“Wa hatin pêşmergên me..."

Wa…Pêşmergê…Katyuşa destê..
Kürt tarihinde ilk defa Kürdistan Ordusunun belkemiği olan Pêşmerge Federal Kürdistan Parlamentosu’nun çıkardığı tezkere ile (23 Ekim 2014) Rojava Kürdistan’a geçmek amacıyla Bakur Kürdistan’ında açılan “koridoru” kullanmak üzere Başûr Kürdistan’ından hareket etti. Ağır silahlarla (Katyuşa Roketatarları, Uçaksavarlar, toplar ve zırhlı araçlar ), karayolu kullanarak Kobanê’ye, IŞİD ultra-terör örgütüne karşı YPG güçlerine yardım etmek için yola çıkan Pêşmerge konvoyunun geçeceği güzergahta halk karşılama hazırlıklarına erken başladı. Besbelliydi ki Pêşmergenin geçişi Kürt halkı arasında heyecan ve sevgi yaratmıştı. Zira halk “ala rengin” ile peşmergenin geçeceği Silopi, Cizre, Nusaybin, Kızıltepe, Viranşehir ilçelerini ve çevre köylerini donatmıştı. Kimi yerlerde davul-zurna eşliğinde halaylar çekildi. Ellerinde birkaç aylık bebekleri olan kadınlardan tutalım yetmiş yaşlarındaki insanlara kadar herkes heyecanı bir bekleyiş içerisinde ve sabırsızlıkla bekliyordu. Kızıltepe, Kızıltepe olalı böyle heyecan yaşayamamıştı; tabiri caizse Kızıltepe’de bir ulusal “kıyamet” yaşandı. Özellikle Peşmerge konvoyunun halkla teması olduğu anda coşku zirveye çıktı. Halk pêşmergeyi bağrına bastı; dualar okundu; kurban kesildi.
Peşmerge konvoyunun geçişinin yarattığı atmosferin analizini sonraya bırakarak PÊŞMERGE kavramının ne ifade ettiğine bakalım.
Pêşmerge, Kürdistan’ın kurtuluşu için savaşan profesyonel denebilecek savaşçıdır. Pêşmerge, sadece savaşçı olmayıp aynı zamanda Kürtler arasında bağımsızlık ruhu ve fikrinin taşıyıcısı da olmuştur. Kürdistan’ın ve Kürdistanlıların kurtuluşu için hep umut olmuştur. Kürdistan’ın dört parçasında da genel kabul taşıyan bir yapıya sahip olmuştur. Kürt halkının ulusal önder olarak kabul ettiği Molla Mustafa Barzanin askeri dehasıyla yaratılmış “gerilla” kavramıyla eşdeğer anlam taşır. Kendine has giyimiyle giydiği şal û şapık ile Kürdistan’ın özgün özelliklerini yansıtmaktadır. Yaklaşık bir asırdır Kürtlerin ulusal kurtuluş mücadelesinde aktif rol oynamış ve hala da bu rolünü sürdürmektedir.
Pêşmerge kavramıyla ilk tanışıklığım şöyle oldu: 1972-73’lerde Molla Mustafa Barzani önderliğinde Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi devam ediyordu. Ben bu yıllarda 7-8 yaşlarında idim. Ailem Barzani hareketine sempati duyuyordu. İşte o yıllarda Hürriyet gazetesi birkaç pêşmergenin yer aldığı bir fotoğraf karesi yayınlamış. Abim o gazeteyi eve getirerek resmi kestikten sonra duvara asmıştı. İşte bu resim ile aramda duygusal bir bağlantı oluştu.
İlk defa Pêşmerge Gördüm
Daha sonra Viranşehir Êzidilerinden Apê Kato (Kato Amca) ile ailecek tanıştık; çünkü Apê Kato bir pêşmergeydi ve savaşmıştı Kürdistan için. Yaşlanınca da köyüne dönmüştü. Herkes bu insanı sever, sayardı. Çünkü o, Büyük Önder Molla Mustafa’yı defalarca görmüş, ilgisine mazhar olmuştu. Hep soru sorardık cemaaten. O da savaşla ilgili anılarını anlatırdı…Bu ilk defa pêşmerge gördüğüm anlamına geliyordu. Ama sivil kıyafetliydi.
