Yerel Seçim Dersi, Rojava ve BDP’ nin Sonu – 3-Son-

YEREL SEÇİM DERSİ, ROJAVA ve
BDP’ NİN SONU – 3-Son-
-Demokrasi İsteyenlerin de Demokratikleşme Zamanı Gelmedi mi?-
Türkiye tarafında süreç aksayınca, dikkatler, Batı Kürdistan (Rojava: Batı)’a
döndü. PKK saflarındaki Suriye Kürdistanı kökenli neredeyse tüm gerillalar,
“Rojava” ya kaydırıldı. Orada emr-i vaki olarak patlak veren sorunlar, herkes
tarafından kaşındı; bölge devletleri, dünya devletleri, taşeron örgütler, selefi
çeteler, yani ilgili herkes oradalar…
Suriye Kürdistanı’ nda otuz kadar Kürt Partisi ve örgüt vardır. Barzani
çizgisinde, Talabani çizgisinde, Apo çizgisinde vs. irili ufaklı yapılanmalardır
bunlar. Ancak bu kritik dönemde bunların aralarında birlik, beraberlik de
yoktu. Federal Kürdistan Başkanı Mesud Barzani, bu partileri, rejimin
etkisinden kurtarmak ve üçüncü bir güç haline gelmelerini sağlayabilmek için,
duruma el attı. Tüm Kürt parti liderlerini Hewlêr’ de toplayıp aralarında bir diyalog
başlattı. Onlar da, bu fırsatı doğru değerlendirerek, onun başkanlığında kendi
aralarında uzlaşıp anlaştılar.
Kürt partileri, Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani başkanlığında
yapılan 12 Temmuz 2012 ‘deki toplantıda, 7 maddelik “Hewlêr Antlaşması” nı
imzaladılar. Sonra 24 Temmuz 2012’de Qamişlo’ da toplanan ENKS (16 parti) ve
MGRK(PYD, TEV-DEM), “Deste ya Bilind a Kurdan( Yüksek Kürt Konseyi)”ı oluşturup,
kuruluşunu ilan etti. Konsey 10 kişiden oluşuyordu; ENKS 5 kişi, MGRK’ de 5
kişi olacaktı. Ayrıca üç komite daha
kurulacaktı ve her iki taraftan beşer üye bu komitelerde yer alacaktı. Ancak mücadele
için her ne gerekiyorsa(askeri, siyasi, ticari, diplomatik, sosyal), her şey,
bu konseyin ortak kararıyla yürütülecekti. Rojava Kürdistanı’ nın ortak karar
mekanizması bu konsey olacaktı.
Barzani, taraflara çok önemli bir şart da koşmuştu; “Eğer birlik ve beraberlik
içinde hareket ederseniz, alacağınız karar ne olursa olsun, size her türlü
desteği vermeye hazırım; ancak birlik olmazsanız ve ayrı hareket ederseniz,
ben, hiçbir partinin egemenlik kurma yanlışına ortak olamam, desteğimi çekerim”,
demişti.
Çok geçmeden, PYD, YPG adındaki silahlı güçleriyle, Yüksek Konseyi takmadan ve
hesaba katmadan, kendi başına hareket etmeye başladı ve her yerde, tek başına
egemen olmak için çabaladı. Kürtlerin birliği yara aldı; aralarında güven
kalmadı. Sonradan yapılan ikinci Hewlêr toplantısındaki uzlaşmalar da aynı
yaklaşımlarla sonuçsuz kaldı. PYD, YPG güçleriyle konseyin diğer kanadına ait
partilerin üyelerini tutuklamaya ve onlara işkence yapmaya da başladı.
Gösterilerini basarak engellemelerde bulundu. Bu durum elbette Mesud Barzani’
yi hem üzüyor, hem de kızdırıyordu. Çünkü o parçadaki Kürtler, bir tarihi
fırsatı ( belki de bir federasyon olabilmeyi) elden kaçırabilirlerdi. Bu
tehlike vardı ve kapıdaydı.
Ayrıca her ne hikmetse, o arada, Serêkanîyê vb. yerlerde YPG’nin, El Nusra ve
DAİŞ/İŞİD gibi selefi örgütlerle çatışmaları başladı. Çatışmalar yer yer sürdü.
Selefi örgütler, dışardan eleman devşiriyorlardı; Kuzey Kürdistan, Güney
Kürdistan da dahil, Çeçenistan, AB ve çeşitli Arap ülkelerindeki benzer
çetelerin kanalıyla savaşçı topluyorlardı.
