Vicdobezite
(Vicdani Obezite)
Vicdanı obez olanlar!
Günümüzün yaygın bir hastalığı olan obezite ile
ilgili olarak, uzmanlar yoğun bir şekilde uyarıda bulunmakta ve tedavisi adına çaba
sarfediyorlar. Obezite sağlıklı yaşamın önünde önemli bir sorun olduğu gibi
görsel anlamda da estetik anlayışımızı kökten dumura uğratan bir durum.
Bir yandan aşırı ve dengesiz beslenmenin alameti
iken diğer yandan insanoğlu açısından utanılacak bir tablo. Utanılacak tablo olması
kesinlikle göz zevkimiz ile ters orantılı oluşundan değil.
Birlikte yol aldığımız gemide, açlıktan insanın
kırıldığı vahim bir durum söz konusu iken geminin üst katlarındaki insanların
aşırı yemelerinden dolayı kırılmaları ve buna bağlı yaşamı zorlaştıran
rahatsızlıklardır elbette. Ki hiç kimsenin açlık problemi olmasaydı bile
obezite gibi bir sorunun ortaya çıkışı fıtri yapımızla bile taban tabana ters
orantılı bir vakıa olacağını, tahmin ediyorum kanaat önderlerimiz ve
tıpçılarımız tarafından ele alınacak ve bir sendrom, patalojik bir hastalık vicdani
yönden hoyratlık olarak değerlendirilecekti.
Konusu “Obezite” olan bir sözün akışı bizi
“Vicdan” sözcüğü ile ilintilendirmişse, var bunda bir hikmet deyu, destur ile
konuyu ele almak istiyorum.
Vicdan ve obezite kavramları arasında her ne
kadar ters bir orantı gözüküyor ise de “Vicdan” sözcüğünün yanına bir de “lık”
ekini getirdiğimizde ikisi arasındaki kolerasyon ilişkisi açığa çıkmış
olacaktır. Obezite ile birlikte, vicdansızlığı ele almanın belki de daha
sağlıklı olacağını tahmin ettiğim gibi sorunun çözümünde de önemli bir yer
tuttuğunu zannediyorum.
Vücut obezitesinden önce vicdan obezitesine çare
bulmak gerek.
İnsanların vicdan obezitesine yakalandığı
asrımızda, sağlık yönünün ötesinde vücut çirkinliğine (şişmanlığa) sebep olduğu
için önemsenen obezitenin manevi versiyonu olan vicdan obezitesini kimse
önemsememekte, dikkate değer bulmamaktadır.
Obez bireylerin şişman bir toplum oluşturacağı
gibi vicdansız veya çalışmayacak kadar obezleştirilmiş vicdanların çoğalması da
vicdansız bir tolum oluşturacaktır ve bu, insanlık yaşamında vücut
obezitesinden de daha vahim sonuçlara gebedir.
Vücut güzel görünsün diye dış güzellik kurbanı
edilen asrımız insanı, iç güzelliği sağlayan vicdanı pek de önemsememektedir.
Çünkü görsellik, manadan daha ön plana çıkmış,
işe yaramakta ve daha iş gören bir olgu olmuş asrımızda. Bu yüzden görselliğe
hitap etmek revaçta ve görsellik çok önemsenmektedir.
O kadar ciddiye alınıyor ki, bazı
devletlerin/hükümetlerin obeziteyi önlemek için devreye girdiği, hatta
vatandaşlarını önemseyenlerin bunu artık sağlık bağlamında devlet/hükümet
politikası yapacağı yönünde duyumlar da var.
Obezite, insan vücudunda yağ hücresi(leri)nde
depolanan doğal enerji rezervlerinin ciddî risk oluşturacak düzeyde artması ve
sonuçta ölüm oranlarının kaçınılmaz olarak yükselmesi ile karakterize bir
hastalıktır.
Bazı verilere göre coğrafyamızda toplumun
%30’undan fazlası obez (erkeklerin % 7.9’u, kadınların %23.4’ü) olduğu
söylenmektedir.
Peki ya vicdanları obezite olanların sayısını
bilen var mı?
Öncelikle vicdanı biraz açmak isterim.
Vicdan, akıl mı/beyin mi, gönül mü/kalp mi?
Yani; vicdansız denildiğinde; beyinsiz, akılsız
veya kalpsiz mi denilmek istenir, yoksa vicdan bunlardan başka üçüncü bir şey
mi?
Akıl, kalp ve vicdan!
Üç katlı bina düşünün; en tepesinde de vicdan
dairesi, vicdana ulaşmak ve işlevselliğinden istifade etmek için alt katların
çıkılabilir durumda olması gerekir.
