Mardin'den Okyanuslara Uzanan Bir Hayat Hikayesi
20'sine kadar Mardin'de yaşayan Abdurrahim Korkmaz, televizyon izlerken sörfle tanıştı ve hayatı değişti. Şimdilerde Alaçatı'da sörf eğitmenliği yapan Korkmaz'ın hikayesi herkese ilham verecek türden.
Mardin'den Çeşme’ye yerleşen ve "Apo Hoca" denilince hemen gösterilen, hayatını sörfe adamış bir eğitmenle tanışabilirsiniz. Su gibi İngilizcesiyle yabancı turistlere de eğitim veren, karavanını sörf plajının hemen yanına kurmuş, gece gündüz denizden kopamayan gerçek bir sörf tutkunu Abdurrahim Korkmaz’la... Bu alanda kısa zamanda büyük yol kateden 1986 doğumlu Apo Hoca'yı özel kılansa 20 yaşına kadar Mardin’de hayvancılıkla uğraşan biriyken, televizyonda gördüğü bu sporu öğrenmeyi kafaya takıp bugün bulunduğu noktaya gelmeyi başarması.
Abdurrahim Korkmaz ile buluştuk ve ondan ilham verici hikayesini dinledik.
Şu sıralar ne yapıyorsun, günlerin nasıl geçiyor?
Alaçatı’da kitesurf ve rüzgar sörfü eğitmenliği yapıyorum. 10 yıldır Alaçatı’dayım. Sörf dışında başka doğa sporlarıyla da uğraşıyorum, dağ bisikleti ve trekking gibi… Evim bir karavan, sörf okullarının hemen yanında. Zaten günüm çoğunlukla suda geçiyor. Onun haricinde karavanımda kitap okuyorum, köpeklerimle ilgileniyorum.
Aslında hikayenin başına dönmek lazım. 10 yıl önce Mardin’de yaşayan ve sörfle hiç alakası olmayan bir gençtin. Nasıl oldu da hayatın bu denli değişti?
Evet, asıl hikaye elbette orada yatıyor! Ben Mardin’de doğup büyüdüm. 7 kardeşli bir ailenin altıncı çocuğuyum. Annem babam köyle çiftçilik yapıyor. Tarsus’ta ağabeyimin yanında liseyi bitirdikten sonra ben de onlarla birlikte baba mesleğini yürütüyordum. Aslında o baba mesleği üzerime kaldı da diyebilirim. Büyük ağabeylerimin hepsi evlendi, uzaklara gitti ve bana 'Buralar artık sana emanet' dediler.
TRT’de ekstrem sporlar diye bir program vardı. Rüzgar sörfünü ilk olarak orada görmüştüm. Resmen mantığım almamıştı! Galiba bu disipline daha o yaşlarda tutulmuşum…
Ama senin de orada kalmaya pek niyetin yoktu herhalde, hele de sörfün ne demek olduğunu gördükten sonra…
Kesinlikle. Eskiden TRT’de ekstrem sporlar diye bir program vardı. Rüzgar sörfünü ilk olarak orada görmüştüm. Resmen mantığım almamıştı! Mesela base jump’ı, yamaç paraşütünü falan anlayabiliyordum. Şemsiye gibi bir şey açıyor ve iniyorsun. Kayak desen, zaten karlar üzerinde kaygan bir zeminde gittiğin belli. Peki ya rüzgar sörfü? Bir insan denizin üzerinde hiçbir motor yokken nasıl o kadar hızla gidebilirdi? Galiba bu disipline daha o yaşlarda tutulmuşum…
Peki, rüzgar sörfüyle gerçek anlamda ilk tanışman nasıl oldu?
Bundan 10-11 yıl önce ablam Ayvalık’a gelin gitmişti. Bir yaz onun yanına gittim, bu batıya ilk seyahatimdi. Oradayken sahilde dolandığım bir gün Amerikalı bir turist karavanıyla yanaştı. İçinden sörfünü, yelkenini çıkardı. Kurulumunu yaptı ve denize çıktığı anda süzüldü gitti! Öyle kalakalmıştım. O anda keşke İngilizcem olsaydı da ona bir şeyler sorsaydım demiştim içimden. Film izler gibi izledim. 'Ölmeden önce mutlaka ben de bu işi yapacağım!' diye kendime söz verdim.