Ancak Güney Kürdistan Hükümeti, Batı Kürdistan sınırında, DAİŞ çeteleri ve kaçakçılara karşı önlem olarak hendek kazdılar. PYD ise, buna, sanki Suriye Kürtlerine (özünde kendilerine) karşıymış gibi değerlendirdi ve adeta bir psikolojik savaş verircesine tepkiler koydu ve nerdeyse sanki bir ihanetmiş (güya Kürtleri parçalıyormuş) gibi kamuoyunu, KDP ve Güney Kürdistan Hükümetine karşı kışkırtarak şartlandırma yolunu izledi. Oysa PYD/YPG, meşru ve resmi olan Semêlka kapısını kendileri kapalı tutuyorlardı. Ben, bu yaman çelişkiyi bir Kürt olarak, hala anlamış değilim?
PYD/YPG’ nin bu garip tutumu çok komik geliyor. Şöyle ki; Semêlka kapısı varken ve batı tarafı kendi kontrollerindeyken; giriş-çıkışlar kendi denetimlerindeyken, kullanmıyorlar; (ilginç bir tutumla) bu geçiş kapısının dışındaki yerlerde, Güney Kürdistan Bölgesi Hükümeti’nin sınır kontrolüne karşı geliyorlar; neden? Güney Kürdistan, kendi güvenliği için belli bir mesafede sadece araçlar geçmesin diye, hendek kazıyor ve buna, Kürtlerle toprak sorunu olan hiçbir komşu devlet bile ses çıkaramazken (Çünkü G. Kürdistan meşru hakkını kullanıyor), KCK/PYD/YPG/Apocular ise, buna müthiş karşı çıkıp, karşıt protestolar düzenliyorlar. Bir de sözüm ona, bu hendekler, Kürtleri bölüyormuş, diyorlar. Biz mi uzaydayız, onlar mı uzaya çıkmışlar? Zaten bölünme önceden vardır. Gerçekten bölünmeye karşıysalar, dört parçada “Bağımsız Birleşik Kürdistan” tezini, Suriye krizinden çok önce niye terk ettiler?
İşte Türkiye-Suriye sınırı da, Türkiye-Irak sınırı da, Türkiye-İran sınırı da Kürtleri bölmektedir. Üstelik bu sınırlar, dikenli tellerle, mayın tarlalarıyla, gözetleme kuleleriyle, iz tarlalarıyla casus uçaklarıyla korunmaktadır. Kürtleri, ebediyen birbirlerinden koparmayı hedeflemektedirler. Neden bütün bunlar dururken, Güney Kürdistan’ın, (sadece 17 km. lik) sınırını, sadece selefi teröristlerin ve kaçakçıların geçişlerini önlemek için kazdıkları bu hendeklere karşı çıkıyorlar? Üstelik Semêlka gibi meşru bir geçiş kapısı varken ve kendi denetimlerindeyken…
Garip değil mi; Güney Kürdistan Hükümetine (Özellikle KDP ve Başkan Barzani’ ye karşı olan) Apocuların adeta kıyametler kopartan bu protestoları karşısında, egemen devletler, hiç bir tepkide bulunmuyorlar. Aksine, en çok da Suriye, İran devleti ile Irak Maliki Hükümeti, bu protestolarını zevkle izliyorlardır ( Belki de, gizliden gizliye onların bu tepkilerini, içlerine ajanlarını sokarak, kışkırtıp teşvik bile ediyorlardır). Egemen devletlerin bu sessizlikleri bir tehlikeyi işaret ediyordur. Böylesi durumlarda, Kürtlerin dikkatli davranması ve uyanık durmaları gerekiyor. Geleceğe dair Kürt karşıtı planlar olmalı ki, şimdiden tuzaklamalar yapılıyordur.
KCK/PYD/YPG, Güney Kürdistan Bölgesi Hükümetinin başarısını mı istemiyorlar; varlığına mı karşılar, belli değildir. Yoksa onlar, DAİŞ ve kaçakçıların sınır geçişlerini kolaylaştırmak mı istiyorlar? Bunda maddi bir çıkarları mı vardır? Böyle olursa, o zaman, acaba şimdiye kadar DAİŞ ve El-Nusra ile danışıklı dövüş mü yapıyorlardı, diye düşünmeden edemeyiz. Kürt halkına; “ya bizi seçeceksiniz, ya onları, başka seçeneğiniz yok”, dedirtmek için olabilir mi? Zaten halk arasında DAİŞ’ in Suriye rejimince desteklendiği söyleniyor ve aynı iddia PYD/YPG için de söyleniyor. Bu çatışmalar, Suriye rejiminin bir oyunu da olabilir mi? Ateş olmayan yerden duman çıkmazmış, derler ya böyle...
