dedas
diorex

Ubudiyet Ulaşılan Ulvi Bir Mertebe midir yoksa Kölelik mıdır?

Ubudiyet Ulaşılan Ulvi Bir Mertebe midir yoksa Kölelik mıdır?

Ubudiyet/Kulluk Ulaşılan Ulvi Bir Mertebe midir yoksa Kölelik/Tutsaklık mıdır?

Bu soru ve cevabı dünden bugüne hep merak edilmiştir...

 

Ubudiyet; Allahü teâlâya teslim olmak, emirlerine boyun eğmek, O’nun yaptıklarından razı olmak, her an Allahü teâlâyı hatırlamak ve anmaktır.
Ubûdiyyetin alâmeti ise, Allahü teâlânın emirlerini yapmak, yasakladıklarından sakınmaktır. Salt kuru laf ile değil...

“Abd”-ebed el-Allah (îbadeten ve ûbudiyyeten): Kendi iradesi ile emrine amade oldu. Tevazu gösterdi ve alçak gönüllülük gösterdi. "Abd" kelimesi, sahip olunan insan veya -anlamı soyutlarsak- tüm bilinçli varlıklar anlamını da kapsayan bir kavramdır.

Yüce Allah’ın şu sözü de "Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahman’a “Abd” kul olarak gelecektir." soyutlanmış şekliyle kullanılmıştır.

İbadet kavramı da bu kelimeden türemiştir. Yerlerine göre farklı köklerden gelmiş veya farklı anlamlarda kullanılmıştır da denebilir.

“Abd” kelimesinin masdarı olan ubudiyet insanın sıfatıdır. Sami menşeli olduğu için İbranice’de ve diğer akraba dillerde de görülen “Abd” kelimesi, Arapça’da bazı hususiyetler ifade etmektedir.

“Abd” hür erkekler için kullanılırken “Emet” de hür kadınlar için kullanılmaktadır.

Kul ve köle olmak manalarında da kullanılır; fakat itaat etmek, tevazu göstermek, daha açık bir ifadeyle insanın bir kimseye ona isyan etmeden, ondan yüz çevirmeden, kendi istek ve iradesi ile itaat etmesidir.

İbadet eden, hükümlere kendi rızası ile itaat eden "Abd" kelimesi genellikle bu anlamda kullanılır.
“Abd”, ibadet ve ubudiyet kavramlarının köküdür.

Bunlar, kişinin üstün gördüğü bir güç önünde itiraz etmeksizin itaat etmesi, kendi özgürlüğünü kendi iradesi ile onun için terk edip tam bir bağlılıkla onun emrine girmesi demektir ki bu da kişinin kendi benliği ile mücadele etmesi sonucu elde edilir.

“Esîr” - savaşta ele geçirilen- Eserehu, esren ve îsaren- o’nu (iradesi ve isteği dışında) bağladı ve esîr/tutsak olarak yakaladı.”
Harpte teslim alınan düşman için kullanılmakta olan esir, Farsça’da “girifte” anlamındadır.

“Esir / rekebe” erkek köleler / tutsaklar için kullanılırken cariye ve ümmülveled de köle / tutsak kadınlar için kullanılmaktadır.

Bu bağlamda “Abd” karinesiz kullanıldığında kul ve kulluğa-insana-, karineli kullanıldığında ise ancak köleliğe delalet eder.
“Her hangi bir “abd” kul hac yapar sonra buluğa ererse yeniden hac yapması gerekir. Her hangi bir “abd” köle hac yapar sonra özgürlüğüne kavuşturulursa-azat olursa yeniden hac yapması gerekir” Bu hadisi şeriften de anlaşıldığı üzere “abd” kelimesinin kölelere kullanılması istiaredir ve karinesiz kullanılmamaktadır. Hadisteki ikinci “abd”in köle anlamında kullanıldığını anımsatan cümle ise “özgürlüğüne kavuşturulması” cümlesidir.
Bu veciz açıklamadan yola çıkarak, kul olmak ayrı köle/tutsak olmak ayrı şeylerdir diyoruz.

