AKDENİZ Kültüründe Kız İsteme, Söz Kesme, Nişan, DÜĞÜN Kültürü / 2024 Düğün Gelenek görenekleri
Türkiye'nin her bölgesinde olduğu gibi Akdeniz bölgesindeki illerde, illerdeki ilçelerde, ilçelerdeki köylerde de farklılık gösteren düğünlerde her yıl binlerce çift, kendine has gelenekleri de yerine getirerek evleniyor. Her yörenin kendine has evlilik gelenek ve görenekleri var... İşte Akdeniz Bölgesindeki gelenek ve görenekler
Adana, Antalya, Burdur, Hatay, Isparta, Mersin ve Osmaniye illerinde dünden bugüne değişiklik gösteren evlilik, düğün, nişan, kız isteme, söz isteme gelenekleri her ne kadar modernize edilmiş olsa da hala devam ediyor.
KIZ İSTEME: Kız istemeye evlenme çağına gelen oğlan için anne babası ve tanıdıkları çevrelerinden kız aramaya başlarlar. Eğer oğlanın beğendiği ve seçtiği bir kız varsa iş daha da kolaylaşır. Kara verilip fikir birliği sağlanırsa kız isteme hazırlıkları başlar. Kız evine gidilecek gün haber verilir. Oğlan evinin sözcülüğü üzerine alan kız evine gider. Ekseriyetle kız istemeye Perşembe, Pazar günleri gidilir.
Kızın büyüklerinden biz münasip gördük sizde münasip görürseniz Allah'ın emri Peygamber in kavli ile kızınız Azra'yı oğlumuz Selahaddin'e istiyoruz. Kız tarafı da kendi aralarında konuşmak amacıyla süre ister. Bir süre sonunda oğlan tarafı kız evine gider, kız evi gönüllü ise ağız tadı niteliğinde çay, kahve vs. tatlı ikramında bulunur. Eğer gönülsüz ise ikramlar şekersiz olur, gelenlerin istenmediklerini belirtmek amacıyla ayakkabıları dışarıya atma içlerine su ve acı biber koyma vs. şeyler koyma gibi gittikçe azalan görenekler uygulanır. Gönüllü taraflar arasında kızın oğlanı görmesi ve söz kesme günü de biraz geç vakitte kararlaştırılır. Kararlaştırılan gün kız ve oğlan tarafının davetli akrabaları kız evine toplanır. Söz kesimi ve şerbet içme denilen tören yapılır. Bu törende kız tarafı kızları için gerekli gördükleri takı, giysi,ve eşyaları oğlan evinden isterler. Mutakıp kalıncaya kadar konuşulur, sonunda nişan günü kararlaştırılır. Söz kesiminde davetlilere pirinç pilavı, baklava ikram edilir.
NİŞAN: Söz kesiminden sonra kararlaştırılan güne kadar oğlan evi "Nişan kofası" denilen süslü ve içerisine kararlaştırılan takıların, giysilerin vs. eşyaların konulduğu kofa hazırlanır, bazı nişanlar sade olarak iki aile arasında yapıldığı gibi güldürümlü denilen gösterişli nişanlarda yapılmaktadır. Kız evine ait hazırlanan kofa gönderilir, kız evi de nişandan sonra kofa karşılığı oğlana ait giysilerle birlikte baklava, susam helvası, leblebi vs. gibi şeylerle oğlan evine gider. Buna nişan karşılığı denir.