Bir şüphe daha var; PYD/YPG, neden Suriye devleti ve askerleriyle
savaşmıyor da, tam da Başkan Mesud Barzani, ( Güney için) bağımsızlıktan
bahsettiği (ve uluslararası koşullar da uygun hale yaklaştığı bir) sırada, KDP
ve Güney Kürdistan yönetimine karşı bu yaygara koparılıyor. Malum, onlar, “ulus
devlet” e de karşıdırlar; ama buna, sadece Kürtler söz konusu olunca
karşıdırlar. Korkarım asıl sebep de bu olsa gerektir. Ama neden?
Ayrıca Güney Kürdistan’ın bağımsızlığını komşu ülkeler de istemiyor; özellikle,
İran, Suriye ve Irak Maliki Hükümeti (Belki Türkiye de). Ayrıca İran, olası
bağımsız bir (Güney) Kürdistan oluşumunun denize ulaşmasını asla istemez;
dolayısıyla Rojava Kürdistanı güçlerinin Güney ile barışık olmasını asla
istemez ve orayı karıştırmak için ellerinden geleni yapacaktır.
Üstelik Apocular, Suriye devletine karşı değiller, Suriye askerlerinin Qamışlo’ da olmasına ve oradaki bir meydanda Hafız Esed’ in heykelinin hala duruyor olmasına razılar, Oradaki Suriye devlet kurumlarına ve Kürt memurların maaşlarının da bu devlet kurumlarınca ödenmesine de karşı değiller. Aynı meydanda rejim güçleriyle birlikte aynı gösteride, aynı karede bile bulundular. Ancak, Suriye Kürdistan’ında, kendi dışındaki diğer yurtsever Kürt partilerin ve örgütlerin çalışmalarına karşıdırlar. Onlarla birlikte, Kürdistan’ı savunmayı ve yönetimde beraber olmayı asla istemiyorlar. Kendilerinden başkasını hazmedemiyorlar. Niçin? Yoksa kendi kararları, (iddia edildiği gibi) gerçekte başkalarının elinde midir? Yani özgür değiller midirler? Kendi iradeleriyle her gittikleri Hewlêr’ de, “birlik” yönünde karar alıyorlar; Suriye’ ye döndüklerinde bu karar hemen bozulabiliyor. Yani sihir, hep Suriye’de bozuluyor...
PYD/YPG, neden kendi dışındaki Kürt partileri ve örgütleriyle birlikte, demokratik mücadele yolları olanağı dururken, ısrarla, onlara, onları teslim almak istiyormuşçasına, kendilerine katılmalarını ve emirleri altına girmelerini dayatıyor? Neden? Galiba Kürt düşmanları da Kürtleri tam da bu halde görmek ister; barışık olan Kürtler yerine, çelişen ve çatışır halde olan Kürtleri isterler!.. Yani birileri, Kürt ulusuna demokrasiyi ve güç birliğini çok görüyor.
Bu kanıya, internette ilgili tüm tarafların demeçlerinden, video konuşmalarından varıyorum. Hatta Salih Muslim, Avrupa’ dayken; “Sayın Mesud Barzani’nin, kendilerine silah ve para yardımlarında bulunduğunu”, itiraf ediyordu (aslında bu bir ihbardı). Esed rejiminden kopmadıkları iddialarının yanı sıra rejim adına petrol kuyularını beklediklerine dair belgeler yayınlandı. Asayiş hariç, tüm rejim kurumları, “Rojava”da (Özellikle Kamışlo ve Haseki’de) hala faal duruyor. Kamışlo’ da rejim Hava alanı açık olduğu, Hafız Esed Heykelinin ve binlerce rejim askerinin oradaki varlığı, vb. gibi, ortada olan birçok açık delil bulunduğu halde, (net olmayan kaçamak bir dille)” rejimle bağları olmadığını” söylüyorlar. Sadece, “Suriye rejimi, bize karışmıyor”, diye alaylı bir cevap veriyorlar bazen. Bu yaklaşım, Kürdî ve Kürdistanî olabilir mi? Bu durum, Kürtler için üzücü ve acı değil midir? Bu durum, insanı düşündürmez mi?