Kul “Abd”; cüzi iradesiyle, ruhen ve bedenen kişinin birisinin itaatini kabul ederek, teslim olunanın vereceği hükümleri yerine getirmesidir.
Köle / tutsak ise kişinin isteği ve arzusu dışında, zoraki birisine ruhen değil de sadece bedenen itaat ettirilmesidir.
Hâl böyle olunca kulluk aşk ile ulaşılan bir erdem ve mertebe; kölelik / tutsaklık ise ruhtan tecrit ettirilmiş ve ancak bu şekilde sahip olunmuş bir bedenin karşılığıdır.
Ruh ve bedenin birlikte yerine getireceği emir ve diğer hareketler, ancak sevgi veya sevilmek ile yapılabilir. Oysa sadece bedenin yapacağı şeylerin ruhtan mahrum olduğundan ne kadar ve nasıl bir ruh’a sahip olacağı malumunuzdur.

“Abd”in Kısaca Tarihçesi:

Öte yandan “abd” kelimesi Kuran’ın nazil olduğu dönemde yaygın olarak kullanılıyordu. Özellikle bir takım putlara, krallara ve imparatorlara yönelik olarak “arz-ı ubudiyet etmek” - köle olmak-” anlamında kullanılıyordu.

Babil, Sasani, Mısır, Roma, Bizans gibi eski dünyanın Tanrı-Devlet kralları ahaliye “Kölelerim!” diye seslenirlerdi. Kendilerine de tanrı’nın oğlu, temsilcisi veya doğrudan tanrı derlerdi.

Kuran’daki “abd” kavramı işte bu anlayışı değiştirmek için doğdu. Kur’an bunu alıp kullandı, fakat kavramın içeriğini değiştirdi. “Yalnız sana ibadet ederiz.” ifadesindeki “ancak, yalnızca, sadece, sırf, salt” anlamına gelen “iyya” sözcüğünün önce gelmesinden de anlaşılacağı gibi bu hususiyet ifade eden bir tepki ifadesidir (kasr ve ihtisas) ki “başkasına değil” anlamı verir; yoksa “başkasına yapıldığı gibi” demek olmaz.

Dolayısıyla arapça-ibare “Başkalarının putlara, krallara tapındığı gibi biz de sana tapınırız, kulluk-kölelik ederiz” değil; baştan “Putlara ve krallara tapınmayı reddederiz.” manasında bir başkaldırı ifade eder. Bu, her yanı tanrı-kral anlayışı ve kulluk-kölelik ilişkileriyle dolu bir dünyaya çölün içlerinden yükselen bir ret ve başkaldırı sesi, insanî özgürlük çağrısı olmuştur.
Nitekim ilk sahabe nesli bunu böyle anlayarak her tür put tapınmasını, krallara kulluk arz-ı endam edilmesini reddetmişler ve Allah’a yönelerek bu tür bağlardan azat olarak huzurlu bir hayat sürerek Rablerine kavuşmuşlardır.

“Abd”in Kur'an'daki Kullanımları:

“Abd” kelimesi Kur'an'da dört anlamda kullanılmaktadır.

Birincisi, yaratılma açısından “abd”: Bu her şeyin “Allah'ın bir yaratığı” olduğunu ifade eder. Böyle bir yaratma yalnızca Allah'a aittir. O'nun yarattığı her şey, yani bütün “abd”ler -
-kullar- Allah'a itaat ederler. Bu itaat de ya isteyerek, ya da zorunlulukla olur. İnsanlar ve diğer bütün varlıklar “Hiç bir yaratık Allah'ın kendileri için çizdiği çizginin dışına çıkamaz. “ fermanı mucibince Allah'a itaat ederler. Birçok âyette, yerde ve göklerde olan her şeyin Allah'ı tesbih ettiği, O'nu noksan sıfatlardan uzak tuttuğu, O'nu zikrettiği (andığı) geçmektedir. Her şey O'na isteyerek veya istemeyerek teslim olmaktadır veya secde etmektedir. İnsanlardan Mü’min olanlar Allah'ın peygamberlerle gönderdiği dine bilerek, isteyerek, iradelerini kullanarak inanırlar, Rablerine kulluk-ibadet- yaparlar ve boyun eğip itaat ederler.

