Seni Seviyom Bebeyim (!)
Uzun zamandır görüşemediğim dostumun sitemine mahcup bir edayla karşılık verircesine gezdiğim Mardin sokaklarının birinde; küfürlerle bol bol soslanmış “Buraya çöp dökenin…” tehditleri arasından sıyrılan ,“graffiti” olmaya özenmiş iki duvar yazısı çarptı gözüme:
" Seni seviyom bebeyim." ve hemen yanı başında biten “Garibin çilesi ölünce biter. ”
Bu yazılar, eve götürmesi için babası tarafından eline tutuşturulmuş, evin güzergâhı bu sokaktan kimsenin geçmediği güvencesiyle, uzun zamandır tek taraflı beslediği yoğun hislerin, sprey boyayla lisan-ı hal olduğu, bir sivilceli ergenin duygu patlamasını çağrıştırmıyordu.
Bir umutsuzluk, bir yersizlik, bir kabullenememe, bir hayattan istifa mektubuydu sanki…
Adeta eski Türk filmlerinden aşina olduğumuz, geçmişiyle dargın kenar mahalle sakininin:
Babasının mesleğini söylemekten ar duyan, hak etmediği bir dünyada doğmuş olmanın utancını lanetle hatırlayan, özendiği parıltıya hayran ama yabancı, “Buyum işte lan!” isyanını cebinde bulunduran, yalnızlığa terkedilmiş fakir mahallelinin; komik ve mahzun duygularına benziyordu.
Daha çok öznelliğinden sökülerek, parıltılı haz dünyalarının sularında arzu adası haline getirilmesi çabalarına kanmak üzere olan birinin, haykırışlarını anımsatmıyor da değildi…
Canlı bir organizma olan şehrin, her hâlükârda yalnızlığa terkedilmiş yoksulun üzerinde eğreti duran duygularını (isyanı hariç), restorasyonu yapılmış tarihi duvarlarına sprey boyayla yansıtmayı kabul etmesi, asli sakiniyle ortak bir dil oluşturma çabası anlamına mı geliyor acaba?
Bunu: “Çevresel psikoloji” bakış açısıyla, insan ve çevre nin birbirleriyle karşılıklı etkileşimi bağlamında tahlil edecek olursak;
“Kentsel Dönüşüm Projesi” adı altında; Marka Kent starlığı için makyajlanarak, erotize edildiği bu günlerde konuşmak isteyen Mardin’in, sesiyle mi yoksa birleştirmeye çalışıyordu isyanını?
“İnsan ve çevre”nin ortak hasıma başkaldırışlarının emareleri miydi bunlar?
Sakinleriyle birlikte mahallelik ruhu; göç ettirilen…
Kaybedilen kentlilik asaleti, turistik eşantiyona dönüştürülen…
Zorlama tarihin pompalandığı cafe ve restoranların yükselen gürültüsünde; ezan sesi bastırılan…
Tarihi asırlara dayanan kimliği; Yenişehir’le, Mardinsizleştirilen…
Hiçbir Mardin ’linin gitmediği ve gitmeyeceği sıla gecelerinde dinginliği kaybettirilen…
İçinde yaşayanları; ısrarla görmemezlikten gelen…
Gün be gün; sokaklarında “ ‘kasrı’ ‘diyarı’ ‘zade’ ” vs. levhaları çoğalan bir Mardin’den başka, kimin sesiyle birleşebilirdi ki?
Fakir ama Gururlu
Sosyal dışlanmayı ve aforoz edilmiş hissini önleyici nitelikte olmayan dönüşüm projeleri; modern yaşam üretmeye çalışırken, hayata dair reflekslerini kaybetmiş bir topluluk enkazı bırakır arkasında.
Aceleye getirilmiş, ‘fakir ama gururlu!’ kandırmacasının iliştirildiği; itilip kakılan, hareket alanı gittikçe daraltılan, ölümü bekleyen “çileli garipler ”in parçalanmış hayatlarını…
“Sahip olduklarını gösterip onunkilerle karşılaştırdıktan sonra hayatta kendini konumlandırma” yaşam biçimini dayatmaya başlayan dönüşümden şehir de rahatsız olmalı ki duvarlarını ardına kadar açmış işte…
" Seni seviyom bebeyim" ve hemen yanı başında biten “Garibin çilesi ölünce biter ”
‘Mardinli Olmadan Mardin Projesi’ yazımda daha önce de ifade etmiştim. “ ‘Kentsel Dönüşüm’: Şehrin dokusunu bozan sorunların giderilmesi bahanesinin sürüldüğü, mekândan öte, doğrudan doğruya burada yaşayan insanların yaşam biçimine hoyrat bir müdahaledir. İnsanları yerlerinden ederek yaşam biçimiyle hiç ilişkisi olmayan yeni rant alanları oluşturmayı hedeflemiştir.”