Kendi dışındaki Kürt Parti ve güçlerine karşı sergilenen bu tutum da demokratik
değildir ve olamaz. Oysa birlikten kuvvet doğar, prestij doğar. Eğer gerçekten
Kürt yurtseveriysek ve gerçekten demokratsak; değil örgütlü Kürt partilerini
dışlamak, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinde sıradan bir dul kadına bile
ihtiyacımız olacaktır. Bu bilinç ve inançta olmak gerekiyor.
Artık (diktatörlüğü çağrıştıran bu) sekter tavırlardan kurtulup (tüm Kürt
partileri olarak) demokratikleşmek gerekiyor. Suriye Kürdistanı’ ndaki tüm Kürt
parti, örgüt ve şahsiyetlerin bir arada ve ortak paydalarda birlikte hareket
etmelidir ki; rejime ve muhalefete karşı ve diğer dış güçler karşısında
Kürtler, bundan saygınlık ve prestij kazanabilsinler.
Kesinlikle, “Rojava’ da”, yani Suriye Kürdistanı’ nda, askeri, siyasi ve
demokratik bir güç birliği şarttır ve bu acilen sağlanmalıdır. Aksi bir durum,
Kürtlere zarar; düşmana da yarar sağlayacaktır. Demokrat isek eğer, öncelikle
kendi içimizde ve sonra kendi halkımıza ve onun yurtsever güçlerine karşı
demokrat olmalıyız; Kürt dışı güçlerini önceleyerek değil!.. Dolayısıyla,
demokrasi nimetlerinden, öncelikle kendi halkımızın ve onun demokratik
güçlerinin faydalanmasını savunmalıyız. Her bakışımız ve yaklaşımımız Kürdî ve
Kürdistanî olmak zorundadır. Çünkü halkımızın düşmanları çoktur.
Yani “demokrat” demekle demokrat olunmuyor; onu, icraat ve pratiklerimizde de göstermek gerekiyor. Tıpkı “devrim” demekle de devrim yapılmış sayılamayacağı gibi… “Rojava Devrimi” ni yaptıklarını söyleyen PYD/YPG, kime karşı devrim yapmış, kim-i/leri devirmiş; Suriye Kürdistanı devrimi yapılacaksa, bu devrim, Suriye devletine ve rejimine karşı yapılması gerekmiyor muydu? Oysa Suriye Kürdistanı’nda, Suriye devleti, asayiş dışında, tüm kurum ve kuruluşlarıyla “Rojava” da hâlâ vardır. Qamışlo’ da, Suriye Devleti’nin binlerce askeri ve istihbaratı resmen ve alenen kurumsal olarak bulunuyorlar. Orada, pervasızca ve alenen mitinglerini yapabiliyorlar ve mitinglerinde, Suriye rejimi ve Beşar Esed lehine özgürce sloganlar atabiliyorlar. Bu vaziyet yetmiyormuş gibi; bir de Kürdistan’ ın bu en küçük parçasını da param parça edercesine, üç ayrı “Karton” a bölünmüştür. Bu Kürdistanî bir yaklaşım olabilir mi, Kürt halkının yararına olabilir mi? Hiç sanmıyorum.
Kantonlar oluşturmakla, bizi, irademiz dışında dört parçaya bölünmüş Büyük Kürdistan’ın birleştirilmesi hayalinden uzaklaştırıcı bir yaklaşım olması bir yana; aksine, ülkeyi daha da parçalayıcı ve her Kürdün o güzel hayalinin yolunu tamamen kapatıcı bir tutum ve siyaset sergilenmiş olunuyor. Bu yol, sağlıklı ve doğru bir yol olamaz. Kanton, bir ulus içinde yok olmaya yüz tutmuş, ama bir arada yaşayan küçücük bir halkı kurtarmaya yönelik olabilecek bir statüdür; kocaman bir ulus olan Kürtlere bu reva görülüyorsa, bu bir hakaret değilse, akıl tutulması gibi bir şey olur ancak.