Annemlere 'Ablamı çok özledim, tekrar yanına gitmek istiyorum' dedim. Gerçeği söyleseydim beni bırakmak istemezlerdi. Tabii ki otobüs biletini İzmir’e aldım. İzmir’den Çeşme’ye, oradan Alaçatı’ya…
Sözünü tutmuşsun, peki kolay oldu mu? İlk adımı nasıl attın, kırılma anı neydi?
Ayvalık’tan otobüsle Mardin’e giderken büfede bir dergi gördüm. İçinde Çağla Kubat röportajı vardı, kapakta sörf tahtasını görünce hemen aldım, yol boyunca okudum. Orada bu işin Türkiye’de Alaçatı’da yapıldığını ve hatta okullar sayesinde öğrenilebileceğini anladım. Yani bana yapılabilir bir şey gibi geldi ve bu konuda daha kararlı olmaya başladım. Memlekete dönüyordum ama kısa zaman içinde tekrar buralara gelmeyi kafaya koymuştum.
Eve vardıktan kısa bir süre sonra ablamı bahane ederek tekrar gitmek istedim. Annemlere 'Ablamı çok özledim, tekrar yanına gitmek istiyorum' dedim. Gerçeği söyleseydim beni bırakmak istemezlerdi. Tabii ki otobüs biletini İzmir’e aldım. İzmir’den Çeşme’ye, oradan Alaçatı’ya… Alaçatı’daki sörf plajını biliyorsunuzdur. Oraya vardığım an tepeden bakınca resmen uçuşan kelebekler gördüm. 400, 500 yelkenli suyun üzerinde oradan oraya süzülüyordu. Büyülendim, oturup bir saat izledim.
Daha sonra aşağıya indim ve iş aradığımı söyledim. 'Sörfle ilgin var mı, daha önce böyle bir şey yaptın mı?' diye sordular. Hayır deyince tabii ki iş vermediler. Anladım ki bu işi öğrenmek için öncelikle bir şekilde çalışıp, para kazanmam lazım.
Yol paramın dışında annem 100 lira da harçlık vermişti, o kadar. Başka beş kuruşum yoktu. Haliyle ilk zamanlar sahillerde, kumsallarda uyudum.
Paranı kazanacağın işi buluna kadar günlerin nasıl geçti?
Sanırım yol paramın dışında annem 100 lira da harçlık vermişti, o kadar. Başka beş kuruşum yoktu. Haliyle ilk zamanlar sahillerde, kumsallarda uyudum. Sörf okullarında iş bulamayınca otellere başvurmaya başladım ama onlar da olumsuzdu. En sonunda bir inşaata başvurdum. O zamanlar Port Alaçatı’daki yerler yeni yeni yapılıyordu. Oraya gidip iş istediğimi söyledim. Ustabaşı ne iş yaparsın dedi, 'Valla her işi yaparım' dedim. Yani yeter ki bir şey bulayım, orada kalayım. Derdim o. 'Taş kırar mısın?' dedi, 'Olur' dedim. Halbuki daha önce hiç öyle bir iş yapmamıştım. İşi kabul ederken tek bir şart koştum, hafta sonları sörf okullarına gitmek için izin kullanmak… Ona da tamam dediler, sigortamı yaptılar, kalacak yer de verdiler. Çok sevinmiştim.
Hayatında hiç yapmadığın o denli ağır bir iş bile sana güzel geldi yani.
Evet, aynen öyle. Gerçekten çok ağır bir işti. Her akşam parmaklarımın etrafı kanıyordu taş kırmaktan. Ama hiç pes etmedim. Yorulduğumda uzaktaki sörf okullarına bakıp, motive oluyordum. Yoksa altından kalkılacak gibi değildi. Şöyle söyleyeyim, iki kişi bir kamyon dolusu taş kırıyorduk. Normal inşaat işinden çok daha ağırdı.
Sörf okullarında eğitim alacak parayı kazanmak yine de çok kolay olmamıştır.
