Üç Dilli, Üç Dinli, Mardinli
1970’lerin sonlarına doğru TEDAŞ - Trafo merkezinin altındaki yeni yerleşim (Sonradan adı Cumhuriyet mahallesi olacak) alanına taşınarak; Üç odalı bir ev almamış, üç odalı bir ev yapmıştık. Etrafımızda bir kaç evin dışında ne suyumuz, ne yolumuz, nede telefonumuz vardı. Hatta Trafo merkezine yakın olmamıza rağmen birçok günler elektriğimiz de kesilirdi.
1980’lerin başlarında Atatürk ilkokulunun birinci sınıfına kaydımı yapamaya; babam ile beraber gitmiştim. İlk defa çarşıyı görmüş. Bir tek dilin ve bir tek mahalle arkadaşlarımın varlığından haberdar ve sadece konuştuğum dille konuşanları tanımış iken; bambaşka insanlarla ve bambaşka dillerde konuşan kişilere rastlamıştım.
Okula başladığımda, farklı dillerin ve farklı insanların var olduğu gerçeğine; çocukluğumun yürüyüş yollarının üzerindeki Abbaraların içinden yansıyan güneş ışınlarının berraklığına benzer beyazlıklar kadar inanmıştım. Bu inancımı, Taa! O zamandan beri farklı renk ve dildeki çocuklarla oynadığım oyunlarla pekiştirmiş ve bunu iddialı oyunlarımızın bende bıraktığı derin izlere adamıştım.
Öğretmenimiz, okulun ilk günlerinde beni siyah saçlı, siyah gözlü ve esmer tenli bir çocuğun yanına oturtmuştu. Ne ben onu anlıyordum, nede o beni ve ikimizde öğretmenimizi anlamıyorduk. Teneffüs zili çaldığında, okulun dar bahçesinde çocukların anlaşma dili olan oyunlarla birbirimizi ne kadar çok anlar duruma gelirdik ve ne kadar güzel anlaşırdık.
Birkaç gün sonra kırmızı saçlı, beyaz tenli, yüzü kahve renkli benlerle bezenmiş bir çocuk geldi sınıfımıza. Öğretmen, üçümüzü bir sıraya koydu. Artık birbirimizin dilinden anlamayan üç kişi olmuştuk. Ne ben onları anlıyordum, ne de onlar beni anlıyordu. Her üçümüzde öğretmenimizi anlamıyorduk ve öğretmen de bizi anlamıyordu. Bazen ben, kendi oyunlarımı onlara öğretir, öylece oynardık. Bazen de onlar kendi oyunlarını bana anlatır, hep beraber oynardık ve birbirimizi tanıdıkça da farklı kültür ve dillerin deryasında daha fazla hoşgörülü olma emarelerine sahip olurduk.
Aylar geçince; biraz onlar, benim dilimi öğrendi. Biraz da ben, kızıl renkli çocuk ile siyah - esmer tenli çocuğun dilini öğrendim. Bu arada üçümüz de öğretmenimizin öğrettiği dili ve kültürü de öğrenmeye başlamıştık.
Aradan bir iki yıl geçince, artık anadilimizin yanında birde Türkçe ve Arapça’ da öğrenmiştik.
***
Arkadaşlarımın Biri Arap Olcay idi, diğeri Süryani Yusuf ve öğretmenimiz de Niğdeli Emel Öğretmen idi. Üçümüz anadilimizin yanında birde Türkçe dilini öğrenmiştik ve artık çoğu zaman bu dille anlaşıyor ve bu dille birbirimizle oyunlar oynuyorduk.
Evet, Mardin üç dilli, üç dinli ve farklı kültürleri içinde barındıran ender kentlerimizden bir tanesidir. Mardin de üç dilde düğünler yapılır, üç dilde şarkılar söylenir, farklı kültürde halaylar çekilir, üç dilde taziyelere gidilir, üç dilde ağıtlar yakılır, esnaflarla üç dilde anlaşılır ve üç dilde alış veriş yaparsınız.
Aslında Türkiye, Mardin olmalıdır. Bu ülkede yaşayan Kürt’ü, Türk’ü, Arab’ı, Çerkez’i ve Laz’ı birbirini anladıkça; çocuklar, birbiri ile oyunlar oynadıkça; beslenen ön yargıları ortadan kalkar. Tıpkı Mardin de yaşayan halklar gibi, tıpkı bu toplumun çocuklarının, dillere takılmayıp birbiri ile oynadıkları oyunlarda sergilenen samimi kurallar gibi ve tıpkı farklı din,dil ve mezhebe mensup insanların birbirlerinin bayramına iştirak etmede gösterilen tavırlar gibi net olurlar.
Burada yaşayan halklar birbirinin kültürüne, yaşamlarına, dillerine, dinlerine karşı tahammülleri sınırsızdır.
Bu çözüm sürecinde Türkiye Mardin’i örnek almalıdır.
Ve Aslında Türkiye, Mardin olmalıdır.
Vesselam Herkese…