diorex

Son Firavun düşerken!

  • 02.02.2011 14:51
Son Firavun düşerken!

“Tunus’ta yanan ateş dalga dalga yayılarak tüm coğrafyayı etkisi altına almalıdır” demiştim konuyla ilgili bir önceki yazımda (Diktatörlüklerin sonu mu? – 19.01.2011).

Bunu söylememe rağmen pek de iyimser değildim aslında.

Yıllardır demir yumrukla yönetilmiş olan Arap halklarının başkaldırı kültürünün kaybolmuş olduğunu, bastırıldığını düşünüyordum.

Ancak Tunus’ta yanan ateşin ilk alevleri Mısır’a sıçradı.

Son Firavun Hüsnü Mubarek’in tahtı sallanmaya ve dahası çatırdamaya başladı.

İstihbaratçıyı Cumhurbaşkanı Yardımcısı yapma, eski kuvvet komutanını Başbakan olarak tayin etme gibi oyalama amaçlı aldığı önlemler de ayağa kalkmış olan halkı yatıştırmadı.

Ve dün.

1 milyon hedefiyle çıkılan Tahrir Meydanı 2 milyon insanı buluşturdu.

Tahrir Meydanı gerçekten de adının anlamını buluyordu artık.

Son Firavun işin ciddiyetini fark etti ve Eylül’deki seçimlerde aday olmayacağını açıkladı.

Hamasetle dolu bir konuşma yaptı yine göz boyama amaçlı.

Halk ayaklanmasının kısa vadedeki ilk meyvesi alındı.

Ama halk tatmin olmadı bu açıklamadan.

Asıl büyük gösteri Cuma günü olacak.

Cuma namazından sonra yüz binler hatta milyonlar bu kez Başkanlık Sarayına yürüyecek.

O gün belki de diktatörün son günü olacak.

Halkın yarısının günlük 2 doların altında bir kazançla geçinmeye çalıştığı bir ülke Mısır.

Başkent Kahire’de hala mezarlıklarda yaşayan binlerce insan var, ölülerle iç içe.

Bilgi toplumunda artık hiçbir şey gizli kalmıyor.

İnternet ve mobil iletişim sayesinde dünyanın her yerinden haberdar oluyorlar.

Yaklaşık 60 yıldır iyi kötü bir demokrasiyle idare edilen ve halkı kendileri gibi Müslüman bir ülke olan Türkiye’nin nasıl olup da büyüdüğünü, zenginleştiğini, tüm müdahalelere, sorunlara ve aksaklıklarına rağmen demokrasinin nasıl işlediğini, 30 yıl aynı lider tarafından yönetilmediğini görüyorlar.

Bu noktada Türkiye model olmalıdır gibi bir görüşü desteklemiyorum.

Çünkü bizim demokrasimizin çok eksiği var.

Hala tam anlamıyla sivilleşmiş değiliz.

Bu yüzden kalkıp bu sorunlu demokrasimizi bu ülkelere ihraç etme yanlısı değilim.

Nitekim dün Başbakan Erdoğan da bu yönde bir açıklama yaparak “durumdan vazife çıkarmayacağız” dedi.

Bu arada Başbakanın yapmış olduğu açıklamalar hemen Tahrir meydanında yankılandı.

Düne kadar halkın meşru ayaklanması karşısında sessiz kalmakla eleştirilen Türkiye dün Başbakan’ın ağzından halkın demokrasi talebini desteklediğini beyan etti.

Arap ülkelerinin geri kalma sebebi olarak bir takım çevreler, özellikle de “laikçiler”, sürekli olarak dini gösterirler.

Oysa pratiğe baktığımız zaman Mısır, Tunus, Libya, Cezayir gibi ülkeler Türkiye’dekinden daha koyu bir laiklik anlayışıyla yönetilmektedir.

Devlet hayatında dinin zerre kadar bir yeri bulunmamaktadır.

“Tunus’un Atatürk’ü” olarak kabul edilen eski başkanlarından Burgiba, devlet memurlarına oruç tutmayı yasaklayacak, orucun çağın gereklerine uymadığını ilan edecek derecede aşırı bir “laikçi” idi.

Kaddafi daha birkaç yıl öncesine kadar, nüfusun belli bir kesiminin, özellikle gençlerin, sabah namazını cemaatle kılmak için camilere gitmesini yasaklamıştı.  

Mısır ve Suriye’nin sicilleri de İhvan-ı Muslimin hareketine yönelik baskı, zulüm ve katliam olaylarıyla dolu.

“Arap ülkelerinin de Atatürk’lere ihtiyacı var” tezi de bu yüzden geçersiz bir tez olarak karşımıza çıkıyor.

Çünkü bu ülkeler defalarca kendi “Atatürk”lerini çıkardılar.

Ama asıl reformları yapacak, demokrasiyi yerleştirecek devlet adamlarını çıkaramadılar; ya da bu tür isimler sürgüne gönderildi veya zindanlarda çürütüldü, öldürüldü.

Tekrar Mısır’a dönecek olursak.

Artık anlaşılıyor ki ABD de Mubarek’i gözden çıkarmış ve kendisine ve İsrail’e sorun çıkarmayacak yeni bir isim arayışına girmiştir.

Bu isim uluslar arası arenada yakından tanınan Muhammed El- Baradei midir?

Geçiş döneminde İhvan hareketi başta olmak üzere diğer grupların da desteğini almış görünen El Baradei, geçiş dönemi sonrası için güçlü bir lider adayı olarak durmamaktadır.

Mısır’da şu anda geçiş dönemi sonrası için ülkeyi yönetecek, halkın taleplerine cevap verecek bir isim eksikliği göze çarpmaktadır.

Yıllardır kendilerine uygulanan baskı politikaları nedeniyle İhvan hareketi de eski gücünden uzak bir görüntü sergilemektedir.

Üstelik son gösterilerde pek sesleri duyulmamış, ancak 28 Ocak günü yapılan ilk büyük gösteriye katılarak “biz de varız” diyebilmişlerdir.

Şu anda görünen durum, diktatör devrildikten sonra Baradei liderliğinde ve bütün kesimleri içine alacak güçlü bir birlik hükümeti kurulacağı yönündedir.

Sonrası ise belirsiz.

Tunus’ta ise yıllardır sürgünde yaşayan muhalif lider Raşid el Ğannuşi’nin ülkeye dönmesiyle siyasi tablonun nasıl şekilleneceği görülebilmektedir.

Bu ülkede beklenen, yeni dönemde Ğannuşi liderliğinde veya onun güçlü bir şekilde desteklediği bir hükümet kurulmasıdır.

Diğer Arap ülkelerine, özellikle de Körfez ülkelerine gelirsek.

O cephede yeni bir gelişme yaşanmasını ben şahsen beklemiyorum.

Halk büyük bir refah ve bolluk içinde yaşadığı sürece bu tür gelişmeleri orada beklemek hayal olur.

Yapılacak şey olsa olsa, Katar’dakine benzer bir takım reformlara imza atılması olabilir.

Nitekim önce Suriye, sonra da Ürdün hemen bir takım reform ve değişim açıklamaları yaptılar bile.

Değişime artık hiç kimse direnemez.

Yorum Yaz