Kurs fiyatlarına bir baktım, neredeyse 5 aylık kazancımın karşılığı. Yetiştiremezdim. Ben de dedim ki en iyisi bir board kiralayayım, denizde kendim insanlara baka baka öğreneyim. Gittim, sörf kiralamak istediğimi söyledim. 'Kaç litrelik olsun?' diye bir soru sordular. Tabii ki anlamadım. Etrafımda 'Ya geçen gün 100’ litrelik board’la uçtum' falan gibi yorumlar duydum. 'Ağabey bana 100 litrelik ver!' dedim, tabii ki bu işten anlamadığımı çaktılar. Yine de yardımcı olanlar çıktı, uygun fiyata board’u kiraladılar ve ben de artık aktif olarak sörfe başlamıştım.
İlk bir, iki yıl ailem açısından çok zordu, bayağı evlatlıktan reddetme noktasına geldiler. Annem hep 'Ne yapıyorsun orada oğlum, kara parçası kalmadı ekmeğin denize mi düştü?' diyordu.
Hiç eğitim almadan, kendi kendine mi bu seviyeye geldin?
Evet, öyle oldu. Board’u aldığım gibi her boş anımda sudaydım. Bazen korkuyordum, sörf okullarında bana laf ederler mi, sonuçta para vermiyorum onların dibine girmiş gözlemleyerek öğrenmeye çalışıyorum falan. Neyse, ben de sörf okuluna faydam olsun diye onlara yardım ediyordum. Board’larını falan yıkıyordum. Sonra bir gün fark ettiler, 'Sen ne ayaksın, okulu bizden önce açıyorsun, bizden sonra kapıyorsun. Kimsin, necisin?' diye sordular. Ben de hikayemi anlatım. Bana kendileriyle çalışmak isteyip istemeyeceğimi sordular. Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz… Runner boy olarak, yani getir götür işlerini yapan çocuk olarak başladım. Artık inşaatta değil bizzat sörf okulunda çalışarak masraflarımı karşılıyordum.
Peki, evden ne dediler bu işe? Sonuçta sen Ayvalık’a gidip döneceğim dedin ve Alaçatı’da taş kırmaya başladın. Annen, baban nasıl karşıladı?
Onlar zaten yaptığım işe hiç anlam veremediler. İlk bir iki yıl çok zordu, bayağı evlatlıktan reddetme noktasına geldiler. Annem hep 'Ne yapıyorsun orada oğlum, kara parçası kalmadı ekmeğin denize mi düştü?' diyordu. Hele taş kırdığımı falan öğrenince… Neden kendime böyle eziyet ettiğimi anlayamadılar. 'Gel buraya ne güzel bir sürü hayvanımız var, tarlalarımız var, niye sokaklarda yatıyorsun?' dediler. Ama sonra alıştılar tabii bu duruma. Şimdilerde aramız iyi.
Artık gurur duymaya da başlamışlardır.
Elbette duyuyorlar ama onlara göre yaptığım şey hala boş iş (gülüyor). Onlara kalsa benim yarın her şeyi bırakıp memlekete dönmem lazım.
Sadece kendi öğrencilerime değil, sörf yapmaya çalışan diğer insanlara da yardımcı oluyorum. Mesela yanlış bir şeyi yapanı hemen düzeltiyorum.
Eğitmenliğe geçiş nasıl oldu?
8 ay inşaatta taş kırdıktan sonra dediğim gibi runner boy olarak sörf okulunda çalışmaya başladım. Sonra şunun farkına vardım, hem bu tutkumdan kopmayıp hem de hayatımı kazanmam için iki seçenek var: Ya eğitmen olacağım ya da başarılı bir sporcu. Sporcu olmak için biraz geç kalmıştım çünkü çok geç başladım sörfe. Keşke imkan olsaymış da 8 yaşında başlasaymışım. Çünkü o zaman vücut da bu spora uygun şekil almaya başlıyor. Elimde tek bir seçenek kalmıştı, eğitmen olmak. Runner boy’luktan 1 yıl sonra sörf eğitmenliği kursuna yazıldım. Sonra eğitmen oldum ve bugünlere kadar geldim.
Alaçatı’da oldukça tanınan birisin, insanların özellikle senden ders almak istediğini duyuyoruz. Nasıl oldu da böylesine fark yarattın?