Daha sonra, Halepçe Katliamı ardından kitlesel halde Saddam zulmünden kaçan pêşmergeler ile tanıştık. Çünkü güneyden kuzeye geçen pêşmergeler ve aileleri için Kızıltepe, Diyarbakır-Seyrantepe ve Muş’ta kamp kurulan kamplara yerleştirildiler. Kürt halkı o zaman da (1988) pêşmergeyi ve ailelerini bağrına basmış, yediği ekmeği paylaşmıştı. Her aile bir kardeş pêşmerge ailesi oluşturmuştu. Paylaşım, dayanışma, yardımlaşma gibi kavramlar artık ulusal boyuttaydı. Her şerde bir hayır var deniliyor ya, Halepçe Katliamı güneyle kuzeyi bütünleştirmişti. Tabi bu da Kürtlerin lehine bir süreçti.
Ve Kobanê’ye vahşi ve hov IŞİD adlı örgüt, Kürtlere düşman uluslar arası güçlerin oluşturdukları “sopa” saldırınca Kürtler birlik ve beraberlik oluşturmak için adeta uykudan uyandılar. Daha önce Êzidi Kürtlere vahşice saldıran ve Mesut Barzani’nin tam da “Bağımsız Kürdistan’ı ilan edeceğiz.” dediği bir zamanda saldırılarını arttıran IŞİD’in bu kez hedefi Kürtlerin Rojava’da kurdukları Kobanê, Afrin ve Cezire adlı kantonlardı. Tabi Kobanê’yi düşürdükten sonra hedef diğer kantonlardı.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Rojava’daki kantonların düşmemesi için Federal Kürdistan Hükümeti’nin meclisten çıkardığı tezkere ile pêşmerge kuvvetlerini görevlendirdi. Bu kez, uluslar arası destek de var Kürtlerin arkasında ve bu tezkere ile Kürt siyaseti ve askeri gücü büyük bir o kadar anlamlı bir meşruiyet kazandı. Kürt ulusal birliğine doğru bir kilometre taşı oldu, bu tezkere aynı zamanda.
Tezkere ve pêşmerge gücünün geçişinin kazandığı meşruiyet içte de büyük değişimlerin yaşanmasına neden olmuştur. Daha açık bir ifadeyle siyasi ve ideoloji farkının bir kenara atılmasına vesile olmuştur. Pêşmerge konvoyunun geçişi kalıcı ve trihsel bir “iz” bırakarak Kürtler bu esnada ulusal birlikten ve bütünleşmeden yana bir tavır ortaya koymuştur. Silopi’de, Cizre’de, Nusaybin’de, Kızıltepe’de ve Viranşehir’de aynı manzara görülmüş, aynı duygular yaşanmıştır. Diyarbakır’ın, Bingöl’ün, Ağrı’nın, Muş’un, Van’ın vs kalbi de buralarla atıldığını tahmin etmek zor değildir. Atılan sloganlardan belliydi bu: Bıji Berxwedana Kobanê, Pêşmerge Dımeşe erd u ezman dıheje, Bıji Kürd u Kürdistan gibi..tabi liderlerin lehinde de sloganlar atıldı. Umarız ve talep ederiz yaşanan manzara, ortaya koyulan duygu ve düşünceler Kürt halkı arasında artık “particilik” ve “ ideolojicilik” oyunlarına son verir.
Kürtlerin taşıdığı Ala Rengin hakkında da bir değerlendirme yapmak zaruridir. Bilindiği üzere Ala Rengin kavramı Kürtler ulusal bayrağını nitelemek için kullanıyorlar. Bu, öteden beri böyledir. Mahabat Kürt Cumhuriyetinde dalgalanan bayrak Ala Rengin olmuştur. Ulusal bağımsızlık simgesidir, bayrak. Ancak ne yazık ki bir süredir bilinçli olarak pêşmerge kavramına feodalizm atfedilerek küçük düşürme politikaları uygulandı ve Ala Rengine “Pêşmerge Bayrağı” dendi. Bundan dolayı da Kürtlerin bir kesimi ulusal bayrakları olan Ala Rengin’i unutmuş gözüküyordu. Bir dönem ‘onların bayrağı, bizim bayrağımız’ hasıl olmuştu ne yazık ki. Bu, hoş bir durum değildi. Ancak son olay Kürtlere bir bayraklarının olduğu hatırlattı. Kürtler tekrardan Ala Rengine sahip çıkarak dalgalandırmaya başladı. Bu da Kürtleri ulusallaştıran, birleştiren başka bir göstergedir, diye düşünüyorum.
