Yarım Kalan Bir Hayat: Abdullah İbrahim / Haseki -3
Her an alabileceğimiz kötü bir haberin stresiyle iki ay daha geçti. Yaşadığımız korkuları misliyle yaşayan babam, bu duruma seyirci kalmak istemiyordu. Biz korkularımızla cebelleşirken o, verdiği kararla yapması gerekeni planlamıştı. Ne pahasına olursa olsun, abilerimi eve getirmeyi kafasına koymuştu.
Uykularımızın tamamen kaçtığı günlerden birinin sabahında, kendimize ait olan arabayla yola çıktı babam. Tek başına gitmesine gönlümüz razı değildi ama ona güç yettiremedik. Bir bilinmeze doğru gidiyordu. Ne olup biteceğini kestirebilmek çok zordu. Üzerimizden atamadığımız endişelerimize inat umutlarımızı büyütüp dua etmekten başka yapacak bir şeyimiz yoktu. Babam, ilk olarak Şam’ın yolunu tutmuştu. Askerlik görevini Şam’daki bir hastanede sürdüren abimin terhis edilmesi gereken zamanın üzerinden iki ay geçmiş ve hala terhis edilmemişti. Aradan geçen birkaç günün ardından abimle beraber eve dönen babam, evde adeta bir bayram havası yaratmıştı. Başta annem olmak üzere, hepimiz çok mutlu olmuştuk ama İdlip’te bulunan diğer abimin hüznünü de üzerimizden atamamıştık.
Babam Şam’a gitmiş, gizlice abimi görmüş ve kolladığı fırsatı yakalar yakalamaz abimi alarak firar ettirmişti. Ordunun vermediği teskereyi babam vermişti işte. Dönüş yolunda karşılaşabileceği bütün tehlikeleri göze almış ve bir şekilde eve ulaşmıştı anlayacağınız.
Bir süre geçirdiğimiz sevinç şokunun ardından abimi gizlemeye başladık. Zira yakalanması durumunda başına gelebilecekleri düşünmek bile istemiyorduk. Asla yakalanmamalıydı abim.
Sıra İdlip’teki abime gelmişti. Onun askerlik süresine henüz iki ay vardı ve tarafı olmadığımız bir kavganın orta yerindeydi. Bu kavgada onu kaybetme riskiyle karşı karşıyaydık. Ve bu risk gerçekten büyüktü. Şam’daki abimin getirilişinden iki gün sonrasıydı. Babam, İdlip yolundaydı bu kez. Ama İdlip’teki abimin askerliği henüz tamamlanmamış olduğundan onu almak çok zor ve tehlikeliydi. Babamsa ne zoru ne de tehlikeyi dinlememiş ve harekete geçmişti.