Vakit çözüm vaktidir
2002’de iktidara gelen AK Parti bir enkaz devralmıştı.
Ekonomi dibe vurmuş, ülkeyi yöneten üçlü koalisyonu darmadağın etmişti.
İktidara gelen AK Parti’nin önünde çözülmesi gereken yığınla sorun vardı.
Bugün geldiğimiz noktaya baktığımız zaman o sorunların büyük bir bölümü çözülmüş görünüyor.
Ekonomide istikrar sağlandı, Avrupa’nın krizle çalkalandığı bir dönemde Türkiye ekonomisi dünyada yaşanan bu ağır krizleri nispeten daha hafif atlattı.
Özellikle AB uyum süreci ile gelen demokratikleşme ve sivilleşme, sağlık, ulaşım, genel hizmetler alanlarında önemli atılımlar yapıldı.
Bunun sonucunda da girdiği her seçimden oylarını artırarak çıkıyor AK Parti.
Birkaç ay önce yapılan son seçimde ise her iki kişiden birisinin oyunu aldı.
Ancak bir sorun var ki hala çözülmeyi bekliyor.
Ülkenin kanayan yarası, Türkiye’nin pek çok sorunun da ana kaynağı.
Evet, Kürt sorunundan bahsediyorum.
Başbakan Erdoğan önce “Kürt sorunu benim sorunumdur” sonra da “artık analar ağlamasın” diyerek açılım politikalarını başlattığı zaman bu ülkede bu sorundan muzdarip olan herkes umutlandı.
Olumlu gelişmeler de yaşandı.
Ama bugün geldiğimiz nokta hayal kırıklığı ve umutsuzluk aşılıyor.
“Kürt sorunu benim sorunumdur” söyleminin yerini “Kürt sorunu artık bitmiştir” veya “Kürt sorunu nedir, arıyorum bulamıyorum” söylemleri aldı.
Elbette gelinen noktada sadece hükümetin sorumluluğu olduğunu söylemek için ya körü körüne hükümet karşıtı olmak lazım ya da gerçeklerden bihaber.
Oslo’da örgütle masaya oturulması aşamasından bugünlere gelinmesinde ana aktör bizzat örgütün kendisi aslında.
Bir yerde devleti masadan kalkmaya kendileri zorladılar.
Böyle yaptıkları takdirde masada ellerinin güçleneceğini ve devletten daha fazla taviz koparacaklarını sandılar.
Sadece askeri bir bakış açısına sahip oldukları ve siyasi öngörüye sahip olamadıkları için olacakları hesap edemediler.
Bugün karşılarında kendilerinden daha şahinleşmiş ve güvenlik politikasına doğru kaymış bir devlet buldular.
Üst üste ağır darbeler almışken Uludere olayı biraz nefes almalarını sağladı.
Sanki devlet içinden birileri hem hükümeti zor duruma düşürme hem de onlara nefes aldırma amacıyla böyle bir senaryo hazırladı.
Gelen haberlere göre bu olaydan sonra devletin operasyonları hız kesmiş durumda.
Bu aslında bir fırsat olabilir silahları susturmak için.
Her ne kadar sertlik dilini çok seven ve önüne her uzatılan mikrofona içindeki adeta hastalık derecesindeki milliyetçiliği açığa vururcasına demeçler veren bir İçişleri Bakanına sahip olsak da Başbakanın bir açıklaması bu kara bulutları dağıtabilir.
Geçtiğimiz Salı günü gruptaki konuşması daha öncekilere nispeten daha makul ve sakindi.
Eğer İçişleri Bakanı hükümet kanadından gelen her olumlu mesajın ardından yaptığı gibi bugünlerde de yeni bir demeç patlatıp ortalığı birbirine katmazsa yumuşama belirtilerinin ilk işaretlerini görebiliriz diye düşünüyorum.
Çünkü kendisi önce Sayın Arınç’ın mecliste herkese umut veren konuşmasının ardından, sonra da Sayın Atalay’ın açılımla ilgili demecinin ardından oluşan olumlu havayı dağıtmak istercesine öyle demeçler patlattı ki her şey yine eski haline döndü.
Elbette bir bakanın bu demeçleri başbakanın onayı olmadan yaptığını söylemiyoruz.
Ama iktidarda 10. yılını yaşayan ve büyük işlere imza atan AK Parti’nin artık Kürt sorununu çözmesi zamanı gelmiştir çoktan.
Hatta geç bile kalmıştır.
Bu millet Menderes’i, Özal’ı unutmadı hiç.
Erdoğan’da şimdiden unutulmazlar arasına girdi.
Bu başarısını Kürt sorununu çözen lider olarak taçlandırabilir.
Ve Çankaya’ya da bu sorunu çözmüş birisi olarak çıkabilir.
Bu potansiyel ve cesaret kendisinde fazlasıyla mevcut.
Bu gidişi tersine çevirmenin zamanıdır artık.
Ve bunun ilk adımı da özgürlükçü bir anayasa hazırlamaktır.
Örgüt yokmuş!
Hrant Dink davasında mahkeme örgüt olmadığına karar vererek neredeyse ölen kişiyi cezalandırdı.
Yani olayı birkaç gencin münferit bir hareketi olarak gösteriyorlar.
Dink’in İstanbul Valiliğine çağrılıp tehdit edilmesi, sürekli hedef gösterilmesi, katil ve azmettiricilerin bazı devlet görevlileri ile olan ilginç bağlantıları, bu kişilerin telefon kayıtlarının her ne hikmetse aniden silinmesi, cinayetten sonra karakollarda kendilerine kahraman muamelesi yapılması, olayda en azından ihmali olduğu söylenen neredeyse herkesin terfi ettirilmesi gibi pek çok noktayı “göz ardı edin” diyorlar adeta.
Başbakan’ın hem Uludere hem Dink cinayeti için “Ankara dehlizlerinde kaybolmayacaklar” açıklaması umut verici.
Ama benzer olaylardaki geçmiş uygulamalar da umutsuzluk veriyor.
Susurluk gibi.
Karanlıkta kalan pek çok cinayet gibi.
Şimdi dava temyize gitti.
Eğer orada da bu şekilde onaylanırsa umutsuzluğa kapılacağız.
Ama bu kez iktidar için de kaygılanacağız.
Ankara’nın o dehlizlerini bu iktidarın da aydınlatamadığını görmek üzecek bizi.
O dehlizlerin bir kara delik gibi her şeyi ve herkesi yuttuğunu bir kez daha görmüş olacağız.