamaz ve çözemez)

Şeş cihetten ol münezzeh Zü'l-celal

Bî-kem ü keyf ana gösterdi cemal

(Altı yönden münezzeh celal sıfatlı Allah ona, nicelik ve nitelikten öte bir lutufla cemalini gösterdi).

...

Âşikâre gördü Rabbü'l-izzeti

Âhirette öyle görür ümmeti

Bî-hurûf ü lafz u savt ol Padişâh

Mustafâ'ya söyledi bî-iştibâh

(Harf ve ses olmaksızın Allah, Mustafâ'ya, şüphesiz olarak konuştu, söz söyledi).

Âhirette  (cennette) Muhammed ümmeti de Allah'ı görecek, Allah miracda Peygamberi  ile, bizim bilmediğimiz, madde ve maddi araçların arada olmadığı bir  mahiyyete konuştu, işte bunun gibi yine bizim bildiğimiz ve anladığımız  "görme"ye benzemeyen ve mahiyeti ondan farklı olan bir görme ile,  dünyadan başka bir âlemde Rabbini de gördü. Allah ona bu kabiliyeti  lütfettiği için bayılma filan da olmadı.

Mi'rac Hz. Peygamber'e  büyük bir ihsan, eşsiz bir armağandır; ümmetinin de bundan büyük bir  nasibi vardır. Mi'rac gecesi Hz. Peygamber'i, başta mirac olmak üzere  genellikle mucizeleri, o gece armağan edilen namaz ibadetinin önemini,  İsra sûresini ve orada geçen dini, ahlaki hükümleri anmak, anlatmak,  temsil etmek elbette yararlıdır ve yapılmalıdır. Ancak gerek bunları ve  gerekse başka meşru şeyleri yapmak "miraç gecesine mahsus" bir sünnet,  Hz. Peygamber'in örnek olarak yaptığı bir ibadet değildir; böyle  anlaşılırsa dine ekleme (bid'at) yapılmış olur.

Yorum Yaz