Ulus devlet devri bitti, diyerek; neden Suriye devletinin varlığı
savunulur da, Kürdistan’a devlet çok görülür veya onu, üç Kantona bölmeyi reva
görmek şirin gösterilmek isteniyor?.. Neden Türkiye, devletinin varlığı
savunulur da, Kürdistan’a bir devlet çok görülüyor ve 20-30 milyonluk Kuzey
Kürtlerine, 6-7 Kantoncuk düşünülüp hoş gösterilmek isteniyor?.. Neden Irak
devletinin varlığı savunulur da; Güney Kürdistan’ın Federasyon oluşuna bile
tahammül edilmeyip, oranın “bağımsızlık” talebine, Irak devletinden daha fazla
karşı çıkılıyor?.. İran devleti için de öyle!..
Neden, “ulusal devlet” devri geçti, denildiği bir zamanda, dünyada bir
düzineden fazla yeni ulusal devlet kurulup, üstelik Birleşmiş Milletlerce
tanınıyorken; 40-50 milyonluk kocaman Kürt Ulusuna, devlet statüsü değil de,
sadece Kanton’ cuklar layık görülüyor?.. Bu ne akıl tutulması bir yaman
çelişkidir ki? Bu ne, düşmanından daha çok kendi halkına düşmanlıktır ki?.
Aklım bir türlü bunu almıyor işte.
Birleşik Bağımsız Demokratik Kürdistan hayalimiz saklı kalmak koşuluyla, ulusal ve uluslararası verili koşulların durumuna göre; en az Federasyon veya Konfederasyon hedeflemek gerekiyor. Güney için ise, kesinlikle “Bağımsızlık” hedeflenmelidir; dört parçadaki ve diyasporadaki bütün Kürtler de buna odaklanmalıdır, bunun mücadelesini vermeli ve aktif olarak destek sunmalıdır.
Bütün Kürt Partileri de, eleştiriye açık olmalıdır; eleştiriye
tahammülsüzlük, sadece PKK ve çizgisindeki partilere özgü bir hastalık
değildir. Meydanda sadece PKK ve çizgisindeki partiler olduğu için, zorunlu
olarak en çok onların üzerinde duruluyor ve eleştiri oklarından en çok onlar
nasibini alıyor… Ne yazık ki, bütün Kürt partilerinde aynı şekilde bir lider
kültü vardır; hepsinde partiye ve liderine eleştiri yapılmasına tahammülsüzlük
vardır, hepsinde eleştiri yolları tıkalıdır. Tek lider, tek parti, tek ideoloji
siyaseti bir diktatörlük vasfıdır; asla demokratik olamaz ve böyle bir gidişat
beraberinde demokrasiyi getiremez. Ne yazık ki bu yapılanma ve anlayış, Kürt
parti veya örgütlerinin en küçüğünde bile vardır. Bütün bunlar mutlaka
aşılmalıdır.
Bu tür örgütlenme anlayışı, Kemalist ve Baasçı zorunlu eğitim sistemi yoluyla bize
bulaştırılmış; tek lider, tek parti, tek ideoloji kültüründen bize de geçen
anti demokratik hastalıklardır. Bütün Kürt Parti ve örgütleri olarak,
demokratik örgütlenme kültürünü hızla öğrenmeli ve pratik hayata geçirmeliyiz
ki, tüm verimli ve yaratıcı değerlerimiz, ortaya çıkabilsin ve hızla bir
ilerleme sağlayabilelim. O zaman belki, tüm Kürt parti ve eğilimleri, birlik ve
beraberlik içinde bir safta buluşabilirler. O zaman belki, Kürtler, dünya
kamuoyunda gür bir sesle ve meşru bir güç birliğiyle, her alanda kendilerini kabul
ettirebilirler.
Parti içi gerçek demokrasi uygulanabilirse; her kadro ve her delege, demokratik
bir ahlak ile davranış sergileyebilir ise; her konu ve her karar, en demokratik
bir tarzda konuşulup, tartışılabilir ise, hiç bir problem yaşanmadan, tüm
sorunların hakkından gelinebileceğine inanıyorum. Eleştiri ve özeleştiri
mekanizması, en samimi duygularla, içtenlikle doğru bir şekilde işletilebilirse,
bu sosyal bilimsel yöntem sayesinde, sayısız donanımlı insanımız, hızla yetişecek
ve sonuçta kazanan toplumuz olacaktır.
Bu yol ve yöntemlerin, Kürt ulusuna çok görülmemesi gerektiğine inanıyorum.
Selam ve sevgiyle kalın.
M.Nazım Güler-13.06.2014
[email protected]
kadri şimşek
29.06.2014 / 20:15güzel tespit ler ellerinize sağlık. ..