Bu insanların; her şekliyle yaşam dünyasını iyileştirerek daha yaşanılabilir bir hale getirmeyi, asıl gaye olarak bellemesi gereken bu proje: kovduklarından arda kalanları yalnızlığa terk etmiş, ilaçlı gazoz içirdiği sokaklarında yabancılaştırmıştır.
Çıkarıldıktan sonra tekrar kendisine layık görülmediğimiz evlerimiz, sokaklarımız, dükkânlarımız, mahallemiz ve komşularımız hakkında cümlelerimizi “Bir zamanlar” sözcükleriyle kurmaya başladık bile… Farkında mısınız?
Ama ne yazık ki!
Filmlerde adab-ı muaşeret derslerinde; kafasının üstüne kitap koyup, ‘Fransızca’ ve ‘tango’ yu öğrenmek suretiyle asri değişime uğrayan mahalleli, kendisi için değiştiği kişi tarafından tanınamıyor.
Tanışıyor muyuz?
Şehir mi bizi biz mi şehri tanıyamayacağız bilemiyorum.
Ama emin olduğum tek şey:
Bir Mardinli olarak uzun zamandır Mardin’i hissedemiyor olduğumuz…
Artık, sokaklarında yükselen neşeli çocuk cıvıltılarını nedense duyamıyoruz.
Pişirilen güzel yemeğin tadımlığını komşuya taşıyan mahallemizin kızlarıyla karşılaşamıyoruz.
Evlerinin önünde kahve falına bakıp hayatımızla ilgili güzel haberleri veren teyzelerle sohbet edemiyoruz.
Bakkaldan yaptığımız alışveriş torbalarını bizlerle eve kadar taşıyan delikanlılara rastlayamıyoruz.
Ve…
Daha nice ,“Kentsel Dönüşüm” ün iş makinaları seslerine karışıp gitmiş, bilinçaltımızda mutluluk hissi yaratan ve hayatı yaşanabilir kılan minik ayrıntılar…
Dikkatinizi çekti mi? Gökyüzü artık bu şehre yakın değil. Taklacı güvercinler dahi bu şehrin semalarını terk edeli uzun zaman oldu. Dillerin ve dinlerin şehrinde:
Her dil kendi gırtlağına, her din de kendi mabedine geri döndü.
Asalet ve Açlık
‘Doku’ denilen olguyu yaratan insanları yerlerinden edip ‘tarihsel dokuyu korumak’ adı altında kendimizi kandırdığımız…
Dost ve ahbaptan toparladığımız, asalet sağlamasını kendisiyle yaptığımız antika görünümlü malzemelerin, özensiz tıkıştırıldığı yerleri açmaya devam ettiğimiz…
Eski Mardin’de, asla Yeni Mardin olamayan Yenişehir’den uzak yaşayanları” Fakir ama gururlu” hissiyatından kurtarmadığımız…
Asalete özendiği için taş kaplanarak cinsiyeti belirsizleştirilen modern binalarda , ‘Ah vefasız’ şarkısını son günlerde hiç ağzından düşürmeyen ünlü modacı! Mardin hayranı Cemil İpekçi’nin modern katkılarını! umursamadığımız…
Tarihe karşı yaşadığımız utancımızı daha makul ve kaçınılmaz kılmak için umutlarla cilalamaktan vazgeçmediğimiz müddetçe;
Sayıları gittikçe artan, çoktandır asaletinin kibirliğinden istifa etmiş garipler:
Mutat bakımını yaptırdığımız manikürlü ellerimizle, dağıttığımız gıda yardım paketlerinin paydasında birleşmeye devam edeceklerdir.
Ama açlıkları iştahımızı asla kaçırmayacak. Öyle mi?
''Sevmek çay, sevilmek şeker; çileli garipler, çayı şekersiz içer.'' mi dediniz?
GEÇİNİZ…