Evlerde veya salonlarda yapılan nişanlar oğlan evi tarafından alınan nişan yüzükleri kırmızı kurdela ile birbirine bağlanır. Kız ve oğlan tarafları ve davetliler tören yeri salonda ise salona giderler, nişanlanacak kız güzel giysilerle yüksek bir yere oturtulur. Bayanlar arası sazın eşliğinde oyunlar oynanır, törenin sonunda kaynana kıza nişan yüzüğünün ve hediyesini takar. Kızı oyuna kaldırır. Bütün dost ve akrabalar, hediyelerini kıza takarlar, nişanlı kız takı ve paralarla bezenir. Hediyelerin kimler tarafından takıldığı bilinir. Nişan evde yapılacaksa davetliler kız evine gider, yapılan pirinç pilavı, baklava, limonata vs. yiyecek ve içecekler ikram edilir. Kız ve oğlan güzel giyinmiş halde ortaya çıkar. Uygun görülen seçkin bir kişinin kısa konuşmasından sonra yüzükler takılır. Kız ile oğlan davetlilerin elini öperler. Lokum sigara ve kolonya dağıtılır. Kız ve oğlana davetliler tarafından hediye ve para takılır. Hediyelerin kimler tarafından takıldığı mutlaka belli edilir. Zamanı gelince karşılık vermek adettir. Düğün hazırlıkları yapılır tarihi belirlenir.
DÜĞÜN: Nişandan sonra tüm hazırlıklar biter davetliler belirtilen günde belirtilen yerde toplanırlar. Son günlerde Cumartesi-Pazar, Perşembe akşamı yapılan 3-4 saatlik (balo ve bayanlar arası) düğünden sonra kız oğlan evine gider. Böyle düğünlerde de girişte lokum, kolonya, sigara ikram edilir. Saz eşliğinde oyunlar oynanır, nikah memuru tarafından nikah yapılır. Gelin damat oyuna kalktığında hediye ve takılar takılır. Düğün sonrası takı takanlara kız evinde kız evinde hazırlanan bohçalarla karşılık verilir. Köylerde düğünler, pazartesi öğle başlar, Perşembe akşamı biter şehir merkezlerinde ise Cuma öğle başlar, Pazar akşamı biter. Düğün öncesi (urba) denilen eşya, giysi ve takı alınır. Bu arada nikah yapılır.
Davetliye veya oku denilen bardak, kibrit, havlu, mendil, yazma vs. hediyelerle tanıdıklar davet edilir. Düğün evini belli etmek üzere dua ile bardak asılır. Köylerde gençler tarafından bir gün önceden (keşkeklik) buğday dövülür. Düğün evinde yemek yenir. Bu ilk güne düğünün " Bayrak veya yük günü" denir. Aynı gün oğlan evinin eşyaları takıları kız kız tarafına alınan hediyeler (ağırlık) kız tarafının ihtiyacı olarak odun, bazı yiyecek maddeleri, süslenmiş koç, keçi bir araca yüklenerek saz eşliğinde tüm davetlilerle birlikte kız evine götürülür. Kız evince karşılanan misafirlerden giyecek kolisi ile koç veya keçiyi getirene hediye verir. Konuklara yemek veya şerbet verilir. Kız evinden birkaç kişi kızın eşyaları ile birlikte kızın yeni evini döyemek üzere gelin evi döşemeye giderler. Buna ev döşeme denir. Oğlan tarafı kız tarafından gelenleri ağırladıktan sonra uğurlar. Salı ve Cuma akşamları oğlan evinde oğlan kınası yapılır.
Yakılan meydan ateşinin etrafında yenilir, içilir, oynanır. Kadınlarda ayrı bir yerde düğün ederler. Çarşamba ve Cumartesi günü kız kınası yapılır, oğlan evi misafirleriyle akşam kız evine gider, aynı gün öğleden sonra kız süslenir başı örülür veya kuaföre gider. Buna (başörme) denir. Gelen misafirlere yemek verilir. Erkek veya bayanlar ayrı yerlerde düğün kurarlar. Damat kızı koluna takarak bayan düğünü yerine alkışlar arasında getirir, karşılıklı oynarlar gelini bırakarak erkek düğününe döner. Bayanlar arası düğünde kız ve oğlan evi ayrı ayrı oyuna kaldırılır, düğün sonuna doğru gelin kaldırılarak oynatılır. Para takılır hazırlanan tepsiye kına mumlar yakılır. Gelinin etrafında türküler söylenerek dönülür, geline kaynananın eli öptürülür, gelini ağlatmak için çeşitli maniler söylenir.