İkincisi, Allah'a kulluk yapmak açısından 'abd': Bu, Kur'an'da bir övgü sıfatıdır.
Allah, kendi yarattığı insana 'abd-kul' demektedir. Bunun anlamı; insan Allah'a itaat etmek durumundadır. Kulun bu itaati bilinçli bir itaat olduğu için onu diğer varlıklardan daha üstün bir yere çıkarır.
Allah, insanların Mevlâ’sıdır. Hz. Isa a.s. şöyle diyor: “Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum, O bana kitab verdi ve beni peygamber yaptı”. Allah, çok sabırlı olduğu için Eyyub a.s'ı övüyor ve O'nun “Güzel bir 'abd-kul' olduğunu” söylüyor. Nuh a.s dan da “Şükreden bir “abd” idi -kuldu-” diye söz ediyor. “Abd” sıfatı Hz. Muhammed a.s için de kullanılan övücü bir sıfattır. Rabbimiz bazı peygamberler için 'kulumuz' dediği gibi Hz. Muhammed a.s’ a da 'kulumuz' demektedir. “Eğer kulumuz'a (Hz. Muhammed'e) indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız, haydi onun gibi bir kitab getirin bakalım...”. “Kulumuza indirdiğimiz”, “Kulumuza indirilen” “Seçkin bir kul” olarak anılmaktadır. Nebi a.s kendisine 'Abdullah- Allah'ın kulu' denilmesinden hoşlanır, dua ederken sürekli 'Yarabbi senin kulun...' kelimesini kullanırdı. Demek ki “abd”-kul- olma sıfatı yüceltici bir sıfattır. Ve ibadet ve itaatin yalnızca Allaha Yapılacağının göstergesidir.
O’na kul / abd olabilmek ne yüce makamdır.!

Üçüncüsü, hukuk açısından 'abd' köle demektir: Hürriyeti olmayan, alınıp-satılan, mülk haline gelen kimsedir. Özellikle savaş sebebiyle gündeme gelen esir olma durumu.
—Sevinerek söyleyebiliriz ki kölelik son asırlarda İslam’ın sayesinde ve öncülüğünde fiilen ortadan kalkmıştır. Ancak ne yazık ki kölelik mantığı günümüzde farklı isimler altında, değişik pozisyonlarda ve bazı güç odaklarının, zalimlerin şeytani oyunlarıyla hâlâ devam etmektedir. Bu konumuzda oralara girmeyi konuyu ana maksadından uzaklaştıracağından dolayı uygun görmedik. Kısas âyetinde, hür bir kimsenin yine hür bir kimse ile kölenin de ancak köleye karşı 'kısas' olabileceği söyleniyor. Evlenme açısından mümin bir kölenin, müşrik hür bir kimseden daha hayırlı olduğu belirtiliyor. Kendisine mal verilen hür bir kimse ile hiç bir şeye gücü yetmeyen ve başkasının mülkünde olan kölenin sorumluluk açısından bir olmayacağı bildiriliyor.

Dördüncü anlamı; dünyalıklara, mala ve servete aşırı bağlılıktır: Tutsaklıktır ki asrımızın modern köleliği de budur. Paraya, çıkara, dünya malına aşırı bir ilgi gösterip de Allah'ı unutanlar.
Kimileri için maldan, servetten, paradan üstün bir şey yoktur. Bu gibi şeyler onun gözünde çok kutsaldır, başka kutsal bir şey yoktur. Böyleleri bu yanlış düşünceleri yüzünden Allah'a insan olarak yapmaları gereken kulluğu unuturlar, O'nun dışında herhangi bir şeyin karşında boyun eğerler. Nebi a.s buyurur ki: “Altına, gümüşe ve lükse “abd”-kul- olan kahrolsun”.