Sanırım o sörf tutkumu işime de yansıttım. Eğitim verirken gerçekten zevk alıyorum, suda geçirdiğim zamanı unutuyorum. Bir bakıyorum akşam olmuş! Zaten bizim işte asıl olan referanstır. Eğitim verdiğiniz biri gider sizi tavsiye eder, öğrenci sayınız artar. Benim de öyle öyle arttı. Bir de aslında sadece kendi öğrencilerime değil, sörf yapmaya çalışan diğer insanlara da yardımcı oluyorum. Mesela yanlış bir şeyi yapanı hemen düzeltiyorum, tek bir hareketle yapmaya çalıştığı şey ona çok kolay gelmeye başlıyor. 'Yaa hocam bu kadar basit miymiş?' diyorlar.
Cape Town, sörfçülerin hacı olduğu yer denebilir. Ben de bu kez 'Ölmeden önce yapılması gerekenler' listesine Cape Town’u ekledim. Ama bir sorun vardı, tek kelime İngilizce bilmiyordum!
Hayallerini büyük ölçüde gerçekleştirdin ama biliyoruz ki yine durmadın ve hikayene bir de Cape Town macerası ekledin. O dönemi de anlatır mısın bize?
Evet, nasıl ki Mardin’de televizyonda rüzgar sörfünü izleyip büyüye kapıldıysam, bu kez de internette dünyanın başka yerlerindeki sörf videolarını izleyince kendimi kaptırmaya başladım (gülüyor). Dünyada sörf konusunda üç önemli yer var: Avustralya, Hawaii ve Cape Town. Hele de Cape Town, sörfçülerin hacı olduğu yer denebilir. Set halinde gelen aralıksız büyük dalgalarıyla gerçekten çok özel bir yer. Eğer oradaki dalgalara da karşı koyabiliyorsan, sörfte önemli bir level’ı atlamışsın demektir. Ben de bu kez 'Ölmeden önce yapılması gerekenler' listesine Cape Town’u ekledim. Ama bir sorun vardı, tek kelime İngilizce bilmiyordum! Bir arkadaşımın yardımıyla Cape Town’da yaşayan bir Hollandalıyla yazıştım ve kiralık olarak onun evinde kalma konusunda anlaştım. Biletimi, sörfümü, yelkenimi aldım gittim.
Cape Town'da suya çıktığım ilk günlerde 'Ben sörf falan bilmiyormuşum' diye düşündüm. Orada köpekbalığı korkusu olduğu için gün batımından önce herkes çekiliyordu ama ben güneşi okyanusta batırıyordum.
Peki, nasıl çözdün bu dil işini?
Baktım bu iş böyle olmayacak, burada uzun süre kalmak için dil bilmem lazım, hemen bir kursa yazıldım. Günün yarım günü dil kursuna gidiyor, kalan zamanımda ise sörf yapıyordum. Bir de dil konuşularak öğrenilecek bir şey. İnsanlar yabancı bir dile tam hakim olmadan konuşmak istemez, rezil olmaktan korkar. Ben ise bu konuda biraz yüzsüzdüm. Yalan yanlış da olsa herkesle İngilizce konuşmaya çalıştım. Sonunda da öğrendim. Şu anda bu hikayemi size İngilizce de anlatabilecek seviyedeyim.
Cape Town’un o devasa dalgalarını ilk gördüğünde ne hissettin, bir ürkme oldu mu?
Hem de ne ürkme! Şöyle söyleyeyim, orada suya çıktığım ilk günlerde 'Ben sörf falan bilmiyormuşum' dedim. Orada timing çok önemli. Dalga kırılmadan önce senin hamle yapman lazım, yoksa dalga kırılıyor ve beyaz köpükle seni boğuyor. Sonra sonra öğrenmeye ve zamanla dalgayla oynamaya başladım. Öne doğru, geriye doğru takla atıyordum. Orada köpek balığı korkusu olduğu için gün batımından önce herkes çekiliyordu ama ben güneşi okyanusta batırıyordum. Cape Town’da uzun süre kaldım. Trekking turları düzenledim, gönüllü olarak Afrikalı çocuklara öğretmenlik yaptım.