Avlumuzun günden yanını deldiler
Koyun gibi, kuzu gibi avlumuza doldular
Hani benim kızım nereye gitti diye sordular
Ağlama gelin ağlama, bu gece misafirsin bize
Gel bak anası gel bak kızın gelin olmuş gidiyor
Gel bak babası gel kızın gelin olmuş gidiyor
Gel bak ağabeyi gel kızın gelin olmuş gidiyor
Gel bak halası gel kızın gelin olmuş gidiyor
Biner atın iyisine
Gider yolun goyusuna
Selam edin dayısına
Gız anam gınan gutlu olsun
Gız anası, gız anası
Hani bunun öz anası
Gızın gelin olmuş gidiyor
Gız anam gınan kutlu olsun
Geline önce kız evi sonra da oğlan evinden takılar takılır, hediyeler verilir. Oğlan evinin hediyeleri liste yapılır sonra kız evinin hazırladığı bohçalarla cevap verilir. Düğün bittikten sonra gelin kız evine gider, kınası yakılır ve kınası yakıldıktan sonra gelinin arkadaşları eğlenceye gece de devam ederler. Gelin geceyi arkadaşlarıyla geçirir. Ertesi günü Perşembe veya Pazar gelin giydirilir orta yere oturtulur. Öğleden sonra gelini almaya gelen kişiler, ayakkabı, ceket, vs. giyecekleri çıkarmadan girerler. Çünkü gelinin yakınları olarak hediye karşılığı verirler.(bir adettir mehel olan) diye çağrılan kızın yakınları ellerini öptürerek vedalaşırlar. El öpme işi bitince imam tarafından dua edilir. Damada götürmek üzere yüksek bir yerden gençlerin içine seccade atılır, boğuşmalardan sonra seccadeyi alan damada götürür., bahşişini alır.
Gelin damat veya babası, kardeşi tarafından evden çıkarılır, hazırlanan arabaya bindirilir. Kalan eşyaları da konarak yola çıkarılır. Oğlan evince düğün sırasında hizmet eden gençlere ergenlik adı verilen bahşiş verilir, bu parayla gençler kendilerine ziyafet çekerler. Gelin oğlan evine giderken yolu kesenlere para verilir, gelin arabası hareket ettiği zaman su serpmek, şişe kırmak adettir. Gelin eve gelince arabanın kapısı açılmıyor diyerek şoföre bahşiş verilir. Gelin arabadan inmeden önce oğlanın yakınları tarafından indirmelik adıyla para ve çeşitli hediyeler verilir. Gelin damat tarafından indirilir, damat ile gelinin başına buğday veya leblebi şeker para karışımı serpilir. Çocuklar tarafından toplanır.
Damat evinin kapısında davar kesilir, kanın üzerenden gelin geçirilir. Batıllaşmış ve bazı yörelerde uygulanan gelinin iyi huylu olması isteği ile (kaynananın ayağını öpme, koltuğunun ayağının altından geçme, eşik öpme vs.) gibi adetlerde uygulanır. Damat gelini odasına götürür, duvağını açar, hoş geldin der ve görümlüğünü takar, tekrar halkın arasına girer, el öper, arkadaşları ile oynar, para takılır, eve katma yemeği yenir. Yatsı namazından sonra öğütlenir ve yumruklamalar arasında gelinin odasına gönderilir. Evde sözü geçer olma inancıyla gelin damadın veya damat gelini ayağına basar, inanca göre basan ileride söz sahibi olur. Sabah gelin damat evdekilerin elini öper, Cuma ve Pazartesi günü öğleden sonra gelin yüzü veya duvak denilen eğlence tertip edilir. Böylece düğün bitmiş yeni yuva kurulmuş olur.
