Sivil Kuruluş ve Kirlenme

Sivil Kuruluş kavramı, İngilizcesi “non-governmental organisations” olan, Türkçede ise “Gönüllü kuruluşlar”, “Devlet dışı oluşumlar” veya “Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar” olarak tanımlanmaktadır.
Aslında bu kavram toplumsal görünürlükteki
kitlesel hafızlarda; ve de bireyselliğin kendi öz benliğini ispatlama
çabalarını epeyce meşgul ettirmiştir. 90’lı yılların başından beri her entelektüellerin
ağzında sakız olmuş; yüksek seviyeli konuşkanların literatüründe kavramların şahı olarak; en kavli mertebelerde de yer edinmiştir.
Zira uzun zamandır sivilleşme ve
sivil kuruluşlarda boy gösterme meselesi ortada duran kamu ve kamu dışı organizasyonlarında oluşan/dağıtılan ve toplumsal kaymaktan daha fazla pay ve tat alma yarışına
dönüştüğünü/dönüştürüldüğüne dair göstergelerin kavvi olduğunu görüyoruz.
Bu vesile ile eğer siyasi alan; çıkar
amacını taşıyan ekonomik alanını kontrol eden güya sivil, gerçekte ise vahşi kapitalist şahların etkisine
girerlerse ölü doğarlar. Buda devlet gücünün kazançlı ve kârlı tarafını, bu tip
sivil kuruluşları yöneten kişilerin eline geçmesine yol açar. Bu el, toplumu
baskı ve yönlendirme pozisyonları ile yönetir, toplumdaki çoğulculuğu ve
çeşitliliği tek düzeliğe indirger.
***
Son yıllarda toplumsal yapımızın
hem sağında, hem solunda; hem en sağında, hem de en solunda faaliyet gösteren
sivil kuruluşların çekirdek yönetimleri, despot ve dikta rejimlerin yönetim
şekillerine ve uygulamalarına benzer bir hal almıştır. Zira buralarda alınan
karar, söylenen sözler ve taraf belirleme işaretlerini gizli yapmakta ve içinde
şeffaflığı barındıran STK‘lerin çoğulculuk ilkesine aykırı bir şekilde
bireyselliğe dem vurulmaktadır.
“Bireyselliğe dem vurmak”
argümanın izahatı ile ilgili bir iki kelam etmem gerekirse şunu söyleyeyim.
Toplumsal tanınırlığını, her
hangi bir STK ve Sivilleşme kuruluşlarına heba etmek istemeyen ve kamu bürokrasinin
her kademesinde etkin ve derin damarlarında dolaşanların birçoğu aslında görünürde
saklı, arka planda ise hem STK’yı/STK’ları yönlendirmekte ve bu tip alanda da “kuş
uçurtmam” dibacesine vurgu yaparak çekinmez hale bürünmektedir. Bu duruş, onu
gelecekte değişme ihtimali olan ve ters tepebilecek konjonktüre karşı hem koruma
altına alır; hem de muhtemelen gelişecek yeni pozisyonlara karşı atak olmasına da
yardımcı olur. Belki de beraber iş tutma fırsatını bile elde eder.
Tüm bunlar bize şunu gösteriyor
ki uluslararası emperyalist düşüncelerin taşeronluğunda gerçekleşen ve yerli
işbirlikçilerin de katıldığı 15 Temmuz hain darbe girişimi ile açığa çıkan;
Sivilleşmenin ve sivil toplumun kaygılarını, devlet ve millet kaygısının üstünde tutarsak; yine sivil alandaki kuruluş, kurum, cemaat, vakıf, dernek, sendika vb. organizasyonların
menfaatini; millet/ülke ve devletin bakiliğinin üstüne monte edilse ve
hatta bu teşebbüsü olağan göstererek milletin iradesini ipotekli vesayetlerle yönetiriz. Tüm bu süreçler bizi milletin hakimiyeti ile gelen
hükümetlere paralel hükümetler üretmeye kadar götürür.
Zira millet, uluslararası Hollywood
filmine dönüşecek bu tür süreç ve senaryoylara karşı dik durduğunu hepimize deklare etti.
Vesselam efendim…