Yaşadığımız Şehir Ve Oturduğumuz Ev Üzerine

KÖŞE YAZISI

Şehir ve İnsan üzerine değerlendirmeler ilgimi çekiyor.  Mimari, sosyal, entelektüel, estetik ve felsefi alanlarda gözlem ve değerlendirmeye konu olacak birçok konuyu barındırır Şehir ve İnsan.

Sosyoloji, din, gelenek, doğa ve imkân ile kavgalı bir şehir ve ev tipinde ısrar etmek ciddi bir insanlık sorunudur.

1996 yılında İstanbul’da düzenlenen Uluslararası HABİTAT II toplantısını basından takip etmiştim. Daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi konferans tebliğlerini çok güzel bir baskı ile üç cilt halinde kitaplaştırdı. Şehir ve İnsan üzerine derinlemesine ve etraflıca konuşma notları var kitapta.

Mustafa Kutlu, gazete köşesinde buna dikkat çekerek ilginç sorgulamalarda bulunuyor; “Yirmi beş yıl önce yapılan “Habitat II Konferansı” münasebeti ile “Halkımız nasıl bir ev istiyor” konulu bir anket düzenlenmişti. Ülkemizin 46 şehrinde 6225 aile ile yüz yüze görüşülmüş ve şöyle bir netice ortaya çıkmıştı:

“• Bizde apartıman yaşantısının komşuluk ilişkilerini zayıflattığı söylenir. İçinde doğruları barındıran bu hükme rağmen insanlarımız apartmanda dahi komşuluğu sürdürmekte direniyor. Öyle ki ankete cevap verenler arasında “hiç komşuluk ilişkisi kuramayanların oranı %5. Ailelerin %80’i komşularından şikâyetçi değil. Müşterek şikâyet edilen en önemli husus apartmanın ortak kullanılan alanlarında temizliğe riayet edilmemesi.”

“• Aileler konuta girdikten sonra (yani apartmana) en çok balkonu kapatarak mutfağı genişletmek istiyor. Balkonlar birbirine yakın binalarda, ailelerin rahatça çıkıp oturacakları bir konumda yapılmadığından, balkonluktan çıkıp ardiye ve kiler oluyor.”

 “• Bir başka değişiklik ise geniş oda ihtiyacından kaynaklanıyor. Çokluk iki küçük oda birleştirilerek bir büyük oda elde ediliyor. Böylece Türk ailesinin daracık, küçümen dairelerde yaşamak istemediği iyice belirginlik kazanıyor.”

“• Ailelerin yaklaşık yarısı yemeklerini yer sofrasında yiyor. Masada yiyenlerin oranı %46’dır. İkinci bir önemli husus da mutfakların “yemek” için kullanılmadığı, yemeğin daha çok oturma odasında yendiğidir. (Mutfakta yiyenlerin oranı %28).

“•Türkiye’de ailelerin yaklaşık %70’i ayda 1-12 kez misafir kabul ediyor. Bunların %19’u ayda bir kez “yatılı misafir” ağırlıyor. Bu rakamlar halkımızın “misafirsever” olmakta devam ettiğini göstermektedir.”

“• Bayramlarda komşularını ziyaret edenlerin oranı %72. Hiç ziyaret yapmayanların oranı ise sadece %4.

Konut ve yerleşim eğilimleri konusunda çok küçük bir kısmını aktarmaya çalıştığım raporda, ülkemiz ve insanlarımızın “nasıl bir ev” istedikleri, bu evin inşası için neler yapılması lazım geldiği ayrıntıları ile dile getirilmektedir.

Aradan bunca yıl geçtikten sonra acaba aynı tutum devam ediyor mu? Türkiye hızla değişiyor. Aradan çeyrek yüzyıl geçti. Şehirlerimiz apartman ormanları ile doldu, sokakları otomobiller işgal etti. Trafik kangren oldu, can kayıpları arttı. Kısacası “tekinsiz bir mekâna ulaştık” (Dünden bugüne “bizim ev”, Yenişafak 02.02.2022)

Farklı ‘Medeniyet Tasavvuru’, ideoloji, dünya görüşü, bilim ve doktrinlerin; mezhep, cemaat, kabile, dil ve hatta farklı dinlerin mensupları, maalesef homojen bir apartman yaşamıyla yanlışta benzeşiyorlar.

Toplumsal yaşamın vücut bulduğu ‘şehir’ ve sosyolojinin en küçük ögesi olan ailenin meskûn olduğu ‘ev’ inşasında, başta belediyeler olmak üzere niçin bu kadar duyarsız ve gamsız durumdalar?

‘Tarım’ ve ‘Yeşil alanlar’ niçin gittikçe betona gömülüyor? Dünya kadar ekili ve dikili olmayan kıraç dağ ve bayır varken tarım ve orman alanlarına inşaat yapmak, inşasına izin ve ruhsat vermek, ya da göz yummak –yasalardan öte- vicdansızlık, haksızlık ve basiret bağlanması değil midir?

Şehir, başta güvenlik ve ticaret olmak üzere; konut, mahalle, cadde, sokak, yeşil alanlar, mabetler, çarşı-pazarlar, eğlence, mektep, kamu binaları vs. olmak üzere onlarca-yüzlerce farklı ihtiyacı bir arada gözeten ve yöneten yerleşim alanlarıdır.

Ev ise, daha özel ve daha bireysel talep ve ihtiyaçları karşılar. Huzur, sükûn ve mahremiyet başta olmak üzere; aile ortamı içinde inanç, kültür, estetik, yemek, misafir, akrabalık gibi soyut ve somut ihtiyaçlarını ve tercihlerini karşılamak üzere oluşturulan özerk ve özel yapılardır.

Yanlış bir yere dikilen, ya da kötü projelendirilmiş bir apartman nedeniyle şehir ve mahalle yüzyıllık bir sıkıntı yaşayabilmekte ve geri dönüşü olmamaktadır. Mardin örneğinde bu çirkin ve çarpık inşaatlar yapılmaya devam etmektedir. Bu bir kamu hukukudur ve bir memleket meselesidir. Bu, şehir ve meskûnları için bir beka meselesidir. Kadim şehrimizin asil ruhunun Yenişehir’deki ucube bloklarla örselemesine vicdanlar isyan ediyor artık.

1996 yılında Habitat zirvesi hazırlıkları çerçevesinde yapılan anket benzeri yeni bir çalışma yapıldı mı? Şehir ve ev ile alakalı ihtiyaçlar, beklentiler, eğilimler, tercihler açısından nasıl bir değişim yaşanmaktadır? Bunlar dikkatle değerlendirilmesi gereken hususlardır.

Türkiye’de birçok Kamu Kurumu ve Özel kuruluşun ilgi ve sorumluluk alanıdır bu. Özellikle de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Belediyelerin birinci derece sorumluluğu vardır.

Tabii ki siyaset kurumu, merkezi yönetim ve yerel yönetimlerin bu çalışmaların sonuçlarını gözetmesi ve buna uygun şehir planlamaları ve ev inşa etme sorumlulukları bulunmaktadır. Sivil Toplumun da bu konuda baskı unsuru olarak denetleme ve yol göstermesi gerekmektedir.

Şehir toplumun, ev ailenin yaşama alanıdır. Yanlış kararlar, insanın tamah ve açgözlülüğü ve bencilce yaklaşımlar neticesinde hayvanların doğal yaşam alanları iyice daraltıldı; şimdi de insanların yaşam alanları yaşanamaz hale geliyor galiba.

‘İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri nedeniyle yer ve gök fesada/kaosa sürükleniyor’.

Vakit varken dönmeliyiz.