RENKLERİN DİLİ, GEÇMİŞİN SESİ YUVA EL İŞLEMELERİYLE YAŞIYOR
Bir ülkeyi veya bir şehri tanıtırken veya onun özelliklerinden bahsederken bazı belirli simgeler ortaya çıkar. Bu bazen turizm olgusu, bazen ünlü birkaç isim olgusu ve bazen ise geniş bir tarih olgusuyla kendini gösterir. Bu yazımda sizlere buram buram tarih kokan, kültür kokan izlenimlerimi anlatacağım. Bu kasabada isterseniz kendinizi çağdaş bir kentte hissedebilirsiniz veya isterseniz o bozulmamış Anadolu kentlerinden birinde yaşadığınızı zannedebilirsiniz. Belki bu durum size tezatlar zinciri gibi gelebilir fakat asla öyle değildir. Çünkü burası gelişen çağa ayak uydururken tarihine de sahip çıkmıştır. Bir çok evin duvarında eski el işlemesi halı ve kilimleri görebilirsiniz. Elbette sadece bu kadar değil çulu, sarı namazlığı, ekmek torbası, kızıl çuvalı, tuz torbası, terki heybesi, iyilik torbası, tarak çulluk, mutav, renk renk işlenmiş nakış örnekleri sizi yıllar öncesine götürür. Tüm bunlar sabrın, göz emeğinin ve insanın iç dünyasının güzelliğinin birer eskimeyen abideleridir. Bütün bunları seyrederken birden kulağınızı bir yanık türkü doldurur. Çünkü kaybolup giden birçok el emeğinden göz nurundan geriye sadece bu türküler kalmıştır.
Yörük yurdudur da bizim yurdumuz
Allı yeşildir de bizim ordumuz
Bir orduya yeter bizim dördümüz
İnce belden aşıp gelir ardımız.
ANONİM
Şimdi isterseniz Fatma nineye kulak verelim. Bize anlattıklarını dinleyelim. "Bak oğlum, bizler yıllardır bu topraklarda yaşadık ve yaşıyoruz. Bu topraklarla ağladık bu topraklarla güldük,bu topraklarla birlikte güneşin altında kavrulduk,biz ona bir verdik o bize bin verdi. Evdeki kaşığımdan mezarda olacak olan taşıma kadar her şey bu toprakların eseri, elbette ki böyle bir durumda atamızın, dedemizin değerlerine sahip çıkmamak çok üzücü bir durum. Bak tüm bu gördüklerin elimin, gözümün emeği ama şimdi ihtiyarladık. Gözümüz görmez elimiz tutmaz oldu. Bunu kızım için, bunu gelinim için, şunu camiye hayrım olsun diye, şunu da cenazem için dokudum. Hepsinin örneğini ezbere biliyordum. Tüm bunları anam dokudu, ben dokudum. Fakat gel gör ki kızım dokumaz, gelinim dokumaz. Bunun nedenini bana birçok nedenler ortaya atarak anlatıyorlar ama aklım bir türlü ermiyor. bak tezgah bahçede duruyor, boynu bükük kaderini bekliyor. İşte bu tuz torbası, buna dağa giderken,yaylalara giderken azık konur, buda kızıl çuval, gelin evden giderken çeyizini buna koyar. Eskiden bu çuval olmadan gelin gönderilmezdi. Ele neylen çıkacak?
Kilimsiz çulsuz gelin olur mu? derlerdi." Buram buram nakışlı iyilik torbası, tarak çulu, terki heybesi boncuklarından mavinin yandığı kızıl çuval hala birçok evin duvarlarını süslemeye devam ediyor.bazılarının arasından Ayşe kızın kara oğlana yaktığı türküler etrafa yayılıyor, bazısında ise anaların hasret türküleri odayı kaplıyor, bazısında ise Emine Ninenin torununa söylediği ninniler hala kulaklarda çınlıyor. Eğer bir yolunuz düşerse Yuva Kasabasına uğrayın hem serin ağaçların altında güzel doğayla tanışın, Balıklar Dağında tarihi izleyin, bir çoban kavalının sesine uyarak türküler söyleyin, elleri tek dostu olan haşır neşir olmaktan çatlayan köylünün elinden çayını için, kültürel yozlaşmanın yaşandığı günümüzde bakarsınız gerçek bir dost edinirsiniz.