Vicdan: Kalbi harekete geçiren merkez, kalbin
içinde olan ve kalbi çalıştıran/harekete geçiren (elektroniğini sağlayan)
merkez olarak da tanımlanabilir.
Yani vicdanın kalp ile bir ilişkisi de var.
Kalp: Sözlükte "bir şeyin içini dışına
çıkarmak, altını üstüne getirmek, ters çevirmek, bir şeyi başka bir şeye
dönüştürmek ve değiştirmek" gibi anlamlara gelen kalp kelimesi [1]
vücutta kan dolaşımını sağlayan organın adıdır.
Kalp, dinî ve tasavvufi bağlamda bilgi ve
düşüncenin kaynağı veya aracıdır. Bir et parçasından ibaret olan kalple bir
ilişkisi olmakla birlikte ondan ayrı olan bu anlamdaki kalbe "rabbânî latife"
ve "ilâhî cevher" de denir.[2]
Ve vicdanın kalp ile ilişkisine işaret eden
ayette Allah, “Kalplerinin içinde hastalık var[2/10]” dediğinde bence kast
edilen yer/şey vicdandır.
Dikkat edin! Allah, kalpleri hasta dememiş. “Kalplerinde”
derken içini kast ediyor ve bundan anlıyoruz ki kalbin içi boş değil, kalbin
içinde bir şey veya bir şeyler var. Ve biz buna kendimizce “Vicdan” diyoruz.
Ve diyoruz ki kalplerinde yani kalplerinin
içinde olan vicdanı hasta olanlar kast edilmiştir!
Bir hadiste bu husus, "Kalpte iki dürtü
vardır, biri melekten, diğeri şeytandandır”. [3] Melekten olan dürtü hastalanıp
zayıf olduğunda, şeytandan gelen dürtü iktidarı ele alır.
Yani kalp, sadece kan pompalayan bir araç
değildir.
Sehl b. Abdullah et-Tüsterî, kalbi arşa, sadr-ı
kürsîye benzetmiştir. Sehl’e göre Allah'ın kıblesi Kâbe, kalbin kıblesi niyet,
bedenin kıblesi de kalpdir.
Sûfîlere göre dinî hakikatler ve ilâhî sırlar
hakkında bilgi edinmenin en güvenilir yolu kalptir. Akıl bu alanda
yetersizdir.[4] Ancak kalbin doğru ve güvenilir bilgi vermesi için
olgunlaşması, günah kirinden, bilgisizlikten, taklid ve taassuptan temizlenmesi
gerekir. Mutasavvıflar, kalp tasfiyesi veya nefis tezkiyesi denilen bir yöntemle
temizlenen kalbin dinî ve ilâhî hakikatleri doğrudan ve aracısız olarak
bileceğine inanırlar. [5]
Tasavvufta bilginin kaynağı kalptir. Ancak kalp
aklın karşıtı değildir; bir yere kadar akılla iç içedir. Akletme kalbin bir
işlevidir, düşünceyi üreten aklın kaynağı kalptir. Metafizik konularda kalbin
aklı aştığını söyleyen sûfîler bu konularda kalbin sezgisini esas almışlardır.
Onlara göre sözlükte "bağlamak" anlamına gelen aklın faaliyet alanı
dar ve sınırlı, buna karşılık kalb âlemi çok daha geniştir. [6]
Mutasavvıflar, “Ey iman edenler! Eğer Allah’a
karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış
verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf
sahibidir. [8/29]” ayetine ve "Eğer takva üzere olursanız Allah size bir
furkan (ilham) verir, “Fetvayı kalbinden iste”[9] mealindeki hadislere
dayanarak kalbin bilgi kaynağı olduğunu söylerler.
Ki burada bunun “Vicdan” olması büyük
ihtimaldir.
Fakat, iman edenlerin böylesi anlayışa sahip
olmaları Allah’a karşı gelmemeye yani çizdiği sınırları aşmamaya bağlanmıştır…
Oysaki günümüzde hangi mü’min bu sınırları
aşmamaktadır?
Allah’ın haram kıldığı zülmü işlemeyen,
öldürmeyen, mala ve namusa tecavüzü, aldatmayı vb. fiillerin tümünü değil de
bunlardan sadece birini işlemeyen var mı?
Bu işleri işleyenin vicdanı nasıl doğru kararlar
verebilir ki?
Asrımız buna canlı tanıktır…
Kalbi iyi olanın “Vicdan” sesi iyi, kötü olanın
da kötü olacaktır elbet.
Akıl, kalp ve vicdan birbirlerinden ayrılamazlar
belki de.
Kalbi bir mahkeme, vicdanı da bir hakim olarak
algılarsak; hakimin kişilikli ve dürüst olması ile kişiliksiz ve menfaatçı
olması, verilecek hükümlere nasıl yansır ve bu hükümlerin doğruluğu ve
tarafsızlığı ne derecede olur? Akıl ise delilleri toplayan ve hakime sunandır.