Ardından taşındığı yeni Kur’an ikliminde “abd” kavramı “yâr ile yolculuk”a dönüşmüştür ki “İsra” suresinde de bu anlam vurgulanmak istenmiştir. Bunun anlamı ise insanın batıl bağımlılıklardan azat olması, ilâhî anlam ve mananın derinliklerinde durmaksızın yol almasıdır. Allah ile canı gönülden dost olması, O’nun sınırsız, şekilsiz, enlemsiz, boylamsız ve sonsuz varlığında kendini açması, iş ve oluş üretmesi, ortaya çıkarması, meydana getirmesi, inkişaf ettirmesi manasına gelir. Hz. peygamber s.a den bahsedilirken “kulunu” ifadesi ile kendi zatına izafe ederek bahsediliyor olması dikkat çekicidir. Ayrıca ayetin nüzul zamanlaması da hayli manidardır...

Peygamber s.a köle / tutsak olmamakla beraber Habib/sevgili olduğu halde bu kelime ile anılması “abd”in kul ve kulluğun- kölelik/tutsaklık ile çok ayrı manalar taşıdığını anımsatmaktadır.

“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye- yani dinimizde bizim adımıza düşmanlarımıza karşı gösterdiği sebattan dolayı ve ibadetlerimize tüm sıkıntılara rağmen devam ettiği için onu birazcık da olsa sevindirelim diye-. Kulunu “Abdi’ni” Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; gerçekten işitendir, görendir”.

İsra ve Mîrâcın mahiyetine yönelik en önemli tartışma bedenen mi, ruhen mi gerçekleştiği konusundadır. Kelam ve Hadis âlimlerinin çoğu olayın bedenen ve uyanık halde gerçekleştiği görüşündedir. İsra ve Mîrac, rüyada gerçekleşmiş olsaydı bu sıradan bir hadise olur, Kureyşliler de onu inkâr etmezdi. Buna göre ayette geçen "abd" kelimesinden ruh-beden bütünlüğüyle Hz. Peygamber kastedilmektedir, ayetin zahirini tevil etmeyi gerektiren bir sebepte yoktur. Ayrıca "sana gösterdiğimiz rüyayı... İnsanlar için bir imtihan vesilesi yaptık"ayetindeki rü'yet gözle görmeyi ifade eder, eğer uykuda görülen rüya kast edilseydi bu bir imtihan vesilesi sayılmazdı. Buradaki görüşlerden de ruh ve beden bağlantılı teslimiyetin “abd” kul kelimesinin tam karşılığı olduğu ve bizi te’yid eder nitelikte olduğu açıkça görülmektedir sanırım.

Öyle görünüyor ki Kur’an’ın ibadetten kastettiği, hayatı, yukarıda sayılan bir takım kişi, odak ve mercilere tapınarak değil; Allah bilinci (şuuru) ile yaşamaktır. Bundan dolayı da ibadet tarihin, hayatın ve tabiatın içinde canlı bir faaliyet olmalıdır.

Artık bu ortaya çıkışta “Abd-Mabud” ilişkisi “efendi-köle” ilişkisini değil; yâr-yâran, âşık-mâşuk, seven-sevilen ilişkisini ifade eder.
İbadet sevdiğin için uğraş ve çabaya, dua sevdiğinle iyi günde kötü günde istek, çağrı ve dertleşmeye, namaz sevdiğinle buluşmaya dönüşür…
Resuli zişan da “Namaz müminin miracıdır.” derken bu ulvi manayı kast etmiştir sanırım.
Bu nedenle gerçek din hava gibidir. Hiçbir yerde görünmez ama herkesi yaşatan odur.
Gerçek ibadet de su gibidir. Her yerden akar, her şekle girer. Hep başkasına hayat verir. Azından -aşırıya kaçmadan- kana kana içer, çoğunda ise boğulursunuz.

M. Burhan Hedbi

Yorum Yaz