Siyonizm ile Yahudilik arasındaki fark nedir?

KÖŞE YAZISI

                 Siyonizm ile Yahudilik arasındaki fark nedir?

          Arz-ı  Mevud (Vadedilmiş Topraklar)   Işığında  Derin Hesap

            Siyonizm, Yahudi halkının kendi bağımsız devletlerini kurma hedefini taşırken, Yahudilik bir dini inanç sistemidir. Siyonizm, İsrail'i Yahudi halkının evi olarak kabul ederken, Yahudilik tarih boyunca farklı ülkelerde yaşayan bir topluluğun inançlarını ifade eder.Vadedilmiş Topraklar (İbranice: הארץ המובטחת‎, romanize: ha-Aretz ha-Muvtacha), Yahudilik'te Tanrı YHVH tarafından İbrahim'e ve soydaşlarına vadedilmiş bölgedir. Tam sınırları belli olmamakla beraber, günümüzde İsrail ve Filistin Devleti topraklarını oluşturan bölgenin “”Vaadedilmiş Topraklar” olduğu inancı yaygındır.Bu tanıma göre ise Fırat Nehri'nden Nil Nehri'ne kadar olan geniş bölge İsrailoğulları'na vadedilmiştir.

    Türkiye topraklarında Arzı Mevud neresi olarak kabul edilir?

       Arzı Mevud çerçevesinde Yahudilerin kutsal kitaplarında zikredilen Hz. İbrahim ve onun soyu ile ilişkilendirilen mekanlardan birisi de ” Urfa olup,özellikle Harran'dır.

     Arz ı Mevud nereleri kapsar? Urfa Yahudiler için neden önemli?

        Museviler açısından Urfa, Hz. İbrahim, Hz.Yakup ve Hz. Musa'nın yaşadığı topraklar olması dolayısıyla Arz-ı Mevdut yani Hz. İbrahim'den dolayı vaat edilmiş topraklar içersinde kalan en önemli merkezlerden biri olarak kabul edilir.

             Nil ve Fırat arası neden önemli?

         İşte bu bağlamda Ortaçağ medeniyetine büyük bir değer katan” Nil, Fırat ve Dicle nehirleri;  gerek çorak toprakların sulanıp bereketlenmesi gerekse de üzerlerindeki taşımacılık faaliyetleri ile birçok ürünün bölgelerarası el değiştirmesine katkıda bulunarak geçtikleri yerlere adeta hayat kaynağı olmuşlardır.

                       Arz-ı Mev’un’un Sırrı

        Musa'nın Mısır'dan çıkıp Kudüs'e gelene kadar dolaştığı tüm toprakları kapsamaktadır. Kimi alimlere göre ise de bu topraklar Yakubi Diyarı, Şuayb Şehri olarak geçip sınırı Harran bölgesine kadar uzanmaktadır.

           Özellikle Orta Asya Coğrafyasında  çok kişi “Büyük İsrail” kavramını duymuş olmasına rağmen, çok az kişinin bu kavramın tarihsel ve siyasal arka planını bildiğini sanıyorum. Nedendir bilinmez bu işin inceliğini bilenler de, Siyonist zihniyetin bu coğrafya üzerindeki emellerine değinmekten imtina ediyor ve sıcak gündem olarak dile getirmeye  yanaşmıyor.Geçmiş 40-50 yıllık süreçte Ülkemizde tek bir şahsiyet tanıyoruz ki,çekinmeden ve her daim coğrafyadaki olumsuzlukları,savaşları,sömürüyü ve derin Siyonist Hedefleri gündemde tutan rahmetli Milli Görüş banisi Prof.Dr. Necmeddin ERBAKAN olmuştur.1960 ve sonrasında söylediklerinin bir bir gerçekleşiyor olması onun ne derece duruma vakıf oluşunu ve doğru okumuş olmasını göstermektedir.