KARA HASAN'IN ÖYKÜSÜ
Gavur çayının suyu bayağı durulmaya başlamış, kışın bulanık artık görülmüyordu. Mart dokuzu çıkmış, etrafta baharın müjdecileri olan yaban nergisleri ve yaban lalesi hayıtların arasında belirmeye başlamıştı. Dukguklar ötmeye başlamış, leylekler geleli birkaç hafta olmuş, boynuz ağacının ve bacaların üzerinde yerlerini almışlardı... Saz ve toprak örtülü evlerde hafiften bir kıpırdanma başlamıştı. Bu kıpırdanış Eyüpoğlu Hasancanın evinde daha çok göze çarpıyordu Kolay mı bu?
Yedi kızın içinde bir tek oğlan Eyüp vardı. Eyüp yayla göçü başlamadan önce develerin havutlarını yenileyerek kırılan hatapları tamir edecek, kamışı değişecek, havutların kamışları değişecek. Hatta hataplara takılacak hatap çanları bile elden geçmeliydi. Çanlar büyüklüklerine göre sıra ile develerin hataplarına takılacaktı.
Her yıl hıdrellezden sonra Balçıklı Çukurundan taa Güğü Yaylasına çıkılır, üç direkli karakıl çadırları "ziyaretçi alanı " denilen yere kurulurdu. Başka çadır kurulacak yerlerde vardı ama oralara diğer obalar çadırlarını kuracaklardı. Eyüp oğlan böyle hazırlık içinde iken kızlar boş mu duracaklar? Onlarda yolda ve yaylada giyecekleri giysilerin hazırlığını yapmaktalar...
Peştemallarına yeni kolonlar dokumaktalar ellerine yakacakları kınanın tedarikine çalışmaktalar. Ah hıdrellez bir gelse hemen göç başlasa yaz gelende bu hayıtlı çukurda yaşanır mı? Yaz sıcak insanın beynini kaynatır, ağustos böceklerinin sesine dayanılmaz bu çukurda. Hazırlıklar yavaş yavaş ilerlemektedir Balçıklıda Eyüp oğullarından başka Toparoğlu Alicenin evinde de hareket başlamıştır. Ailenin dört oğlu birde kızı vardır. Fatmana dört oğlanın içinde ecedir. Boyu bosu ve belden aşağı uzanan kara saçları ile görenlerin yüreğini hoplatır.
FATMANA bu çukurdaki kızların en güzeli ve en çekicisidir. Kaşlar sanki birer sülük gibidirler kara gözlerin üzerinde. Alacalı peştemali giyip, ucu kozalı, gök boncuklu kolonuda beline doladımı, onunla yarışacak yoktur artık,dedik ya FATMANA Balçıklının en güzel kızıdır. Ak kızıdır. Ama onunda yüreğinde ince bir sızı vardır. Sızının sebebi Balçıklının en yakışıklı delikanlısı küçük KARA HASAN dır. Hasan yiğit mi yiğit, yakışıklı mı yakışıklı, dürüst bir delikanlıdır. Babasını çok küçük yaşlarda yitirmiş anası Güssünce ile yaşamaktadır. Bütün bu özelliklerine karşılık tek kusuru yoksul olmasıdır. Gönül yoksulluğun farkında mı?
Oda Fatmana ya gönlünü kaptırmıştır. Toparoğlu Alicenin yayla hazırlığını gören Hasan'ın günleri kararmaya başlamıştır artık. Çünkü Toparoğlugil yaylaya göçecekler ama Hasan göçmeyecektir.Yoksulluk başa beladır bu çukurda. Arada bir olsa da gördüğü Fatmanayı göremeyecektir bundan sonra göçenlerin yayla dönüşü son güz ayını buluyordu. Bu en az altı ay demekti. O zamana kadar nasıl dayanacaktı HASAN? Anası Güssünceyi tam üç defa Allah'ın emri üzerine istemeye göndermiş fakat Toparoğlu Alice anasını ters yüz etmişti onlara verilecek kızlarının olmadığını, nasiplerini başka yerde aramalarını söylemişti. Kara Hasan ne yapsın? Gönül ferman dinlemiyordu. Nasıl olsa güzün yayladan döneceklerdi. O zaman Fatmana ile anlaşır, onu kaçırırdı,gönlünü böyle avuttu Hasan. Günler ne çabuk geçiyor, yaylaya sürüler önden gider,bir hafta ongün önce yola çıkan koyun ve keçi sürüleri, arkadan gelen yayla göçü ile ancak beraber varabilirlerdi yaylalara.. Hasan'ın korktuğu günler geldi. Birgün erkenden koyun ve keçi sürülerinin, çobanların önünde yola çıktıklarını gördü, biliyordu ki on gün sonra esas yayla göçü başlayacaktı.
