Zihindeki despot kral ile başetmek!

KÖŞE YAZISI

İslam dünyasının aşması gereken bir numaralı sorunu, ekonomik ve askeri zaaflardan önce ‘Zihin Çalışma Sorunu’dur.
1960’lı yıllarda Uluslararası Müslüman Gençlik Kongresinde verdiği bir konferansta, Cezayirli mütefekkir Malik bin Nebi şu önemli tespiti haykırıyordu: “İslam Dünyasının batı karşısında işgal ve sömürüyle inlemesinin altında yatan en büyük neden düşmanın acımasızlığı ve güçlülüğü değil, yüz elli yıldır sömürülmeye elverişli kıvama gelmiş olmasıdır.”
Aristo, insanın bilgi edinmesinden haz aldığını söyler. Görmek, işitmek, konuşmak, duygu, hayal ve hatıralar insana bilgi edinmesini sağlar.
Peki edinilen veriler neye dönüşür ve nasıl işlenir.? Zihnimizin çalışma biçimi, yöntemi ve becerisine göre değişebilir bu.
Akletmek, sebep-sonuç zincirini takip etmek, ilişkileri ve kaynaklarını gözden geçirmek meşakkatli bir iştir. Önyargıları, kronikleşen alışkanlıkları, oluşan bağnazlıkları, ezbere dönüşen kalıpları değiştirmeden, dönüştürmeden ve aşmadan ‘yeni’, ‘doğru’, ‘faydalı’ olana ve en önemlisi ‘hakikat’a ulaşamayız.
Bunun için popülizmden, dalkavukluktan, yalakalıktan, çıkarcılıktan, duygusallıktan, ezbercilikten ve tekrarcılıktan kurtulmak gerekiyor. Bunun için, özgüven, kararlılık, irade, tahkik, eleştiri, ufuk ve cesaret gerekiyor.
Bu köşede yazdığım bir önceki yazımda, Gastronomi temalı alıntı ile ‘İnsanlığın Mahrem Tarihi’ kitabının tanıtımına giriş yapmak istedim. Bu yazımda da, Theodore Zeldin’in anılan kitabından hareketle, zihnimizin doğru çalışması için dikkat edilmesi gereken hususlara ve zihnimizi ipotek altına alarak despotça hükmeden etkenlere dikkat çekmek istiyorum.
“İnsan beyninde her biri beşer bin bağlantı kurma yeteneğine sahip 10 milyar hücre bulunduğu keşfedilmiş ise de, pek çok bağlantı asla kullanılmamakta; mesajlar, duygular, görüntüler ve düşünceler gereğince algılanamamaktadır. Beyinlerimizin içinde anlamsız biçimde birbirine çarpışıp durmaktadır.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra gittiğim Rusya’da insanların zihni potansiyellerini kullanma biçimini gözlemledim; Düşünce kalıpları değişmeden ve önyargılar yıkılmadan çok şeyin değişmeyeceğini gördüm. Düşünce özgürlüğü için politik özgürlüğün hiçbir zaman bir ilk adım olmaktan öteye geçemediğini fark ettim.
Bilişsel bilimciler tarafından ortaya koyulduğu üzere, zihnimizde gerçekleştirilen bağlantılar, kullanılan kategoriler, neyin ilintili sayılıp neyin göz ardı edildiği, beynin kendi işleyişine bırakılacak olursa genellikle yerleşik kalıplara göre belirlendiği fark edilecektir.
Bunca duygu ve düşünce, bu yüzden döllenmeden kalmıştır. Yeni bir hayata başlamayı deneyen insanların pek çoğu kendilerini aynı hayatı yeni baştan yaşarken bulmuşlardır. Dolayısıyla beyne durmaksızın yeni bilgiler pompalanması, beyin içi trafiğini daha da karmaşıklaştırmaktan başka işe yaramamıştır.
İnsanlar kendilerine söylenenlerin büyük bölümünü hiç duymamaktadır; gözlerinin önünde apaçık duran şeyleri fark etmedikleri sürece de, başkalarına kucak açmaları mümkün değildir.
