Yeni Ufuklar İçin
İnsanın ve yaşamın ‘sabitleri’ ve ‘değişkenleri’ vardır.
‘Sabit’lerinde aşırıya ve ölçüsüzlüğe kaçan mutaassıplar ile, ‘değişken’lerinde ölçüsüz ve sınırsız olan savruklar hakikatten aynı şekilde uzaklaşırlar; biri katılaşarak, öbürü köksüzleşerek.
Bugün zihnini ve ufkunu dondurarak ‘katılaşan’ yaklaşımlardan bahsedeceğim.
İnsanlar arasında yaygın anlayış şudur; İyi insanlar beyaz atlara binip gittiler! Tarihin bir döneminde, insanların bir kısmı, hatta bazı coğrafyalar özelinde oluşan bilgiler, yorumlar, kabuller, eleştiriler, değerlendirmeler veya ictihadlar zaman ve toplum üstü kabul edilir. Tüm zamanlarda ve tüm olaylar bunlar esas alınarak hükme bağlanır.
Okunan her bir metin ve aktarılan her bir rivayet bunlara göre kutsal, mutlak, bağlayıcı ve aşılmazdır. Çünkü bunlar “kesin İnançlılar”dır.
Hangi bağlamda, hangi maksatla, hangi nedenlerle ve hangi surette söylendiği veya yazıldığını hesap etmeden ve bütünlüğü de gözetmeden rivayetlerde bulunurlar. Her bir cümle kendi başına bir hüküm cümlesi gibi muhatabın alnına çakılır.
Bunların hangi din, mezhep, tarikat, örgüt veya cemaat mensubu olması fark etmez. Bu bir zihin çalışma biçimidir.
İslam dünyasında keskin fırkalaşmanın, hizipleşmenin, taassubun ve çatışmanın önemli zeminini de bu anlayış oluşturur.
Ali Bardakoğlu bunu çok güzel özetlemiş; “12. asırda yazılmış, şekillenmiş fıkhi bilgilerin, İslam öğretimindeki bilgilerin ana malzemesini teşkil etmesi, farkında olunmadan “zihinleri tarihe kilitlemek” ve “verili bilgileri tarih ve toplum üstü yapmak” şeklinde özetleyebileceğimiz birbiriyle irtibatlı iki ciddi soruna yol açabilmektedir...
Şimdi bugünkü dünyaya siyaset, demokrasi, özgürlükler adına bu eski bilgiyi sunmak, tıpkı insanlığı hür-köle, vatandaşlığı Müslüman-zimmi ayrımı içinde ele almak gibidir. (İslam’ı Doğru Anlıyor muyuz)?
13 Ağustos 2013 günü YÖK toplantısında İlahiyat fakültelerinde felsefe, sosyoloji, tarih, hatta musiki dersleri kısmen kaldırılmıştır. Yapılan itirazlar üzerine 19 Eylül 2013’te YÖK kararı kaldırılmış İlahiyatlarda felsefe dersleri tekrar konulmuştur.
Oysa Felsefe/felsefi düşünüş sorgulamayı, muhakemeyi ve tutarlılığı teşvik etmekte ve zihin konforu ile ezberi bozmaktadır.
Tarih ve sosyoloji okumaları, tarihsel ve toplumsal bağlamını gösterdiği için ‘zaman ve toplum üstü’ kılınan metinlerin ve kişilerin kutsallığını sarsabilir ve beşeri etkileşimleri hatırlatabilir.
Selefi(ci)lerin “metin” eksenli okumalarda lşiteral/lafzı esas alarak bağlam, kapsam, maksad, hikmet ve illeti gözetmeden ahkâm kesmeleri ciddi sorunlara (tekfir, dışlama, çatışma) yol açmaktadır.
Konfüçyus’a, eğitim ile ilgili neye öncelik verirdin diye sorulduğunda; “çocuklara soru sormayı, büyüklere de yeni kavramlarla düşünmeyi öğretirdim” der.
Şatıbi, tümdengelim manasında “istiksar” kavramını kullanır. Yani Kuranın geneline serpiştirilen maksat ve hikmetin gözetilerek bir hükme varılması…
“Dili sadece 'vaz'î' kabul edip 'isti'mâl'ini dikkate almayan; manayı yalnızca hakikate hasredip mecâz ve kinâyeye kör olur. Mecâz ve kinâye'den yoksun bir kişinin dilinde de ne nezâket, ne de zarafet bulunur. Dil bilimlerine 'edeb bilimleri' denmesinin bir nedeni de budur” diyor İhsan Fazıloğlu.
Said Nursi tam da buna dikkat çekerek; “ahmaklar mecazi olanı hakikat olarak anlar” diyor.
Kelam ve felsefe bahsinde de durum aynı. Selefi(ci)lik’in te’vil ve yoruma zındık muamelesini de bu minvalde anlamalıyız.
Ebu Musab ezZübeyr ile Şafii karşılıklı şiir okuyorlardı. Şafii, cahiliyye şairlerinden Huzeyl’in şiirlerini ezbere okuduğunda; “Bunu ehl-i hadisten kimse bilmesin, buna katlanamazlar” demiş. (Yakut el Hamevi, Mu’cemül Udeba)
Yani kuru metinler dışında -soyut düşünme ve tartışmalar bir yana- mensubu olduğun mahallenin dışındaki kültürel kapıları zinhar aralamaman lazım! Cahiliyye şiirini okumak bile kişinin sapık ve zındık görülmesine yol açabiliyor.
Oysa Kutsal kitabımız Kuran; şeytanların, müşriklerin, münafıkların ve sapıkların iddia, soru ve itirazlarını bile ayetler halinde içine alan ve karşı-cevaplar ile bizi diyalojik tarzla eğiten bir muhtevaya da sahiptir.
Kuran bize, kendi mahallesine sıkışarak izole halde etraftaki duvarların yükseltilmesini değil; hikmet ve ma’ruf olana -nerede ve kimde olursa olsun- sahip çıkılmasını salık verir.
Kuran-ı Kerim, soru sormayı ve yeniden düşündürmeyi teşvik eder. Toplumsal ve düşünsel alışkanlıkları sorgular ve inançta tutarlılığı teşvik eder.
Kuran bir bütündür. Kurana bir bütün olarak vakıf olmayanların ayeti delil getirmesinin doğru olmadığını savunur Fahreddin el Razi.
İslam nurunun ilk şafağından Moğol ve haçlı istilasına kadar müslümanların bilim, eğitim, yönetim ve diyaloglarında bir özgüven ve ufuk vardı. Bu nedenle çağının zihin ve sınırlarını zorluyordu.
İçe kapanma, korunma, çekinme, diyalog ve temastan kaçma ise bizim güvensizlik, zayıflık ve aşağılık kompleksine kapıldığımızın göstergesidir. Bu dönemlerde ve bu şartlarda oluşan dini metinleri ve yaklaşımları esas alarak bugünleri anlama ve yaşama çabası ise tam bir anakronizmdir. Çağın ve gerçekliğin gerisinde olmaktır.
Oysa Müslüman; ufku, idrakı, yaklaşımı ve anlayışı ile çağları aşan olmalıdır; geçmişe mahkûm olan değil.
Ortaçağ Avrupa’sının dogmatik zihin çalışma biçimini İslam dünyasına uyarlayanlar, kaç asırdır bizi meskenet, cehalet ve taassuba mahkûm kıldılar.
Bundan çıkış yolu öncelikle bu skolastik zihin çalışma tarzını bırakarak ilk dönem Müslümanlarının eleştiren, meydan okuyan ve sorgulayan dinamik zihin çalışma tarzına yeniden dönmektir.