Trafo Mahallesi/Mehellâ Trafo…

Şehrin aşağı yamacında ve her üç tarafı badem ağaçları ile üzüm bağlarının güzelim yeşillikleriyle çevrili bir mekânın zamana meydan okuduğu mahal idi. Kendiliğinden çıkıp akan çeşmelerin etrafında kümelenen küçük vahalara benzerdi.
Mahalle yerli şehirlilerin yaşam aidiyetlerinde yer edinmeyen üç dört ailenin kurduğu, henüz mahalle statüsüne alınmayan, sessiz, sakin ve meskûn bir yerin havasına bezenirdi. Mahalleyi, 80’lı yıllarda köylerden kentlere göç eden ve kendi kabuğuna çekilmiş insanların âdeta hayata ve şehrin kaotik arabeskine alışmanın ilk basamağı olarak kullanılıyordu. Coğrafyamıza has geleneksel köy ve aile yaşamının tüm ananelerine özlem çekmeden yaşanılan bu mahalle; adeta küçük bir köy mezrasının özelliklerini taşıyordu.
Adını Elektrik Kurumun (TEK) Elektrik Trafosundan almıştı. Tabir şuydu “Trafo
Mahallesi” veya“Mehella Trafo”…
Şehrin göbeğine yerleşmiş aristokratların
hüküm sürme gücünden yoksun insanları; kenar mahalleleri mesken yapmışlardı.
Belki hislerin ağırlığıyla bu bir zaruriyetin sonucuydu. Zira kentleşmeyi kendilerine has
gören şehirlilerden hep ürkmüşlerdi ve hep şehrin öteki ruhuyla hayata
bağlanmışlardı.
Şimdilerde anlatıldığı gibi öyle sağa sola bir agresifleri de yoktu/şimdilerde de yok aslında…
Buralarda gönül kırdın mı bir kere, gönül almada da bocalarsın. İnsanların gönüllerini kolayca kırılabilir, lakin kolay kolay da gönül alamazsınız buralarda…
***
Şehre yeni gelen bürokrasinin bir kısmı Mardin’in
eski yerleşim mekânlarında yer bulamazdı. Yeni yeni yapılan müstakil betonarme
evlerinde yıllarca kiracı olarak otururlardı, İyi hatırlıyorum, mahallede
polis, subay, memur ve askeriyeden üst rütbelilerin de ev kiraladığı yerlerdi. Gelirken
ağlamaklı ve hüzünlü idiler, giderken çocukları ikinci/üçüncü bir dil ile tanışırlardı
ve birçok çocukluk arkadaşlarını da geride bırakarak yine ağlamaklı bir şekilde
giderlerdi. Aslında Mahalle içinde Mardin’in tüm renkleri barınıyordu, ev
sahiplerinin misafiri olan o kuşak memurlarda mahalleye tüm Türkiye’nin
renklerini nakşediyordu.
Her dilin, her rengin, her kültürün
çocukları olduğu gibi; her mevsimin oyunları da vardı mahallede… Yazın üzüm
bağları, badem, incir ve nar ağaçların gölgelerinde oynar; mazrune üzümünün ne
zaman olgunlaşacağını; tadımlık( taam) üzümün hangi sırada, hangi bağda
olduğunu, alıç ve incir ağaçlarının ne zaman tatlı meyve vereceğini iyi
bilirdik. Ona göre hesap yapar, ona göre dalardık bahçelere. Üzüm korukları en vazgeçilmez tatlarımızdı.
Evet, bir yanımız Kasimiye Medresinin
ihtişamı ile hemhâlleşirdi, diğer yanımız Mardin kalesininin büyüsüne
bürünürdü. Geceleri ta Nusaybin’den Kamışlıya kadar, oradan Şenyurt/ Derbisiye’ye
ve Kızıltepe’den Ceylanpınar’a kadar hangi köyün elektriği olmadığı, hangi
yoldan araba geçtiğini görür, Kuzey Mezopotamya’nın seyrine dalardık. Gün
boyunca oluşan yorgunluğumuzu gökyüzündeki yıldızlara adayarak giderir ve
uyuya kalırdık.
Zamanın kıvrak şeritlerinden sonra şehrin çekingen, şehrin ürkek ve şehrin ümmisi olan ana ve babaların çocukları; evde annelerinden bir dili, cami ve manastırlarda başka bir dili, sokak ve mahalle arkadaşlarından bir başka bir dili ve mekteplerde de başka bir dili öğrenerek hayata atıldılar. Tüm diller ve kültürler bizimdi, her birine bir çocuğun saflığı ile sahip çıkardık.
Mardin mahallelerin her biri; çocukluğumuzun umut deryasına dalgalar katardı; ülkemin geleceğine, farklı çiçeklerin farklı kokuları ile yeni dostluklara, yeni kapılar açtırırdı.
Geçen tüm güzel vakitlerin hatıralarına
karşın; şuan bulunduğum zamanın acı duyarlılığında şunu deklare edebilirim;
hala böyle mahalleler var mı memlekete? Bilemiyorum …
Efendim her şey bir yana bu sefer mahallemizi yazdık/çocukluğumuzu
anlattık/ şehrimizin samimi hasbıhaline daldık. Kusur işlemişsek affoluna…
Vesselam…
"Bu arada 24 Haziran seçimlerin özelde bölge ve ilimize;
genelde ise tüm ülkemize ve milletimize refah ve güven getirmesini cenabı HAK'tan diliyorum"
Kızıltepeli
01.07.2018 / 14:27Yapmacık siyaset haberlerinden sonra sımsıcak yalın sade samimi bir yazı.Eline sağlık.