diorex
sampiyon

Seyircileşen İnsan

Seyircileşen İnsan

Yazının başlığından hemen hemen neyden bahsedeceğimi anlamışsınızdır.

 

İnsan ve Eller: Bedenin İçindeki Yabancı

İnsan kendi bedenine ne kadar hâkim? Bu soru, günlük yaşantımızın sıradan bir eyleminde—elleri yıkamada—bile derin bir anlam kazanıyor.

Veciz bir ifade ile belirtmem gerekirse: “Dikkat edin, insan ellerini bile yıkamıyor, eller birbirini yıkıyor; o sadece bakıyor.” Bu cümle bile, bedensel işlevlerimizin ne kadar otomatikleştiğine, farkındalığın ve etkinliğin ne kadar azaldığına dikkat çeker.

Eller, çoğu zaman irademiz dışında hareket eder gibi görünür. Beyin komutu verir, ama işin asıl yükünü taşıyan uzuvlar, sanki ayrı bir bilinçle hareket eder. Bu durum, insanın kendine olan yabancılaşmasının bir göstergesi de olabilir. Farkındalıkla yapılan bir eylemle, sadece alışkanlıkla yapılan bir eylem arasındaki farkı gösterir bu söz. Bu yabancılaşma, modern toplumun bireyi sürekli bir "gösteri" içinde tutan yapısıyla da ilişkilendirilebilir. Debord'un "Gösteri Toplumu" analizinde belirttiği gibi, hayatın kendisi bir temsile dönüşürken, bireyler de bu gösterinin pasif izleyicileri haline gelebilir.

Bu bakış açısı, sadece fizyolojik değil, felsefi bir sorgulamayı da beraberinde getirir: Biz gerçekten bedenimize ne kadar hâkimiz? Yoksa sadece olup biteni izleyen bir 'özne' miyiz?

Ellerin Eylemi: İrade, Alışkanlık ve Benlik Üzerine Bir Düşünce

“Dikkat edin, insan ellerini bile yıkamıyor; eller birbirini yıkıyor, o sadece bakıyor.” sözü üzerine kısa bir felsefî deneme yapmak gerekirse;

Bu kısa cümle, ilk bakışta sıradan bir gözlem gibi görünse de, derinlemesine düşünüldüğünde insanın kendi bedeniyle kurduğu ilişkiye dair sarsıcı bir farkındalık içerir. Buradaki tespit, bedenin otomatik işleyişi karşısında benliğin edilgenliğiyle yüzleşmemizi ister. Gerçekten de ellerimizi yıkarken ne kadar oradayız? Yoksa zihnimiz başka yerde dolaşırken, bedenimiz bir rutini mi yerine getiriyor?

Bu soru, modern felsefede sıkça tartışılan “benlik” ve “beden” ayrımını akla getirir. Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” ifadesiyle temellendirdiği özne merkezli düşünce, zihni bedenden ayırır. Ancak 20. yüzyıl düşünürlerinden Maurice Merleau-Ponty, bu ikiliğe karşı çıkarak bedenin yalnızca bir taşıyıcı değil, bilinçli deneyimin bizatihi mekanı olduğunu savunur: “Ben bedenimdir.” (Merleau-Ponty, Algının Fenomenolojisi, 1945).

İşte yukarıda söylediğim söz, bu tartışmanın tam merkezine dokunur. Eller birbirini yıkarken “ben” nerede duruyorum? Sadece izleyen bir göz müyüm, yoksa ellerin içinde yaşayan bir bilinç miyim? Cevap, alışkanlıklarımızın bizi nasıl otomatikleştirdiğine bağlı olabilir.

Psikolog William James, alışkanlıkları “doğanın ekonomisi” olarak tanımlar; çünkü alışkanlık, iradeye yük bindirmeden işlerimizi yürütmemizi sağlar. Ancak bu konfor, zamanla bizi eylemlerimizin dışına atabilir.

Bu bağlamda, söz konusu cümle aynı zamanda bir uyarıdır: Farkındalığı kaybetme. Bedeninle, eyleminle, ellerinle yeniden bağ kur. Eller sadece birbirini yıkamasın; sen de orada ol. Çünkü ancak orada olduğunda gerçekten yaşıyorsun.

