Uludere, Mustazaf-Der, Zulüm'de Ortak Payda

KÖŞE YAZISI

Allah’ın adıyla…

Aslında Mustazaf-Der’in kapatılması ve başörtüsüne verilen ceza ile ilgili bir yazı kaleme almayı düşünüyordum.

Her iki konu da ehemmiyetli birer konudur. Gerçekten hem Mustazaf-Der’in kapatılması hem de kızının eğitim hakkını inancı gereği savunduğu için Anne Güllü Çevik’e verilen 2 yıl on ay ceza hukuksuzluklarını iyice irdelemek elzemdir.

Mesele sadece “dernek kapatıldı nasıl olsa yerine başka bir dernek açılır” anlayışından ziyade; “yüz binlerce hatta milyonlarca insanın düşüncelerine kilit vurulmuş ve siz ancak bizim gibi düşünebilirsiniz; yoksa haliniz nice olur” şeklinde gözdağı verilmesidir.

Uludere katliamı ile Mustazaf-Derin kapatılması olaylarının ortak noktası yapılanların görülmemesi ve üstünün kapatılmak istenmesidir.

Mustazaflar şimdilik yeni bir siyasi oluşum startını verdiler. Daha sonraki yazılarda bu konuya değiniriz.

Uludere olayına dönersek; Yapılan katliamı gündeme getirmek; “BDP’ye hizmet etmektir” anlayışı, akıl karı değildir. Bu katliam Uludere’de değil de Batı illerinde meydana gelmiş olsaydı; inanıyorum ki kıyameti koparırlardı.

Uludere katliamında işin içinde insan canı vardır. Dinimiz İslam, insan canına verdiği değeri başka bir şeye vermemiş diyebiliriz. İnsanın canını, kanını teminat altına almıştır.

Mesela biz Müslümanlar için Kâbe çok değerlidir ve kutsaldır. Ama Peygamber Efendimiz Habeşli bir köle olan Hz. Bilal’i ezanı okuması için Kâbe’nin üzerine çıkarmış ve tüm insanlığa bu davranışıyla bir mesaj vermiştir.

Evet, Kâbe bizim için ne kadar kutsalsa; insan -Habeşli bir köle bile olsa- Kâbe’den daha kutsaldır, daha değerlidir. Uludere katliamına biraz da bu gözle bakmak lazımdır diye düşünüyorum.

Uludere katliamında hükümet de muhalefet de sınıfta kalmıştır. Tepkileri en çok hak eden ise hükümet olmuştur.

Özellikle İçişleri Bakanı Şahin her zaman yaptığı gibi kalbindeki kini kusarak ve tüm insanlığa hakaret ederek, milliyetçi ve ırkçı söylemi ile gerçek yüzünü bir kez daha ortaya çıkarmıştır.

Başbakan da “malum” bakana sessiz kalarak ve sarf ettiği sözlerle bu suça ortak olmuştur. Şahin’in “öldürülmeselerdi bile kaçakçılık yaptıkları için yargılayacaktık” sözleri tam bir cahilliktir. Bu insanlar fakirlikten dolayı ekmeklerini çıkarmak uğruna mecburiyetten kaçakçılık yapıyorlarsa ve canlarını tehlikeye atıyorlarsa bu, sistemin ve mevcut iktidarın ayıbıdır. Suçlanacak birileri varsa mazlum halk değil, halkı sefil duruma düşürenlerdir.

Muhalefet ise “fırsat bu fırsat” diyerek katledilen insanların kanları üzerinden kirli siyasetini bir daha açığa vurmuştur. Katliamdan sonra attıkları kahkahalar, merhamet ve şefkatten ne derece yoksun olduklarının açık göstergesidir.

Başbakan keşke ilk zamanlar gibi halktan yana söylediği “insanı yaşat ki devlet yaşasın” sözüne sadık kalsaydı ve Dersim olayında olduğu gibi insani duruşunu sergileyebilseydi. Suçluları ortaya çıkarıp gerekeni yapsaydı. O zaman Genelkurmayı savunmak zorunda da kalmazdı. Ancak kendisini devletin sahibi olarak görmesiyle gittikçe devleti, sistemi savunmaya kalkışması; aynı zamanda ruh halini de yansıtmaktadır. “Özürse özür, tazminatsa tazminat; her kürtaj bir Uludere’dir” demekle iş bitmiyor.

Maalesef Türkiye’de yerine oturmayan çok şey vardır. Hukuk, adalet, kanun kişilere, zenginlere, bölgelere göre farklı işletilmektedir. Hele Müslümanlara apayrı bir şekilde işletilmektedir.

Netice itibarı ile kutsal devlet anlayışı devam ettiği müddetçe daha çok hukuksuzlar, adaletsizlikler, çifte standartlar olmaya devam edecektir.

Bu geçici dünyada mazlumların canı yansa da ahirette adalet yerini bulacaktır. Gerçek adaletin yerini bulması duası ile…