Mehmet Ersan kimdir? Mehmet Ersan kitapları ve sözleri
Türk Yazar, Çevirmen, Ortaçağ Tarihi Profesörü Mehmet Ersan hayatı araştırılıyor. Peki Mehmet Ersan kimdir? Mehmet Ersan aslen nerelidir? Mehmet Ersan ne zaman, nerede doğdu? Mehmet Ersan hayatta mı? İşte Mehmet Ersan hayatı...
Doğum Tarihi: 1965
Doğum Yeri: Görele, Giresun, Türkiye
Mehmet Ersan kimdir?
1965 yılında Giresun’un Görele ilçesinde doğdu. İlk ve Orta öğrenimini Görele’de tamamladı. 1982 yılında kazandığı Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler Bölümü’nden 1986’da mezun oldu. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde XII-XV. Yüzyıllar Arasında Oğuzların Döğer Boyu adlı teziyle 1989 yılında yüksek lisansını tamamladı. 1987-1988 yıllarında T.C. Başbakanlık ve Osmanlı Arşivleri Genel Müdürlüğü’nde onüç ay uzman yardımcısı olarak çalıştı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalına Araştırma Görevlisi olarak atandı. Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde 1995 yılında tamamladığı Türkiye Selçukluları Zamanında Anadolu’da Ermeniler adlı teziyle doktor unvanını aldı. Temmuz 1996-Mart 1997 tarihleri arasında kısa dönem asker olarak vatanî görevini yerine getirdi. 1996 yılında Yardımcı Doçent oldu. 2000 yılında Doçent unvanını kazandı.1991 Temmuz-Ağustos aylarında Deutscher Akademischer Austauschdienst bursuyla Almanya’da Iserlohn kentinde dil kursuna katıldı. 1993 yılı Temmuz-Ağustos aylarında aynı akademinin bursuyla Tübingen’de, Ekim 1993-Haziran 1994 arasında Österreichischer Akademischer Austauschdienst bursuyla Viyana’da araştırmalarda bulundu. 11.04.2007 tarihinde Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı’nda Profesör kadrosuna atanan Mehmet Ersan, 24 Eylül 2009 tarihinde Bölüm Başkanı oldu ve halen aynı görevini sürdürmektedir.
Mehmet Ersan Kitapları - Eserleri
- Selçukluları Yeniden Keşfetmek
- Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı: Türkiye Selçukluları
- Türklerin Kayıp Yüzyılı Beylikler Devri
- Selçuklular Zamanında Anadolu'da Ermeniler
- Türkiye Selçuklu Devletinin Dağılışı
- Türkiye Selçukluları
- Uluslararası Batı Anadolu Beylikleri Tarih, Kültür ve Medeniyet Sempozyumu III: Germiyanoğulları Beyliği
Mehmet Ersan Alıntıları - Sözleri
- I.Alaeddin Keykubad Selçuklu tahtına çıktığında, kısa süre sonra neredeyse bütün Yakındoğu'yu yangın yerine çevirecek olan Moğol istilasının ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. Nitekim bir süre sonra Asya ve Doğu Avrupa'nın altını üstüne getiren Moğolların, Harezm bölgesinde taş üstünde taş bırakmayacak şekilde tahribatta bulunmaları İslâm ülkelerinde büyük bir korku meydana getirmiş; Abbasî Halifesi, Sultan'a elçiler göndererek ufukta beliren bu büyük tehlikeye karşı yardım istemişti. Öte yandan Moğolların önünden kaçan kalabalık topluluklar akın akın Yakındoğu'ya akmaya başlamış, örneğin istilacılar tarafından yerle bir edilen Karadeniz'in kuzeyindeki Kıpçak ülkesi ile Türkistan, Harezm, Horasan, Azerbaycan ve Kafkasya'dan kaçan insanlar Anadolu'ya gelerek Selçuklulara sığınmışlardı. Bölgede muazzam nüfus hareketleri yaşanıyordu. (Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı: Türkiye Selçukluları)
