Vahada Açan Gül

Susuzluktan şak şak olup vahaya dönüşen bir sahrada Gülün yeşermesi mümkün mü derseniz, gülün yetiştiricisi imkansızların imkansızlarına rağmen imkan dahiline getirip mümkün kılan Allah ise, bu imkansızlık mümkünün de ötesindedir demek.
Yeter ki (Kün) ol desin (Feyekün) oluverir.
Vaha dedimse, tek kusuru susuzluk olan bir vaha değil, olumsuzlukların her türlüsünü bağrında taşımak zorunda kalan bir vaha.
Yüzeyi rahmet yağmurları yerine mazlumların kanıyla sulanmış, bağrı ezilenlerin teriyle nemlenmiş, toprağı müstazafların alın teriyle yoğrulmuş bir vaha.
Bağrının vadilerinde doğa nimetleri yerine; bıyığı yeni terlemiş köle delikanlıların, tek suçları dişi olarak analarından doğan narin kızların, hüküm süren zorba ananelere baş kaldıran cesur yüreklerin ekildiği bir vahadan bahsediyorum.
İşte böyle bir vahada, yüreği insanlığın acılarıyla, müşkilatlarıyla ve özlemleri ile dolu olan, her kesi kuşatacak kadar geniş olan bir gönül sahibi olan bir gül doğuyordu.
Böyle izbe ve köhnemiş bir yerde Gülün kökleri kan gölüne dönüşmüş topraklarda filizlenmez demeyin, Zambağın en nadide türü olan Lotus çiçeği de lağımlı bataklıkların birikintilerinde yeşerip boy verir. Hem de bütün kozmetikçilerin iştahlarını kabartacak bir endamla.
Gülden kimi kastettiğimi yazının başlığından anladığınızın fısıltısını duyar gibiyim. Zira O (s.a.v.)in zatı gül ile sembolize edilmiş, Gül denince o, O denince gül akla gelir. Hem de öyle bir gül ki, dudağının kıvrımından dökülen büyüleyici tebessümle, gül bakışının derinliklerinden süzülen ışıkla, tek başına bir baharı müjdelemekle kalmayıp bütün bir vahayı fotosentez edasıyla etrafına yaydığı kokuyla bütün bir dikenler sahrasını gülistana çeviren bir gül.
Tek bir Gülle bahar gelir mi demeyin. Vahada açan gül, rengi solmaz, kokusu tükenmez bir gül ise, kokusundan harmanlanan iksiriyle ölmeden önce ölüp öldükten sonra ebedi yaşamanın sırrını öğretiyorsa değil bir yılın dört mevsimini bahara bir ömrü dahası tüm hayatı bahara dönüştürür.
Öyle bir gül ki, göklerin sofrasını yerdekilere açmaya vesile olan, Allahın kulların yüreğine tenezzül etmesine vasıta olan. Gökten öğrendiği muhabbetle yerdekilere aşk ve sevdayı öğreten, sevdi sevilmeyi öğretti ama sevdaya kara çalmadı. Sevdanın yüzünü karartmadan sevmeyi beceremeyenlere ak sevdayı öğretti. M. İslamoğlunun deyişiyle, Başkalarının öğrettiği aşk sahibini tutuklayan bir tutkuya dönüştürürken Onun aşk öğretisi ise sahibini özgür kıldı.
O aşk çizgisini izleyenler sevdikçe özgürleştiler, özgürleştikçe sevdiler ve sonunda hayatı bir demet muhabbete dönüştürdüler; muhabbete, yani insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesine...
İman etmedikçe cennete giremezsiniz" diyordu; fakat daha müthiş, insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: "birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!" Bu, imanı yetiştiren toprağın sevgi olduğunu ifade etmekti. Muhabbetin yürekte istikrar bulmuş hali olan iman, ancak sevgi toprağında boy verebilirdi. Onun sevgisi, canlıları aşıp cansızları dahi kuşatıyordu.
Uhud için diyordu ki; "Uhud, o bir dağ; ama o bizi sever, biz de onu severiz!" Dağla sevişen, dağı seven ve dağ tarafından sevildiğini fark eden bir yürek nasıl bir yürektir? Bu insanı yürekten sarsan muhabbet dersinin, bizim özlemeyen, sızlamayan, yanmayan, inlemeyen, sevmeyen, duyarsız, taşlaşmış ve hatta taştan daha da katılaşmış yüreklerimizde yaptığı yankı nedir? Modern birey anlayabilir mi bu tavrı? İçinde yürek yerine taş taşıyan modern insanda nasıl bir karşılık bulur bu davranış? Bedeviden bozma, köylülüğe müptela, varlıkla sınanınca lümpen kaprislerine, yoklukla sınanınca aşağılık komplekslerine kapılanlar, nasıl anlar ve anlatır, nasıl yaşar ve yaşatırlar bu muhabbeti/Muhammed'i?
Saçları sevdiklerinin ölümüyle değil, Allah'la ilişkisini örselememek uğruna gösterdiği çabayla ağaran Yüce Önder, Kutlu Rehber'den miras aldık sevmeyi. Çağların günahını yıkamak için gece yarıları saldığı gözyaşları, yattığı şilteyi ıslatıp Aişe'yi uyandıracak kadar sel olup çağlayan Ayaklı Kur'an'dan.
Çağın Ebu Cehillerinin onu anlamasını, onu sevmesini kimse beklemesin. Değil mi ki o, atası İbrahim gibi insanlığa şeytanı, şeytanları taşlamayı öğretti. Şeytan ve dostları da o gülü ve onun gül yüzlü dostlarını taşlayacaklardır.
Ben modern Ebu Cehillerin yaptığından daha çok, ona ümmet olduğunu söyleyenlerin yaptıklarının onu daha üzdüğünü düşünüyorum. Onun mirasına sahip çıkması gerekenler, sadece sakalına ve hırkasına sahip çıkıp onun öğretisini çağın dışına atmakla onu daha fazla üzüyor olsalar gerek.
Seni çok özledik, bizi bu çağa karşı dik tutan senin kokundur:
Yel essin Ya Rasullallah...
Kokun gelsin!
Ona ümmet olma şerefine nail olan Nusaybinliler zamanında Girnavas Cinleri ona ahdu peyman ettikleri gibi gelin yarın tam saat 17:30’da Şehri Med’te ona olan bağlılığımızı yenileyelim…
Kutlu Doğum Haftanız Kutlu Olsun
Mewluda We Pîroz Bê