Gençlerin cesareti ve duygu bütünlüğü Kürt ulusal birliği adına önemli bir şans olduğu kadar bir güçtür de. Ellerinde Ala Rengin ve korkusuzca karşıladılar Kürt Pêşmergelerini. Korkuyu yenmiş bir gençlik gerçeği halkı adına saygın ve özgür bir geleceğin müjdesini haber vermektedir. İsmail Beşikçi, Özgürlüğün Bedeli-PKK Üzerine Düşünceler adlı çalışmasında şu hatırlatmada bulunur:
“Türk İçişleri Bakanlarından biri şöyle demiş: “Doğuda dağları bekleyen jandarma değil, jandarmanın korkusudur. Bu korkuyu sürekli kılabilmek için her türlü olanağı kullanmalıyız.” Bir zamanlar gerçekten jandarmanın böyle bir korkusu vardı; ancak şimdi bu korkuyu Kürt gençleri tarihin çöp kutusuna atmıştır. Korku yerine cesaret, bölünmüşlük yerine ulusal birliğin duvarları örülmektedir. Pêşmergenin geçişi esnasında farklı siyasi anlayışlar caddelerdeydi ve herkes Ala Rengin ile ulusal his ve bilinç taşıyordu. Herkesin ortak rüyası vardı pêşmergeyi selamlarken: Bağımsız Kürdistan
Halk birlik olmuş, darısı liderlerin başına…
Ulusal Kimlik
31.10.2014 / 20:23Şunu artık kendi kendimize sormamız gerek. Niçin demokrasi var? Niçin çoğulculuğu tartışıyoruz ve bunun Türkiye Demokrasisinde yer almasını düşünüyoruz? Niçin AB ülkesi olmak istiyoruz? <br>Eğer bizim bölgede herkes kendi etnik milliyeti çerçevesinde "Devlet", "Bölge" , " Etnik temelli Özerk Bölge" kuracaksa veya Ulusallaşma sürecine girecekse neden demokratikleşelim ki? Bu demokrasi anlayışı tek tipçi bir anlayış olmayacak mı? <br>Yıllarca çektiğimiz acılar "tek ulus ", "tek dil" ,"tek inanç " derdinden değilmiydi? Tekçilik bizim kaderimiz mi? Eğer Kürtler ulusallaşma sürecine girerlerse yarın bu bölgede yaşayan başka etnik kökenli vatandaşlar da ," Dar çerçeveden " bir özenti ile bu bölgede bizde ulusallaşalım derse filmin başına dönüp tekrar acı yaşamayacakmıyız? <br>Eğer biz AB ülkesi olup "Değerler İlkelerinden" hareketle yeni bir yönetim anlayışı oluşturacak ve aidiyet duygularını bu şekli ile kurgulayacaksak o zaman bu ulusallaşma hevesinin sebebi ne?<br>Kesin ve açık bir şekilde şunu toplum olarak cevaplamamız gerekir. Biz , bütün etnik kimliklerin ve inanç sistemlerinin temsil edildiği ve haklarının korunduğu, değerler sistemine bağlı, hukuk üstünlüğünü benimsemiş, ilkeleri uluslararası andlaşma ve sözleşmelerden almış demokratik bir ülkeden mi yanayız? Yoksa kendi etnik kimliğimizi temsil eden ve bizim dışımızda kimsenin yaşamadığı birazda feodal dar bir bölge sisteminden mi yanayız? <br>Evet Faraç beyin, bölgede yaşayan aydınların ve herkesin hepimizin cevaplandırması gereken soru bu?