- Tük beylikleri, tahmin edildiği gibi bir siyasi çöküş ya da çözülmenin değil; aksine yeniden yükselmesinin yurt tutmanın, vatan kurmanın ve siyasi bir kimlik edinerek teşkilatlanmanın temsilcisi olmuştur. (Türklerin Kayıp Yüzyılı Beylikler Devri)
- Büyük Selçuklular, Türklerin İslâmlaşma sürecini idare etmişler, Anadolu'nun Türk vatanı haline gelişine nezâret etmişler ve tarih sahnesine çıktıkları dönemde belirgin bir tarihsel çöküş içerisinde olan Sünnî İslâm'ın tabir yerindeyse yeniden dirilişinde belirleyici bir rol üstlenmişlerdir. (Selçukluları Yeniden Keşfetmek)
- ….Şehre girerek içeride büyük tahribat yapan, hatta dayısı Sultan Bayezid’in mumyalanmış cesedini mezarından çıkararak ona hakaretler eden Mehmed Bey…. (Türklerin Kayıp Yüzyılı Beylikler Devri)
- Tuğrul Bey ile ilgili olarak kaynaklarda verilen bilgilere bakıldığında, onun son derece adaletli, dindar ve hakperest olduğunu görürüz. Neredeyse bütün kaynaklar ağız birliği etmişçesine, onun Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutacak kadar Peygamber sünnetine bağlılık düzeyinde bir dindarlığa sahip olduğunu kaydederler. Yine bazı kaynaklarda, ''Kendime bir saray yapıp da yanına bir mescid yaptırmazsam Allah'tan utanırım'' şeklinde bir söz sarf ettiğine işaret edilmiştir. Hanedan üyelerinden isyan edenleri çoklukla affetmesinden anlaşıldığı kadarıyla son derece merhametli ve yumuşak kalpliydi. (Selçukluları Yeniden Keşfetmek)
- Anadolu Türkmen beyliklerinden farklı özelliklere sahip bulunmakla birlikte gerek coğrafi konumu, gerek varlık icra ettiği tarihi zaman dilimi, gerekse de kısa ve uzun vadeli etkileri açısından benzerlikler arz ettiği söz konusu beylikler ile birlikte anılan Karakoyunlu Devleti, Tebriz merkezli olarak hüküm sürmüş ve Anadolu'dan İran'a yönelik Türk göçlerine öncülük ederek özellikle Doğu Anadolu ve Azerbaycan bölgelerinin İslamlaşmasında büyük bir rol oynamışlardır.. (Türklerin Kayıp Yüzyılı Beylikler Devri)
- İlk bakışta siyasal bir istikrarsızlık dönemine karşılık gelen ve Moğol istilasının Anadolu'yu kan ve ateşte doldurduğu bir yüzyılın sonunda ortaya çıkan karanlık devir gibi görünen Beylikler Dönemi, sonraki yüzyılları biçimlendiren bir mirasında üreticisi olmuştur. (Türklerin Kayıp Yüzyılı Beylikler Devri)
- Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev'in saltanat dönemi Türkiye Selçuklu tarihi açısından olumsuz anlamda bir dönüm noktasıdır. Moğol istilasının başladığı bu dönem, Selçuklu tarihinin en büyük sultanlarından biri olan I.Alaeddin Keykubad'ın büyük mirasının düşüncesizce boşa harcandığı, özellikle Sadeddin Köpek tarafından kurulan komplolarla yetkin Selçuklu beylerinin ortadan kaldırıldığı, idari kadroların liyakatsiz kişilerin eline geçtiği ve Selçuklu Devleti'ni Moğol boyunduruğu altına sokacak adımların atıldığı dönem olması açısından dikkate değerdir. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Selçuklular siyasal ve ekonomik açıdan sahip oldukları konumu genel çerçevesiyle korumayı başarmışlarsa da, özellikle Türk tarihinin en büyük hezimetlerinden biri olan Kösedağ Savaşı'nda alınan yenilginin ardından Moğollara tâbi duruma düşüp pratik anlamda eski güçlerini yitirmişlerdir. Bu bakımdan Sultan Gıyaseddin'in dönemi, liyakatsiz bir hükümdarın basiretsiz yönetiminin nelere mal olabileceğini anlamak açısından dikkatle irdelenmesi gereken bir dönemdir. (Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı: Türkiye Selçukluları)