Evet vicdanlarımızı kişiliksizleştirecek davranışlardan
uzak durmalıyız!
Kalb eğer, haramlar ve günahlar ile kirletilir;
şeytan ve nefsin doyumsuz isteklerine teslim edilirse, hayatımız artık hiçbir
anlam ifade etmez. Böyle bir insanın vicdanı kötülük ve çirkinliklere
alıştığından artık haramlara, şahsi çıkarlı kararlara yönelir ve bu içtihadlara
doğru ve alelade fiiller olarak bakmaya ve yaptığı işleri kararan vicdanında
meşrulaştırmaya çalışır.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde:
“Kul bir günah işlediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahından
tevbe edip uzaklaşırsa kalbi arınır. Tevbe etmeyip günah işlemeye devam ederse,
o siyah nokta artar ve nihayet kalbin her tarafını kaplar”[9] buyurarak, haram
ve günahların insanoğlunu sürükleyeceği bu tehlikeli duruma çok veciz bir
şekilde işaret etmiştir.
İnsanın vicadnını kirletecek unsurlar o kadar
çok ki.
Fakat insan vicdanını korumak için yalnız ve eli
boş değildir.
İmanı onun için bir kalkan, zikri onun için bir
silahtır.
Ancak bunlardan habersiz olan biri, kendini yalnız
hisseder ve teslim olur.
İbni Abbas der ki: "Hz. Peygamber şöyle
buyurdu: "Şeytan insanoğlunun kalbi üzerine çöker. İnsan Allah'ı andığında
şeytan gizlenip kaçar. Allah'tan habersizleşince şeytan yine vesvese vermeye
başlar." Öyleyse ister cinlerden, ister şeytanlardan (hatta insanlardan) olsun,
vicdanına gelen tüm vesveselere teslim olacağına bu kalkan ve silahını kuşan.
Vicdan, kalp gibi inanan veya inanmayan herkeste
var.
Mü’min, hem imanının gereği olarak Allah ve
resulünün çizdiği daireden çıkmayarak ve bu suretle vicdanını da korumayı
başararak hem de vicdanının rahatsız olduğu şeyleri yapmayarak yaşar. Fakat
inanmayan sadece vicdanıyla hareket eder. Ve bu vicdan nefse tabidir ve ölü
gibidir. Üçüncü bir ara kısım vardır ki günahkarların vicdanıdır bu.
İşte konu aldığımız vicdan da, mü’min fakat
günahkar olan birinin vicdanıdır.
Bu vicdan günahları yuta yuta, işleye işleye
obez olmuştur, yağ bağlamıştır ve görevini hakkıyla yapamamaktadır; iyiyi ve
kötüyü ayırt edememektedir artık.
Peygamberimiz de (s.a.s) vücut obezitesine veciz
bir sözüyle işaret etmiştir. Allah resulu asırlar öncesinden “Ümmetim hakkında
en çok korktuğum şeyler: Göbek bağlamak, çok uyku, tembellik ve yakîn (iman)
azlığıdır.” buyurarak şişmanlık tehlikesine dikkatleri çekiyor ve ümmetini
uyarıyodu. Göbek bağlamak; hadisteki ifadesiyle “kiberul-batndır”.
Vücudumuzu tabiki koruyacağız ve dikkat
edeceğiz, peki ya;
Aklı korumak, Kalbi korumak ve vicdanı korumak…
Asrımız devletleri-hükümetleri, sadece insanın
fiziki yönüyle ilgilenmekte, dış dünyasıyla uğraşmakta ve bu yönünü tatmin
etmeye çaba göstermekte, iç boyutunu gözardı etmektedir.
Günümüzde vicdana yanlış kararları aldıracak
tavırlardan koruyarak vicdan obezitesini önlemek de artık bir devlet-hükümet
politikası arasında olmamalı mı?
M.
Burhan HEDBİ/25 Aralık 2011 Pazar
******
DPNT
[1] – Cevheri, 204; Lisâ-nü'l-Arab,
"klb" md.
[2] – TDV İslam Ansiklopedisi c: 24, s: 299,
230, 231
[3] – Tirmizî, "Tefsîrü'I- Kur'ân",
2/35
[4] – Kelâ-bâzî, s. 63; Gazzâlî, el-Münkız, s.
16, 75
[5] – Gazzâlî, İhya', III, 19-21; Mevlânâ, I,
344
[6] – TDV İslam Ansiklopedisi c: 24, s: 232
[8] –
Müsned, IV, 194, 224; Dârimî, "Büyü*", 3; Aclûnî, I, 124
[9] – İbn-i Mace, Zühd, 29.