 

Modern insanın otomatizme düşmesi ve kendi eylemlerine yabancılaşması

“Dikkat edin, insan ellerini bile yıkamıyor; eller birbirini yıkıyor, o sadece bakıyor.” Sözünden yola çıkarak; İzleyen Benlik ve Otomatik Beden Üzerine: Felsefî Bir Tahlil

Bu cümle, sıradan bir gözlem gibi dursa da, özne-beden ilişkisi üzerine yapılan felsefî tartışmaların özünü içinde taşır. Gündelik bir eylem olan el yıkama, burada bir metafora dönüşür: Eylemi yapan kimdir? Eller mi, yoksa onları yönlendiren zihin mi? Yoksa insan sadece olup biteni izleyen bir varlık mıdır?

 

  1. Alışkanlık ve Otomasyon

Psikolog William James’e göre alışkanlık, zihinsel yükü azaltarak insan hayatını sürdürülebilir hale getirir: “Alışkanlık, doğanın bize sunduğu en büyük hizmetlerden biridir.” (James, The Principles of Psychology, 1890)

Ne var ki alışkanlık, zamanla bilinci devre dışı bırakabilir. El yıkamak gibi eylemler, farkındalık olmadan gerçekleştirilirse, kişi eylemden kopar, bir tür otomatik pil moduna geçer. Bu cümlede geçen “bakmak” fiili, bu kopuşun göstergesidir: İnsan, kendi bedenine dışarıdan bakan bir göz haline gelir.

 

  1. Descartes ve Benlik-Beden Ayrımı

Batı felsefesinin özne-beden ayrımında önemli bir yer tutan René Descartes, düşünen varlığı bedenin üstünde konumlandırır:  “Düşünüyorum, öyleyse varım.” (Descartes, Meditationes, 1641)

Bu anlayışa göre beden, zihnin taşıyıcısıdır; ama bilinçli deneyimin dışında yer alır. Bu ikilik, insanın bedeniyle yabancılaşmasına zemin hazırlar.

 

  1. Merleau-Ponty ve Bedenin İçkinliği

Descartesçı ayrımı reddeden Maurice Merleau-Ponty, bedeni bilinçten ayrı değil, bilincin kendisiyle iç içe geçmiş bir fenomen olarak ele alır: “Ben dünyayı bedenim aracılığıyla algılarım. Bedenim dünyayla ilişki kurduğum araç değil, benliğimin ta kendisidir.” (Phenomenology of Perception, 1945)

Bu yaklaşım, bu sözü farklı bir bağlama taşır: Eller, sadece birbirini yıkamıyor olabilir; insan, eğer farkında değilse, kendi varlığına da yabancılaşmış olabilir.

 

  1. Modern Hayatta Bedenin Sessizliği

Günümüz insanı, dijital dikkat dağınıklığı ve hız kültürü içinde bedeninin sinyallerini çoğu zaman duyamaz hale gelir. Duyular, düşüncelerin gölgesinde silikleşir. Bu bağlamda bakıldığında aslında “Dikkat edin, insan ellerini bile yıkamıyor; eller birbirini yıkıyor, o sadece bakıyor.” sözü, bu sessizliğe karşı bir farkındalık çağrısıdır. İnsan, kendi ellerine yeniden dönmeli; onları sadece izleyen değil, onlarla yaşayan bir özne olmalıdır.

Bu kısa ve etkili söz, çağdaş insanın benlik-beden ilişkisini sorgulatan derin bir metafor da sayılabilir. Ellerimizle yaptığımız basit bir eylem bile, felsefenin en temel meselelerinden biri olan “ben kimim ve bedenimle ilişkimin doğası nedir?” sorusunu gündeme getirir. Bu sözü yalnızca bir tespit olarak değil, bir uyanış çağrısı olarak da okuyabiliriz: Bilinçsizce yaptığımız eylemleri yeniden hissederek yaşamak, benliğimizi bedende yeniden inşa etmektir.

