Yarım Kalan Bir Hayat: Abdullah İbrahim / Haseki -2

KÖŞE YAZISI

  Dera’da boy gösteren olayları televizyon haberlerinden duymuş ama hiç de önemsememiştik. Hayatımız normal seyrinde devam ediyordu. Sabahların erken saatlerinde işe gidiyor ve dönüşümüzü takiben oturduğumuz akşam yemeği sofrası sonrasında ise yorgunluğumuza yenik düşerek uyuyuveriyorduk. Ülkede olup biteni düşünebilecek durumda da değildik hani. Bizim kavgamız ekmek kavgasıydı ve bundan ötesine de mecalimiz yoktu zaten.

      Bizler işimizle, aşımızla uğraşırken Dera’da başlayan olaylar başladığı yerde kalmamış ve ülkenin diğer kentlerine de sıçramıştı. Bizler, bu olayların gelip geçeceğini düşünüyor ve işimize bakıyorduk. Ailemizde durumun farkına varıp iyiden iyiye endişe duyan bir tek kişi vardı o da babamızdı. Babam, çocuklarını koruma içgüdüsüyle askerdeki abilerimi bir an olsun aklından çıkarmamış ve bu olayların başlamasıyla beraber akıbetlerinden endişe duymaya başlamıştı. Asker olan abilerimin durumu onu iyiden iyiye korkutmuştu.  Üzerinden atamadığı bu olumsuzluğu da bizlere hissettirmemeye çalışıyordu.

       Babamın bize hissettirmediği endişelerinin ardından iki ay geçmişti. Abilerimden birinin terhis zamanı gelmiş olmasına rağmen terhis edilmemiş, diğer abimse Şam’dan alınıp İdlip’e gönderilmişti. Askerdeki abilerimle ilgili olarak gelen bu haberden sonra bizler de endişe duyduk ve durumun vahametini kavramaya başladık. Abilerimden bir tanesinin terhis edilmesi gereken tarihi takiben geçen her bir gün, bizlere işkence gibi gelmeye başlamıştı. Eskisi gibi, iş dönüşü yenik düştüğümüz yorgunluğumuza artık yenilmiyor, vücudumuza karşı gösterdiğimiz dirençle uyanık kalıyor ve ülkede olup bitenlere kulak kabartmaya çalışıyorduk.