Yabancı düşüncelerden hortlak görmüş gibi korkmaktan vazgeçmeleri, ancak düşünme, algılama, anımsama ve hayal etme biçimlerini bilerek ve isteyerek değiştirmeleri ile mümkün olabilir.
İnsanlar, algılarının karşısına başka sorular çıkararak, onlara yeni amaçlar sunarak, ya da kilşelere yönelmelerini engelleyerek ancak kendilerini dönüştürebilirler.
Doğru algı ayarını kullanmak, algı mekanizmasını, gerektiğinde ayrıntıları sınırsızca yakalayacak, gerektiğinde geniş panoramalar elde edecek şekilde çalıştırmak bir sanattır; hem de bütün sanatların ve bütün başarıların temelini oluşturan bir sanat.
Algıların zihinde ne şekilde çözümlendiği, onları sarmalayan varsayımlara bağlı olmuştur. Bunların en önemlileri, zihinsel tıkanmanın ikinci büyük nedeni olan hafızada saklı tutulanlarıdır. Hafıza geleneksel olarak tembeldir; hep aynı şeyleri hatırlamayı yeğler. Kimi anılar (veya yargılar m.a.), insan zihninde tiranlarınkine benzer bir saltanat kurar ve mevcut bilginin büyük bölümü bu anıların güçlendirilmesine tahsis edilir. Bilgi, yeni olgular halinde ayrıştırılmak üzere incelenmek yerine, eski inançları doğrulamakta kullanılır. (s. 429)
Taassup yobazlıktır; insan zihnini esir alır.
Din, mezhep, tarikat, cemaat, hizip, aile, kabile, dil, milliyet, toplum ve benzeri veriler üzerinden tarafgirlik ve önyargı oluşturarak zihnimize despotça hükmeden ve bizi hakikatten uzaklaştıran ‘kral’ kimdir?
Bu despot kralla hesaplaşmaya ve zihin coğrafyamızı özgürlüğe kavuşturmak için mücadeleye var mıyız?
Malik bin Nebi “sömürüye elverişlilik” anlamında ‘el qabiliyye li’l isti’mar’ durumuna dikkat çekiyordu.
Ali Şeriati de, İslam dünyasının sorunlarının kökeninde bulunan zihni atalete dikkat çekerek “eşekleşmeye elverişlilik” (el qabiliyye li’l istihmar) olarak tanımlıyordu Bilinç ve Eşekleştirme yazısında.
Theoder Zeldin ise bunu, zihnimiz üzerinde iktidarını kurarak tüm bilgi ve algıları yöneten bir ‘tiran’ olarak açıklar.
Sosyal, politik, ekonomik, güvenlik ve ahlaki alanda sürekli patinaj yapmamızı ve aynı yanlışları tekrarlamamızı sağlayan farklı ve köklü taassuplar olduğu ortadadır.
Maksad, anlam, kapsam ve bütünlükten uzaklaştıran; muhakeme, uyarlama ve yeniden değerlendirmeye katkıda bulunmayan daha çok şekilci, ayrıntıcı ve basmakalıp bakış açısı devam ettiği sürece hiçbir eğitim ve deneyim fayda sağlamayacaktır.
Mesele modern veya klasik kurumlarda, doğuda veya batıda, medreselerde veya mekteplerde, dergâhlarda veya eğitim kamplarında okumak değil; hangi zihin çalışma biçimi ile okunduğudur önemli olan.
Bu doğru olmayınca, gerisi külliyen sorun yumağıdır.
Bireyin irade ve tercihlerini ipotek ederek mankurtlaştırmak ahlaki ve entelektüel kısırlığa yolar.
Bu sıkıntı toplumsallaştığında, akıl tutulması ve basiret bağlanması tüm toplumu arkasında sürükler veya tepkisizleştirerek bloke eder.
Öncelikler, tanımlar, değerler, tepkiler ve hedefler için zihinde oluşan “tiran”, toplumsallaşmış olur.
İşte toplumsal helak da bundan sonra başlar.