diorex

Sıhhat ve Seyahat–2

Sıhhat ve Seyahat–2

 

25.07.2009 15:22:42

 

 

 

 

Önce Trabzon seyahati ile ilgili olarak yazı yazmış devamı için size söz vermiştim. Her şeyden önce geciktiğim için siz değerli okuyucularımdan özür diliyorum.

Trabzon’da gezintimizi  devam ettiriyoruz. Yavuz Sultan Selim’in annesi Gülbahar Hatun Camisi ve Türbesi 1505 yılında siyah taştan yapılmış mimarisiyle güzel eserlerdir.

Atatürk köşkü geniş alanı ve üç katlı yapısıyla  muhteşem bir yapıdır. İçindeki Sivas  ve İran halıları, İtalyan mobilya ve lavaboları kalite olarak konağın mükemmelliğini tamamlayan parçalardır. Bahçesinde gezerken bitişikte ki Vali İkâmetgahının bahçesindeki sevimli ceylanları görünce şaşırıyoruz. Sahilden dağ tarafına bir yönelme var. Yeni lüks villaların inşaatı devam ediyor.

Trabzon Teknik Üniversitesi, Limanı ve Hava Alanı ile doğu Karadenizin merkezi olduğunu hemen fark ettiriyor.

Ekip olarak hafta sonunu geziye ayırıyoruz. Önce Zigana dağını aşıp Gümüşhane’ye 20 Km. mesafede yol ayrımından ağaçlar arasından süzülerek Karaca mağarasına  gidiyoruz. Yol boyunca önce klima açıldı. Zigana dağının 1820’li rakımına ulaşınca aralıksız yağan yağmurun etkisiyle bu defada arkadaşlarımızdan bazıları kaloriferlerin yakılmasını istiyor. Zigana tüneli insanın isterse 1702 metrelik dağı delerek aşabileceğini  gösteriyor. Heyelan bölgesi olduğundan taşlar yolun davetsiz misafiri olarak tehlike teşkil ediyor. Ufuklara baktığınızda dağ ve bulutun vuslatına şahit oluyorsunuz. Yağmurdan sırılsıklam  8-10 yaşlarındaki çocuklar piknikçiler için ellerindeki çıraları gösteriyorlar.

Karaca Mağarası dışarıda dağın zirvesine  kondurulmuş bir oda gibi görünüyor. Kapısında gişe görevlisi bizi karşılıyor. Birkaç grup daha var. Biletlerimizi alıp, rehberin refakatinde oda kapısı gibi bir kapıdan içeri alınıyoruz. Mağaranın yapısına zarar vermemesi için cep telefonunu ve fotoğraf makinelerinin girişte bırakılması isteniyor.

Karaca mağarasını 1983 yılında bir çoban bulur ve yetkililere haber verir. Şu anda Özel İdare tarafından ziyaretçilere hizmet verilmektedir. Mağaranın eni 50, boyu 150 metre kadardır. Aydınlatma sistemi kurulmuş, muhtemel elektrik kesintisine karşı jeneratör bulunmaktadır. Kalaslardan yapılmış basamakları kullanarak dolaşıyoruz. Yağmur sularının tavandan sızıntısından oluşan çeşitli geometrik figürler oluşmuştur. Mil diye tabir edilen yumuşak harç gibidir. Sanırsınız ki dahi bir ressamın fırçasından çıkmış bir tablo ile karşı karşıyasınız. Bazı sütunların çapı 40-50 Cm iken bazılarının 1-2 metre kadardır. Kapılı ortamı, loş ışıklarları, etrafımızı saran çeşitli boylardaki sütunlar arasında adeta büyülenmiştim. Yalnız bakmakla yetinmeyip,  görenlerin büyük kudret sahibinin nelere kadir olduğunu bütün gerçekliğiyle seyretme atmosferinde idik. Mağara deyip geçilmemesi gerektiğini müşahede ediyordum.