- Devlet adamlarının yardım ve ittifak arayışı içinde geçirdikleri kış mevsimi boyunca savaş hazırlıklarını sürdüren Selçuklular, Gürcü, Frank ve Kıpçak ücretli askerlerin de dâhil olduğu 70 bin kişilik orduyla Kayseri'den hareketle Sivas'a doğru yola çıktılar. Sivas'ta Halep kuvvetleri ve başka Türkmen birliklerinin katılımı ile Selçuklu ordusunun asker sayısı 80 bine ulaşmıştı. Selçuklu ordusu Sivas'ta hiçbir zaman gelmeyecek müttefiklerin yardımcı birliklerini beklerken, Baycu Noyan komutasındaki Moğolların da harekete geçtiği haberleri ulaşmıştı. Sivas'ta yapılan savaş planları esnasında tecrübeli beyler şehirde kalarak Moğollara karşı savunma tertibatı almanın daha makul olduğunu savunurken, Sultan'ın çevresinde bulunan bazı tecrübesiz beyler, bu teklifin korkaklık olduğunu belirterek Moğolları Nahcivan ya da Tebriz'de karşılamak gerektiğini ileri sürüyorlardı. Sultan askerî stratejileri bir kenara bırakarak gururunun peşinden gitti. Selçuklular Sivas'tan hareket ettiler. O sırada Moğollar da Erzincan'ı geçmiş, Sivas'a doğru yol almaktaydılar. Selçuklu ordusu Kösedağ'a geldiğinde Moğol kuvvetleri de Erzincan'ın Akşehir Ovası'na ulaşmıştı. Sultan, yapması gerekeni yapmadı: Tecrübeli kumandanlarının önerileri yerine, yine Sivas'tan çıkma konusunda ısrarcı olan heveskâr beylerin sözünü dinledi. Ordunun aldığı konum ve saldırı planları onların yanlış değerlendirmelerine uygun bir biçimde yapıldı. Dolayısıyla, bu yanlış tercihlerin kötü sonuçlarına şahit olmak için fazla zaman geçmesi gerekmedi. Düşmana çıkarılan öncü birliği sarp geçitlerden güçlükle inerek Baycu Noyan'ın kucağına düşmüş ve perişan edilmişti. Öncü birliğin ağır bir biçimde mağlup olması üzerine büyük bir korkuya kapılan Selçuklu askerleri savaşa girmeden dağılmaya başladılar. Yalnız askerler değil, Sultan da ordusunu ve karargâhını bırakıp soluğu Antalya'da aldı. 3 Temmuz 1243 günü Kösedağ'da korkunç bir hezimete uğrayan Selçuklular, öncü kuvvetlerin saldırısı dışında herhangi bir mücadelede bulunmamış, hatta askerî güç anlamında Selçukluların çok altında bulunan Moğollar, ordunun kaçışını bir taktik sanarak iki gün Selçuklu karargâhına girmemişlerdi. (Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı: Türkiye Selçukluları)
- "I.Haçlı Seferi ile 1291 yılına kadar kalacakları Yakındoğu'ya adım atmış olan Haçlılar, aynı zamanda genç Türkiye Selçuklu Devleti'ni de büyük bir sarsıntıya maruz bırakmışlardı." (Türkiye Selçukluları)
- "Kösedağ bozgunundan sonra Selçuklularla imzaladıkları anlaşma ile oları 'il' hâline getiren Moğollar, Selçuklu idaresine fiilî olarak müdahale etmeye, kimin vezir, kimin bürokrat ve hatta kimin sultan olacağını belirlemeye başladılar." (Türkiye Selçukluları)