Obanın delikanlıları ve genç kızları en iyi giysilerini giymeye başlamışlardı bile. Kızlar ellerine kınalarını yakmışlar, gök boncuklu küpelerini takmışlardı. Hasan Fatmana'yı bir daha görebilecek miydi? Tülüce tepesine çıkıp Bozyaka ya doğru bakıyor, Fatmanayı uzaktan da olsa bir defacık görmek istiyordu. Ama ne gezer Fatmana sır olmuştu sanki...
Hasan'ın geceleri gözlerine uyku girmez olmuştu. Bir gece sabaha karşı gökyüzünü yıldızların en şavklısı sabah yıldızını seyrederken yüreği hop ediverdi : Eyüpoğlu Hasancanın göçü yola koyulmuştu. Bunu Hasancanın devlerindeki hatap çanlarını gümbürtüsünden anlamıştı. Göç yola koyulmuştu...Biraz sonra Bozyakanın bitişiğinden Toparoğlu Alicenin de göçü hareket etti. Onlarında develerinin hatap çanları gümbürdemeye başlamıştı. Bu çan gümbürtüleri arasında delikanlıların havaya boşalttıkları silah sesleri, Hasan'ın kulak zarlarını yırtacaktı sanki...
Kara Hasan hayıtlı çukurda kalmıştı ama yüreği göçlerle birlikte yaylaya gitmişti. Eh günler tez geçer, son güz ayları çabuk gelir. Fatmana yaylada kalacak değil ya nasıl olsa gelecekti... Hasan kendisini bu şekilde teselliye çalıştı. Son güz ayları çabuk geldi. Sarı sıcaklı Ağustos böceği sesli günler geride kaldı...Yayladaki obalar yavaş yavaş gelmeye başlamıştı...
İlkönce Eyüpoğlu Hasancanın obası geldi, yine o gümbürtülü çan sesleri ile... Onu obaların diğerleri takip etti ama Toparoğlu Alicenin obasından ses çıkmıyordu... Nerede kalmıştı oba? Diğer obalar arasında Toparoğlu Alicenin obasının birkaç gün gecikmeyle geleceği söyleniyordu... Niçin gecikmişti Alicenin göçü? Kara Hasan bir türlü akıl erdiremiyordu uzatmayalım. Toparoğlu Alicenin obasıda geldi. Geldi ama FATMANASIZ... Fatmana yaylada amansız bir hastalığa (ince hastalığa) yenik düşmüştü...
Kara Hasan bu acı haberi alınca gözleri karardı, beyni zonkladı taş kesilmişti sanki Dona kaldı... Dalgın gözlerle boşluğa bakarken, dudaklarından şu dizeler dökülüverdi:
Yayla yollarında meler bir kuzu,aman aman
Seyil (sahil) evlerinde ara bul bizi.
Ünnedim Fatma diye, yalnız yatma diye
Ünnedim Ayşe diye, odayı döşe diye.
Yayla yollarını yokuş dediler aman aman,
Ak kızın koluna yapış dediler...
Ünnedim Fatma diye, yalnız yatma diye
Ünnedim Ayşe diye, odayı döşe diye.
Yayla yollarında kaldım yalnız aman aman,
Eşe dosta malüm oldu halımız.
Ünnedim Fatma diye, yalnız yatma diye
Ünnedim Güssün diye, koyunu gütsün diye.
İşte o günden bu güne kadar kaç bahar kaç yaz geldi geçti bilmiyoruz. Kim bilir kaç Kara Hasan,kaç Fatmana gelip geçmiştir? Bildiğimiz tek şey, türkülerimizin tazeliğini her zaman koruduğu, bulunduğu yöreden dışarılara taşarak, halkın malı olduğudur.
Editör: Sümeyye Güneş