Yeşil dalganın içinden ve Maçka dağ yolundan geçerek Trabzon Komenosları Prenslerinin 1204 yılında yaptıkları Sümena Manastırına gidiyoruz. III. Alexios (1349-1390) döneminde önemi artmıştır. Vadiye paralel giden dar yoldan gidiyoruz. Yaklaşık 1 Km. kala yol olmadığı için yağmur altında yayan yürüyoruz. İbadet etmek için insanların buralara kadar gelmeye neden gerek duyduklarını düşünmeden edemiyorsunuz. Giriş kapısından içeri giriyoruz. Sağda odalar karşı  yamaca bakıyor, solda balkon tipi kayalara oyulmuş oturma yerleri göze çarpıyor. Aşağıya doğru basamaklardan iniyoruz. Solda büyük bir salon, tavana Hz. İsa ve diğer din adamlarına ait figürler süslüyor. Sağlı sollu daha küçük odalar dağa oyulmuş. Bazı odalar 90 derece yamaca dik olarak oyulmuştur. Göğü görmek için başınızı olabildiğince kaldırmanız lazım. Girişin karşısında bu defa basamakları tırmanarak karşı bölüme geçiyorsunuz. 30-40 odadan oluşan mahzeni inzivaya çekilenlerin kullandığı karanlık  odaları ve gizemli hali adeta insanı ayrı bir aleme götürüyor. İnsanların inançları uğruna ne emekler verdiklerini, ne zorluklara katlandıklarının bir belgesi ile yüzleşiyorsunuz. Yaklaşık 500 metre yüksekten vadiyi ve akan dereyi seyrederken farklı bir yerde olmanın ruh halini yaşıyorsunuz. Restorasyonu devam ettiği için kapalı olan bir bölümünü gezemiyoruz. Gittiğimiz yoldan dönerken uzaktan bakınca adeta dik yamaca yapıştırılmış bir yapıyı seyrediyordum.

Bir sonraki gün Uzungöl’e  yeşilin farklı tonları arasından geçerek varıyoruz. Karadeniz insanının çalışkanlığı sonucu dere gibi akan gölün birkaç yerinde şelaleler yapılmış, dere yatağı ve yamaçlarının siyah taşlarla tahkim edilmesi ayrı bir güzellik vesilesi olmuştur. Buradaki beklememiz kamera ve fotoğraf çekimi nedeniyle uzun sürüyor. Ensar tesislerindeki yemek balık ve meşhur sütlaçlarından oluşuyordu. Şırıl şırıl akan gölün kenarında, binalara ayrı bir güzellik veren ahşap yapıların içinde yenilen yemeği unutmak mümkün değildir.

Bir hafta sonra yine Karadenize dönüyorum. Rize yeşil çay bahçeleri ve misafirperver insanları ile hafızamızda ayrı bir yer edinmeyi hakkediyor. Kalesinden şehri seyretmeye doyum olmuyor. Çaykur’un büfesinden alınan hediye çaylar dostlar için farklı diyarlara gidecek, sohbetlere katkı sağlayacaktır. 

Ayder yaylasına gittiğimizde tulum denilen çalgı ile karşılanıyoruz. Asırlık ağaçların arasında yediğimiz balık ve köfteden sonra bir de sütlaç masalarımıza geliyor. Köprüye kadar tırmanma şeridinde yürüyoruz. Kar suyu olduğundan karşıdan gürül gürül akan  derenin suyu bembeyazdı. Hava biraz kapanınca yağmura yakalanmamak için dönmek üzere arabalarımıza biniyoruz.

8 Mayıs 2005 ve 27 Mayıs 2005 bir taraftan doğal yapısı ile geometrik mağara figürleri, bir taraftan inançları uğruna yerleşimden uzak sarp  yeşil dağlar arasındaki manastır hafızamda ayrı bir günün izlenimleri olarak yerini aldı. 12.07.2005

                                                                                                                     

Yorum Yaz