- 1153 yılının baharında gerçekleşen büyük savaş, Selçuklu Sultanı'nın ağır bir şekilde hezimete uğramasıyla sonuçlandı. Sultan Sencer'i esir alan Oğuzlar, kısa bir süre kendisine saygı ve hürmet sınırları çerçevesinde bir tutum takınsalar da, bir süre sonra ona karşı bütün nezaketlerini bir kenara bırakarak saygısızca davranmaya başladılar. Kaynaklarda bulunan verilere bakılırsa, kaçmaması için kendisini bir kafese kapatan Oğuzlar, onu alaya almaktan ve gururunu incitmekten çekinmediler. Sultan'ın esareti sırasında Oğuzlar büyük bir istilâ hareketine giriştiler. Merv, Tus, Meşhed, NişâBur, Meyhene, İsferayin, Cüveyn ve Serahs gibi Horasan şehirlerinin altını üstüne getiren Oğuzlar, bütün bölgeyi korkunç bir şekilde yağmaladıktan sonra Belh ve Merv bölgelerine çekilerek buraya kondular. (Selçukluları Yeniden Keşfetmek)
- "Önemli bir fonksiyonu icrâ etmelerine rağmen atabeyler, Türkiye Selçuklularında hiçbir zaman Büyük Selçuklularda olduğu kadar güçlü olamayacak, tarihlerinin hiçbir döneminde onlar gibi ayrı devletler kuramayacaklardı." (Türkiye Selçukluları)
- "Sultan Süleymanşah'ın Bizanslılar karşısındaki ilk diplomatik başarısı olarak Dragos Çayı Anlaşması, aynı zamanda genç Türkiye Selçuklu Devleti'nin uluslararası ilişkiler alanındaki ilk büyük başarısıydı." (Türkiye Selçukluları)
- "Otuz sekiz gibi genç bir yaşta vefat ettiğinde ardında Kafkaslar'dan Yemen'e, Türkistan'dan Anadolu işlerine bir devlet bırakan Sultan Melihşah'ın en önemli özelliği, adalet ve merhametiyle meşhur olmasıydı." (Selçukluları Yeniden Keşfetmek)
- "Sultan II.İzzettin Keykavus'un saltanat döneminde devlet, beyler arasındaki iktidar mücadelelerinin zemini hâline gelmiş, saltanatın pratik anlamda bir gücü kalmamıştır." (Türkiye Selçukluları)
- Selçuklu Sultanı I.Alaeddin Keykubad, sel gibi her yeri istila eden ve yakıp yıkan Moğollar ile savaşmak yerine Han'a elçiler göndererek uzlaşma yollarının aranmasının daha doğru bir yol olduğunu düşünse de, gerekli önlemleri almayı ihmal etmedi. Derhâl Anadolu şehirlerinin berkitilmesi emrini verdi. Kapsamlı bir inşaat, tamirat ve tadilat faaliyetine girişildi. Konya, Sivas ve Kayseri gibi merkezlerin kale ve surları âdeta yeniden inşa edilirken; başta Erzincan, Amasya ve Malatya olmak üzere, Anadolu'daki önemli şehirler de müstahkem hâle getirildi. Selçuklu Sultanı ile önde gelen emîrler söz konusu berkitme faaliyetlerine bizzat nezaret ediyorlardı. 1221 yılında tamamlanan Konya'daki sur ve kale inşaatlarının ardından Kayseri'ye giden Sultan, bir süre buradaki çalışmalara da nezaret etti. Burada bulunduğu sırada yaklaşan Moğol tehlikesine karşı yardım istemek üzere gelen Halife'nin elçisini kabul etti. Kendisinden 2 bin asker isteyen Halife'ye 5 bin asker gönderdi. (Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı: Türkiye Selçukluları)