             Bugüne dönecek olursak Ortadoğu’da ve Türkiye’de nüfusun kahir ekseriyeti  yürekten inanmasa da,bildiğinden  şüphe duymadığım “Büyük İsrail” projesinin dayandığı iddia edilen “Arz-ı Mevud” yani “ Vaaat Edilmiş Topraklar” meselesinin dinsel referansı Tevrat’taki “içinden süt ve bal akan topraklar”  ve  “ Kenan Diyarı ” denen  ifade ve düşüncesine  göre Tanrı Kenan Diyarı’nı bir zamanlar İsrailoğullarına vermiştir diyen Siyonist Zihniyetidir.O derece bu konuyu önemsiyor ve sahipleniyorlar ki,konu Aziz Paulos tarafından İncil’e dahi taşınmıştır.Şöyle ki,1890’larda Theodor Herzl’in başını çektiği Siyonistlerin Filistin olmazsa, Kıbrıs, Sina Yarımadası, Mezopotamya, Doğu Afrika, Arjantin hatta Sibirya gibi son derece geniş bir coğrafyada İsrail Devleti’ni kurmaya razı olmalarının, bunun için canla başla çalışmalarının hikayesini başta Google amcanın bütün sayfalarında ve her platformda bulabilirsiniz. Daha sonra Ze’ev Jabotinsky’nin başını çektiği “Revizyonist Siyonistler” denilen daha radikal gruplar Herzl’in yolunu izleyen Ben Gurion ve Chaim Weizmann gibi pragmatiklerin planlarına karşı çıkarak İsrail Devleti’nin, Ürdün, Lübnan ve Suriye’nin bir bölümü üzerinde kurulmasını savunmuşlarsa da bu grupların en radikal unsurları bile hiçbir zaman Anadolu topraklarını, Mısır’ı, Sudan’ı, Irak’ı, Mekke’yi  veya Medine’yi kontrol etmekten söz etmemişlerdi.

                1990’da Mısır’da yayınlanan El Akbar gazetesindeki  bir makalede Sovyet Yahudilerinin Filistin’e göçü, “Büyük İsrail’in gerçekleşmesinde önemli bir adım” olarak tarif edilirken,ertesi yıl  (1991) Libya lideri Kaddafi, Büyük İsrail’in sınırlarını Hint Okyanusu’ndan Hürmüz Boğazı’na, Cebelitarık’tan Akdeniz’e kadar uzanıyor ifadelerini hatırlatıyordu. Daha sonra merkezi Kahire olan Pakistan’dan İspanya’ya, Türkiye’den Yemen’e uzanan bir ülke tahayyül ettirildiği bilinmektedir. Aslında tahayyül ettikleri bu  “ Büyük İsrail ” projesi, tüm İslam’ı yeryüzünden silmek anlamına geliyordu. İlginç bir noktayı paylaşarak bu konuyu burada noktalamak istiyorum.1991’de Irak’ın Kuveyt’i  işgal etmesi  bir Kuveyt gazetesinde “Büyük İsrail” projesinin bir parçası olarak nitelendiriyordu. O günden beri de Ortadoğu ülkelerinde, bu söylencenin alıcısı hiç eksilmemiştir.Pek eksileceği de görünmeyen iğrenç hedefleri, daha da şiddetleneceğini bugünlerde (2023 yılı…)açık açık görmekteyiz. İsrail’in Gazze’de yaptığı ve yapmaya devam ettiği katliamları,Soykırımları ve bu topraklar üzerindeki hesapları çok açık olarak göstermektedir.

               Şimdi sakince düşünelim istiyorum

          “Arz-ı Mevud” kavramının dindar Yahudiler için önemli olduğu kesindir.    “ Büyük İsrail ” hayali kuran fanatik Yahudi milliyetçilerin varlığından da kuşku yoktur. Her ülkede bu tip adamların mevcudiyetini de biliyoruz.Öyle ise bu fanatiklikleri ışığında hiçbir zaman rahat durmayacakları da kesindir.Şunu çok açık olarak biliyoruz ki, İsrail’de, gelmiş geçmiş tüm yöneticilerin dinsel referanslarla politika yaptıklarını varsaymak mantıklı görünmüyor. Belki şu anda İsrail’in başında dünyaya Tevrat’ın gözünden bakan adamlar vardır, lakin bunların sadece iki milyon kişinin yaşadığı Gazze Şeridi ve Batı Şeria’yı bile kontrol edemediği ortada iken, 300 milyon kişinin yaşadığı “Büyük İsrail” coğrafyasını nasıl yöneteceklerini anlamak mümkün görünmüyor.Ona rağmen bu sapık düşünce ve hedefleri bir çok olumsuzluğa,katliamlara,gözyaşlarına sebep olacak ve olmaktadır.

               Sonuç olarak:  İsrail-Türkiye, İsrail-Arap devletleri arasındaki ilişkileri siyasi, ekonomik, diplomatik, askeri perspektiflerden sonuna kadar sorgulayalım tabi ki,,,Fakat bu tür komplocu saçmalıkların esiri olmayalım tavsiyesinde bulunuyorum.Hesap derin ve kendilerinden başka hiçbir kavim,ümmet ve canlıların yaşamasını kabullenmeyen zihniyetle mücadele edilmesi gerektiğini bilmek gerekir.İnsanlığın ve başta bizlerin (Türkiye’nin) işi pek kolay gibi görünmüyor.Kalın sağlıcakla….