Yeşile çalan Mavi Marmara

KÖŞE YAZISI

“Mavi Marmara” gemisi hazırlıklarını sürdürürken “neden hep Gazze?” sorusu aklıma geldi. Hep Filistin ve Gazze. Başka bir şey yok. Sanki dünyada bu halktan mazlum bir halk yok. Bunu düşünürken acaba coğrafi olarak Gazze’ye aynen Türkiye kadar uzak başka Müslüman ülkelerde de Gazze halkı mazlumiyet sıralamasında ilklerde mi diye baktım. Sonuç Türkiye kadar Gazze’yi ve Filistin’i önemseyen başka bir ülke bulamadım ve bunu biraz araştırınca olayın içi yüzünün aslında o kadar masumane olmadığını ve bunun ucunun Filistin’den çok bize değdiğini görünce Türkiye’den çok İsrail’i anlatayım dedim.

Bizim yani Osmanlının Filistin ile sorunumuz pek sorunu olmadı. Gerçi bir ara Filistin eşrafı İngilizlerin “Suriye ile Filistin birleştirilip bağımsız bir ülke yapılacak” sözüne inanıp Osmanlıya sırt çevirmişseler de “Belfour Bildirgesiyle” oyuna geldiklerini anladılar. Ama iş işten geçmişti artık, Osmanlı da yoktu. Artık sorunu kendi başlarına çözmeleri gerekiyordu. İşte bu arada Şeyh İzzettin al Kasım gibi liderler ortaya çıkıp halkı örgütlediler. Diğer taraftan Mısır’da Hasan el Benna 1927’de Müslüman Kardeşleri kurdu ve Filistin meselesine önem verdi. Hasan el Benna’nın Kardeşi Abdurrahim bunun için Filistinde Cemiyet-ül Tevhid adıyla örgütlendi ve kısa sürede Gazze örgütün kalesine döndü, çünkü Gazze halkı müteasıp Bedevilerden oluşuyordu bu da dini örgütlenmeyi kolaylaştırıyordu. Bu görünen nedendi. Ama gizli bir diğer neden ise Gazze’nin adeta yardım merkezi haline dönüşmesiydi. Tabii o zamanlar “Mavi Marmara” yoktu ama onun yerine “Rahmet Katarları” vardı. Yardımlar deniz yoluyla değil demir yoluyla Gazze ulaştırılırdı. Bu sayede Gazze halkı o günden beri yardıma kasten alıştırıldı. Müslüman Kardeşler Gazze’de Mısır’dan getirdikleri yardımları dağıtırken halkın dini seviyelerini artırıyorlardı ve onları örgütlüyorlardı.

Ama 1950’ye gelindiğinde siyasi rüzgâr da değişti. Bir yanda Türkiye İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olarak İsrail’e destek olurken Arap Nasyonal-Sosyalist hareketi de etkin bir güç oldu ve “Müslüman Kardeşler” sempatizanları da Gazze’de Baasçı oldular. Filistin Kurtuluş Örgütünü (FKÖ) kurdular. Bu örgüt İslamcıları, Milliyetçileri, Sosyalistleri ve hatta Liberalleri bir araya getiren laik-yurtsever bir cephe örgütüydü ve El Fetih de zamanla bu cephedeki en güçlü örgüt oldu. Tabikii Sovyetlere yakın FKÖ bir anda Amerika’nın ve İsrail’in can düşmanı oldu. Lakin Filistinlilerin havası 1967’deki mağlubiyetle söndü. Filistin halkı içine kapandı ve bu süreç 1975’e kadar devam etti. Bu tarihe kadar siyasi faaliyetlerde bulunmayan Müslüman Kardeşler tekrar örgütlenip aktif oldular. Çünkü Filistin’in patlamaması gazının alınması gerekiyordu bunun içinde İsrail mevcut örgütlerden istifade ediyordu.

İsrail İslamcıların, Milliyetçilerin ve Sosyalistlerin oluşturduğu cepheyi dağıtmak için “Yeşil Kuşak Stratejisi”ni hayata geçirdi. İlk iş olarak Filistin halkını Müslüman olan ve olmayan şeklinde böldü. Bunun için İsrail radyosu her sabah Arapça dini programlar yayınladı. O yetmedi Arapça dini kitaplar bastırdı, sadece Gazze’de 200 olan cami sayısını 600’e çıkardı, o da yetmedi Kudüs, El Halil ve Gazze’de İslam üniversitelerini kurdu. Ama bunun karşılığında milliyetçi ve sosyalist yayınları yasakladı. Bu sayede İsrail Nasyonal-Sosyalist Gazze’den İslamcı bir Gazze yarattı.

Bu durum tam da İsrail’in arzuladığı gibi Filistin Cephesinin bölünmesine sebep oldu. Müslüman Kardeşler Cepheden ayrılarak Gazze’de Hamas kurdular. Diğer tarafta Yaser Arafat da el Fetih’i aldı. Sonra da birbirini öldürmeye başladıklarında aslında İsrail emeğinin karşılığını alıyordu.

Oysa Türkiye’nin Gazze ile esas alakası Kenan Evren’le başlıyor çünkü İran İsrail ve Amerika’ya sırtını dönünce Türkiye de bu “Yeşil Strateji”ye dâhil edildi. Türkiye de aynen Gazze’deki gibi Müslümanlaştırıldı. 1985’lerden itibaren sürekli dini kitaplar basılmaya başlandı. Çevrilmedik bir tefsir, hadis veya dini bir konuyu elan alan bir kitap bırakılmadı. Ben hatırlıyorum o zamanlar sürekli yeni kitaplar çıktığından almaya para ve okumaya da zaman yetiştiremiyorduk. O dönem Türkiye yeşilin tüm tonlarına boyanırken, kızıla çalan tek bir şey bırakılmadı ve bunun karşılığında o dönemde de Türkiye İsrail ile onlarca anlaşma imzalandı. Sadece 1993 – 1996 yılları arasında 12 anlaşma imzalandı.

O dönem Türkiye İsrail ile kaynaştıkça Gazze de dile gelmeye başladı. Önce Kudüs, sonra Filistin ve Gazze dile geldi. Bir elimiz İsrail’e çalışırken diğer elimizle “ah Gazze” diye dizimiz vuruyorduk. Yardım konvoyları gönderiyorduk. Bir yandan İsrail’i lanetlerken diğer yandan savaş uçağı pilotlarına ev sahipliği yapıyorduk. Bir yandan Gazze’ye yardım konvoyu gönderirken diğer yandan bunun parasını çıkarmak için İsrailli turistleri davet ediyorduk. Sürekli Gazze’ye yardım ederek bu halkı o kadar çok yardıma alıştırdık ki artık devlet olmayı bile ancak bir yardım olarak kabul edebilecek hale geldiler.