- Türkiye tarihinin başlangıç noktası Malazgirt Zaferi'yse eğer, bu tarihin zafer tâkı Myriokephalon Savaşı'nda alınan destansı galibiyettir. Adı geçen zaferin mimarı olarak Türkiye Selçuklu Devleti, bu savaşla birlikte Anadolu'nun Türk vatanı olduğunu artık kesin bir biçimde ortaya koymuş, Bizanslıların Haçlı seferleri ile birlikte tazelenen Türkleri Anadolu'nun ötesine sürme umutları bu savaşla birlikte son bulmuştur. Türkiye Selçukluları Myriokephalon Zaferi ile birlikte aynı ailenin mensubu oldukları Büyük Selçukluların tarihsel etkinliklerine denk bir zafer ortaya koymuş, bu zafer ile birlikte Türkiye'nin tarihine Selçuklu mührünü basmışlardır. Nasıl Malazgirt'i Anadolu'nun fethinin en temel simgesi olarak görmek icap ediyorsa, Myriokephalon'u da Anadolu Türklüğü'nün temel simgesi olarak kavramak gerekir. (Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı: Türkiye Selçukluları)
- Rivayetlere göre, ikinci Bağdat ziyareti sırasında Abbâsî Halifesi Muktedî'den torunu Cafer'i veliaht yapmasını talep eden Sultan Melikşah'ın bu yüzden Halife ile arası açılmış ve kendisinden on gün içerisinde Bağdat'ı terk etmesini istemiştir. Sultan Melikşah'ın Halife'ye tanıdığı süre henüz sona ermeden 19 Kasım 1092 tarihinde gerçekleşen vefatı, ''ittifakla'' şüpheli bir ölümdür. Kaynaklar, cenazesi İsfahan'a nakledilerek burada daha önce yaptırmış olduğu medresenin türbesine defnedilen Sultan'ın ölüm nedeninin gıda zehirlenmesi olduğunu kaydetmektedir. Sultan'ın ölmeden önce gösterdiği tıbbî semptomlardan hareketle oluşturulan genel kanı, av etinden zehirlendiği yönündedir. Fakat bu zehirlenmenin bir fail tarafından gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği meselesi noktasında değişik görüşler vardır. Elimizde bulunan verilere bakılırsa, hem Nizâmülmülk yandaşlarının, hem Terken Hatun'un, Hem Bâtınî'lerin, hem de Abbâsi Halifesi'nin onu zehirlemek için nedenleri vardır. Buna rağmen, cinayet noktasında pek şüphe bulunmayan söz konusu ölüm hadisesi hâlen esrarını korumaktadır. Sonuç itibariyle Sultan, henüz 38 yaşında iken faili meçhul bir cinayete kurban gitmiştir. (Selçukluları Yeniden Keşfetmek)
- 1095 yılının kasım ayında Clermont'ta düzenlenen konsilde Papa II.Urbanus, kendisini dinleyen kalabalığa duygusal bir vaaz vermiş, ''Pers Krallığı'na mensup olup, Tanrı'dan tamamıyla yüz çevirmiş lanetli bir kavmin, doğudaki Hristiyan topraklarını istila ederek kılıçla, çapulla ve ateşle soylarını kuruttuğunu'' duyurmuş; Hristiyan şehitlerin intikamının alınması ve Kutsal Topraklar'ın istilacıların kanlı ellerinden kurtarılması gerektiğini haykırmıştı. Urbanus'un sözünü ettiği ve yanlış olarak Pers soylu olduklarını belirttiği ''lanetli kavim'', hiç kuşku yok ki Selçuklulardı. 1040 yılında kurulduktan kısa bir süre sonra, 1055'te Bağdat'a giren, 1064'te Gürcistan ve Doğu Anadolu'yu fetheden, 1071 yılında Malazgirt'te devrin en görkemli imparatorluğu olan Bizans'ı dize getiren, Doğu Akdeniz sahillerini ele geçirerek Kutsal Topraklar'ı hükmü altına alan ve on yıl gibi kısa bir süre içerisinde hemen hemen Anadolu'nun önemli bir bölümünü egemenlikleri altına alarak XI.yüzyılın son çeyreğinde Doğu Roma'nın kalbinde, İznik merkezli devlet kurmuş olan Selçuklular... (Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı: Türkiye Selçukluları)