 

Modern İnsanın Pasifliği: Eller Yıkanıyor, İnsan Bakıyor

Günümüz insanı, hızla akan hayatın içinde kendi eylemlerine yabancılaşmış durumda. “Dikkat edin, insan ellerini bile yıkamıyor; eller birbirini yıkıyor, o sadece bakıyor.” ifadesi, bu yabancılaşmanın çarpıcı bir ifadesidir aslında. Burada insan, kendi bedenine bile hükmedemeyen, edilgen bir varlık hâline gelmiştir mesajı da yatmaktadır.

Bu söz, sadece fiziksel bir tembelliğe değil, aynı zamanda ruhsal bir kopuşa işaret eder. Bedenin otomatikleşmiş hareketleri, insanın bilinçli varoluşundan uzaklaştığını gösterir. Eller hareket eder, ama zihin orada değildir; kişi kendi eyleminin tanığı bile değildir.

Bu durum, modern yaşamın getirdiği yoğunluk, teknoloji bağımlılığı ve sürekli dikkat dağınıklığı ile ilgilidir. İnsan, kendi hayatının öznesi olmaktan çıkıp sadece bir izleyiciye dönüşmüştür. Oysa bilinçli yaşamak, en sıradan eylemde bile varlık gösterebilmektir. Ellerini yıkarken orada olmak, düşünmek, hissetmek… Gerçek insanlık belki de burada başlar.

 

Seyircileşen İnsan: Eller Yıkanıyor, İnsan Sadece Bakıyor

“Dikkat edin, insan ellerini bile yıkamıyor; eller birini yıkıyor, o sadece bakıyor.” Bu ifade, günümüz insanının kendi varlığına, eylemine ve bilincine yabancılaştığı hâli çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Her gün tekrar ettiğimiz en sıradan bir eylemin –elleri yıkamanın– bile öznesi değilsek, daha büyük sorumlulukların neresindeyiz?

 

Felsefi Açıdan:

Bu söz, özne-nesne ayrımını ters yüz eder. Eller, insanın uzantısıdır; ama burada kişi, kendi uzvunun dahi öznesi değildir. Artık eller eyleyen, insan ise izleyendir. İnsan, var olanı düşünmek yerine yalnızca işleyişe teslim olur. Sorgulamaz, yön vermez, sadece akar.

 

Psikolojik Açıdan:

Bilinçli farkındalık modern psikolojide önemli bir yere sahiptir. Bu söz, otomatik davranışlarımızın ne kadar yaygınlaştığını gösterir. İnsan, zihni başka yerdeyken bedenini bir makine gibi çalıştırır. Eller yıkanır, ama insan orada değildir. Bu, dikkat dağınıklığı kadar ruhsal bir kopukluğu da ifade eder: Kendi hayatımızdan düşüyoruz.

 

Sosyolojik Açıdan:

Modern toplum, bireyi sürekli bir hız ve üretkenlik baskısı altında eylemden çok performansa zorlar. İnsan, ne yaptığını değil, nasıl göründüğünü önemser. Böylece kendi eylemlerinden uzaklaşır.

 

İslami Düşünce Açısından:

İslam, her amelin bilinçli olmasına, niyetin merkezde durmasına büyük önem verir. Abdesti sadece fiziksel bir temizlik değil, aynı zamanda içsel bir farkındalık-yönetim/etkinlik hali olarak görür. Kendi elleriyle abdeste niyet etmeyen, sadece “bakarak” hareket eden biri, belki de “nefsin gafletine” düşmüştür düşüncesini anımsatmaktadır. Kur’an’da geçen “Kalpleri vardır anlamaz, gözleri vardır görmez, kulakları vardır işitmez” (A’râf, 179) ayeti belki de, bu durumu özetler.

 

Sonuç:

Bu kısa ama derin söz, modern insanın ruhsal, zihinsel ve ahlaki bir boşlukta salınışını dile getirir. Ellerin hareketi devam eder ama insan orada değildir. O hâlde yeniden özne olmak, eylemin içinde bilinçle bulunmak ve kendi varlığımıza dönmek zorundayız. Aksi takdirde sadece eller değil, belki tüm hayatımız bizden habersiz yaşanıp gidecek. Eller birbirini yıkarken orada olanlardan olmak dileğiyle…

 M. Burhan Hedbi

Editör: Beşir Şavur

Yorum Yaz