Yükselen Fikir Amerikancılık

Türkiye’nin son bir asrına baktığımızda o kadar çok fikir var ki bunları tek bir sayfaya sığdırmak imkânsız ve ancak bu fikirlerden bazıları halk arasında itibar görebildi ki bunlardan biri de Amerikancılıktır. Ve Amerikancılık son 10 yılda hem halk hem de yöneticiler arasında epey tuttu. Bilhassa “Az-Muhafazakâr” kesim arasında daha bir rağbet gördü.

Amerikancılık Türkiye’de eskiye dayanıyor. Amerikalılar 1946 Nisanında ABD’deki Büyükelçimiz Münir Ertegün’ün cenazesini fırsat bilip Misuri zırhlısına bindirip İstanbul’a getirdiler. Misuri zırhlısı Amerikancılık fikrini temsil ediyor. Silahla fikri pekiştirmek Amerikan’ın işe yarayan bir geleneğidir. 

O zaman yönetimde bulunan İsmet Paşa ve CHP Türkiye’nin “eksen değiştirdiğini” ve daha fazla Almancı ve Sovyetçi olmadığını Amerikalılara anlatmak için Misuri zırhlısının şerefine pul basmaktan halı dokumaya kadar birçok şey yaptırdı ve bu yapılanlardan iki tanesi çok önemli. Bunlardan biri Misuri mürettebatını en iyi koşullarda “ağırlamak” ve “rahatlatmak” için İstanbul genelevleri beyaza boyanıp hayat kadınları muayene edildi diğeri de Dolmabahçe’nin hemen yanındaki Valide Sultan Camii’nin minareleri arasına “Welcome” mahyası asıldı. Bu iki şeyin etkisi günümüze kadar ediyor çünkü o gün minareler arasına asılan bu mahya hala kafalardan indirilmedi.

Artık bu fikir yalnızca yaşam biçimini yansıtmıyordu, bu fikir aynı zamanda inancın bir parçası olmuştu. Amerikancılık için her şey mubahtı. Zira Misuri’nin gelişi, Marşal Yardımı, Truman Doktrini ve ABD ile imzalanan ikili anlaşmaların hepsi bunun işaretiydi.

Ama bir şey eksikti. Amerikancılığın Türkiye’de tutması için Amerikancı lider ve yöneticilere ihtiyaç vardı. Bunu da Eisenhower Vakfı üzerine aldı ve ilk yetiştirilen yöneticilerden biri de Süleyman Demirel’di. Ardından Türkiye’de yükselmek isteyen herkes kendisine göz kırpan herhangi bir Amerikan bursuna yeşil ışık yakıyordu. Amerika’da okumak Türkiye yönetiminde yükselmek veya önemli bir makama gelmenin şartı haline geldi. Aynı zamanda “sadık dindarlar” yetiştirmek için çalışmalar başlatıldı. Zaten Cami’ye asılan o “Welcome” mahyası, Türkiye’nin gelecekte “din” ve “dindar” kullanılarak ABD güdümüne sokulacağının ilk işareteydi. Ama kimse bu mahyayı asanların, 23 yıl sonra, İstanbul’a gelen Amerika’nın 6. Filosunu kıble yapıp karşısında namaz bile kılacaklarını tahmin etmemişti. 

Lakin Amerikancılık artık devletin içine sızmıştı. Her ne kadar toplumda yeterli bir yere sahip olmasa da kurumlardaki yeri gitgide güçleniyordu. Ama 1969’da 6. Filo İzmir’e geldiğinde protestoyla karşılaştı. Antiemperyalist nam-ı diğer Anti-Amerikancı öğrenciler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları ve hatta en ilginci hiç kuşkusuz İzmir “genelev çalışanlarıydı”. 1946’da Misuri zırhlısını “çiçeklerle” karşılayan İstanbul genelevlerinin aksine, 1969’da İzmir genelevleri ABD askerlerine kapılarını kapatarak dünyada görülmemiş bir eyleme imza attılar. Anti-Amerikancılık fikri gitgide halk arasında rağbet görüyordu. Yöneticiler buna bir dur demeliydi ve bu İstanbul’da durduruldu. Zamanın sadık dinî liderlerimiz de Amerika ile yaptığımız antlaşmayı ölümsüzleştirmek için 16 Şubat 1969 Pazar günü Dolmabahçe’de demirli 6. Filo’ya ait bir gemiyi “kıble” yapıp “cihat” namazı kıldırdılar. 

Bu olayların üzerinden yıllar geçti. Amerikancılık büyüyerek devam etti. Bu süre zarfında ben Amerikancı (tabi buna Almancı da tabi) olmayan tek bir yöneticiden haberdar olamadım. Hele son yıllarda Amerikancı dini liderlerin etkilerinin artmasıyla daha da fena bir duruma düştük. 

90’larda da Amerikancılık olmasına rağmen yöneticiler bunu kendileriyle ilişkilendirmiyorlardı, Amerika’nın lehine her türlü faaliyette bulundukları halde Amerikancı olduklarını söylemezlerdi, bunu ayıp bulurlardı. Ama son on yılda Amerikancılık pirim yaptı. Amerika ile ilişkili olmak halkın da yöneticilerin de nazarında prim yapıyor.

Ve bu durumun artık seçimlere alenen yansıdığını görüyorum. Bu seçimlerde Mardinli iki aday adayına baktığımda Amerikancılığın kanımıza ne kadar işlediğini görebiliyorum. 

Bu adaylardan biri Müslüman diğeri Hristiyan. Biri Süryani, diğeri Kürt. Biri ülkenin en iyi okullarında okumuş, diğeri ilçedeki liseye gitmiş. Biri lise mezunu, diğeri doktorasını yapmış. Biri fikir çalışanı, diğeri esnaf. Biri dünya insanı, diğeri de ancak Mardinli. Ama ikisinin de ortak noktası Amerika. Biri arkasına beyaz sarayı almış ve sanki beni seçin sizi buradan yöneteyim diyor. Diğeri de arkasına özgürlük abidesini almış ve sanki beni seçin sizi özgürleştireyim diyor.

Yarım asırda Amerikancılığın geldiği nokta bu işte. Gerçi hocalarımız daha hutbelerine Amerika’yı eklemediler ama olsun Amerika’nın özenle beslediği Amerikancı bir hocamız Türkiye’deki Müslümanlar için “ABD’nin egemenliğinin zayıflamasından kaygı duyulmalıdır” diyebiliyor.