diorex

Taviz şart!

Taviz şart!

Bundan bir süre önce yazdığım bir yazıda ülkemizde yaşanan değişim ve dönüşüm hareketleri ile en son yaşadığımız barış sürecine karşı gösterilen direncin aslında sona ermekte olan birinci cumhuriyetin çırpınışları olduğunu yazmıştım. 

Mutlak bir şekilde ciddi bir direnç gösterileceğini hemen herkes tahmin edebiliyorken bu direnç bir park düzenlemesi gerekçe gösterilerek başlatıldı. 

Gezi parkı ekseninde yaşananların kesinlikle çevreci bir eylemle ilgisi olmadığını öncelikle belirtmekte fayda var; ilk gün hariç. 

Olay daha ikinci gününden itibaren asıl mecranın dışına çıkmış, seçim yoluyla alaşağı edilemeyeceği görülen iktidarın sokak hareketleri ile devrilmesinin önü açılmak yani kısaca Gezi’den bir Tahrir çıkarılmak istenmiştir. 

Eylemler daha ikinci günden itibaren yerli ve uluslararası çevrelerin de katılımı ve desteğiyle bir “Türk Baharı” şekline sokulmak istenmiştir. 

Hatta eylemlerin ilk günlerinde bir sanatçının “mesele gezi parkı değil” mesajı da asıl amacın çevreci ve demokratik bir eylem olmadığını kanıtlar niteliktedir. 

Burada sosyal medya müthiş bir manipülasyon aracı olarak kullanılmış ve adeta bir yalan makinesine dönüştürülmüştür. 

Panzerlerin ezdiği hayali insan resimleri, farklı ülkelerdeki olaylardan kopyalanan resimlerin burada olmuş gibi servis edilmesi gibi pek çok yalan haber ve mesajla kitle tahrik ve provoke edilmiştir. 

Şunu vurgulamak gerekir ki bu eylemleri Arap Baharına benzetmek veya özdeşleştirmek, eylemcilerin ve destekçilerinin hem kendi ülkelerinden hem de Arap Baharının sosyolojik arka planından bihaber olduklarını göstermektedir. 

Arap Baharında on yıllardır ülkelerini demir yumrukla yönetmiş ve hepsi de askeri darbe yoluyla işbaşına gelmiş, özgürlüğe ve ekmeğe muhtaç Arap sokaklarının isyanı vardır. 

Oysa ülkemizde eksiklerine rağmen işleyen bir demokratik sistem mevcut olup, özellikle 2002’den bu yana hem ekonomik hem de siyasal olarak büyük atılımlar sağlanmıştır. 

Bugün otokratik olmakla suçlanan iktidar 2002’de seçimle işbaşına gelmiş ve o günden bu yana girdiği her seçimde artan bir halk desteği ile karşılaşmıştır. 

Yani ortada Arap Baharı ile benzeşen bir durum söz konusu bile değildir. 

Bu sebeptendir ki bu eylemlere toplumun büyük bir kısmı mesafeli durdu; kemikleşmiş ve hatta militanlaşmış Erdoğan ve AK Parti düşmanları dışında itibar eden olmadı. 

Eylemler müzmin muhalifler ile marjinal grupların, ulusalcı, Ergenekoncu, Kemalist grupların şov meydanına dönüştü. 

Bu arada dikkat çekici bir tespit de eylemlere katılanların ezici bir bölümünün çözüm sürecine karşı çıkıyor olmalarıydı. 

Yine yapılan anketlerde eylemcilerin parkta kaldıkları günler içinde en çok okudukları kitaplar sıralamasında ilk sırada Nutuk’un olması da göstericilerin ideolojik arka planı hakkında yeterince ipucu veriyor. 

İsrailli politikacıların “başarılı olmaları için dua ettikleri”, yine Yahudi gazetecilerin “Türkiye’den iyi haberler var” başlıkları ve sevinç gösterileriyle dünyaya duyurdukları eylemler için “bunlar barışçı demokratik gösterilerdir” demek mümkün değildir. 

Olayların ilk günlerinde Başbakan Yardımcısı Arınç ile görüşen Taksim Platformu üyelerinin taleplerini hatırlayın, hiç biri demokratikleşme süreci hızlandırılsın, çözüm süreci kesintiye uğramasın veya seçime gidilsin gibi taleplerde bulunmadı. 

O görüşmede yeni havaalanı inşaatı, yeni köprü, Kanal İstanbul gibi devasa projelerin durdurulması istenerek asıl gayenin aslında ne olduğu ve ne olmadığı bir kez daha ispatlandı. 

An itibariyle bu badire atlatılmış görünmektedir; hükümet bu süreçten hasarsız çıkmıştır demek mümkün olmasa bile beklenen etki meydana getirilememiş, hedeflenen amaçlara ulaşılamamıştır. 

Küresel güçlerin eylemin neresinde olduğu konusuna girmeyeceğim; başta Yiğit Bulut olmak üzere pek çok yazar bu konuda günlerdir yazıp çiziyor. 

Artık vakit geçirmeden ana gündemimize yani çözüm süreci ve yeni anayasa yazımına odaklanmamız gerekiyor. 

Son bir ay boşa geçti; bunu telafi etmemiz ve arayı kapatmamız lazım. 

Önümüzde bir yerel seçim süreci var; bu seçim bir anlamda gizli bir referandum işlevi de görecek. 

Her zaman yerelde ülke siyaseti yerine yerel hesaplar ve yerel adaylar ön plana çıksa da bu kez durum farklı olacak gibi görünüyor. 

Muhalefet, sokak eylemlerinden beklediğini alabildi mi, bunu önümüzdeki aylarda göreceğiz. 

Ancak almış olsa bile bunun 1-2 puanlık artışlarla sınırlı olacağını öngörmek zor değil. 

Türkiye AK Parti iktidarı ile yürümeye devam edecek gibi görünüyor. 

Ancak benim burada vurgulamak istediğim bir nokta da şu; küresel ve yerel güçlerin Türkiye ve AK Parti aleyhine ittifak ettiği bir süreçte Erdoğan’ın, sadece kendisi için bile olsa, partideki üç dönem kuralını gözden geçirmesine ve bunu en az bir dönem daha ertelemesine ihtiyaç var. 

Ülkenin geleceği için bazı ilkelerden taviz vermek gerekir; bu ilkesel duruştan bir şey kaybettirmez, aksine her dönem hayırla anılacak bir fedakârlık olacaktır. 

Yani başlıkta belirtilen ve verilmesi istenen taviz, işte bu kuraldan verilmesi gereken tavizdir; yanlış anlaşılmasın.

Yorumlar

Image
ERKAN GELMEDİ
21.06.2013 / 00:59

RESMEN AKP YE YANDAŞ GAZETECİLİK YAPIYORSUNUZ

Yorum Yaz