Şehirler ve Kentler -2-

Efendim,“Şehirler ve Kentler -1-” yazısından
haberdar olan okuyucular; bu iki
kavramın farklı tanımlamasına itiraz etme ihtimallerine karşın hemen şunu ifade
edeyim. Şahsım olarak okuyucuları farklı bir düşünce literatürüne havale etme,
bilinçli ve yanlı bir fikir deryasına kulaç attırma ruhu haliyetinde olmadığımı ve buna
ihtiyaçta duymadığımı söylemekten beis duymuyorum. Zira derdim bana aittir,
kimseyi dert sahibi konumuna getirerek meşgul etme/ettirme niyetinde de
değilim.
Tüm bu izahatların ışığında, kelâmı ne zaman
Mardin şehrine getireceğimi merak eden okuyucularımın serzenişlerini duyar
gibiyim. Yıllardır Mardin’i modern bir kent havasına büründürtme çabalarına
şahit olmuyor değiliz, Tüm badirelere rağmen Mardin hala “şehir olma” iddiasından
vazgeçmemiş ve bu vasfında ısrar ettiğini de biliyoruz. Çünkü şehre hala mezarlarımızın
kenarından veya içinden çıkıyoruz. Mezarlar bize hayat ve ölümün iç içe
olduğunu, şehrin ve canlı hayatın sonunda ölüm olduğunu sürekli hatırlatır.
Oysa modern kentler mezarları kovar, ölümü hatırlamaz, hatırlamadığı ölümü de öldürdüğüne
inanır.
Evet, Mardin şehri geçmiş yıllarda
hep plansız büyüdü. Güya “Yeni-Şehir”
diye adlandırdıkları güzelim bağ-bahçe mekânlarının tamamını, ruhsuz ve
değersiz beton yığınlarına dönüştürüldü. Zamanın güç sahipleri “Yeni–Şehri”plansız ve düzensiz imara/talana
açmaları da çok gaddarcaydı; şimdiler ise
bu gaddarlık, her türlü çabaya rağmen bir türlü düze çıkma şansını yakalayamamıştır.
Kendini gösteren, belli eden her
aşikâr vizyonun sahipleri ve kendini öz Mardinli sayan kast sisteminin en refahlı
insanları; şehrin şu köşesine nasıl dadanırım diye hesap yaptı, şu arsaları
nasıl imara çıkarırım diye hep çaba sarf etti ve şurayı nasıl ucuza kaparım
diye hep derin senaryolar üretti. Mardin’in kadim şehir olma geleneğinden hep
bir şeyler çalındı/hep bir şeyler koparıldı, kimse Mardin’in geleneksel şehir
kültürünü düşünmedi, kimse şehrin yüreğine sahip çıkamadı, ses veremedi. Hep,
bende bu talandan nasıl daha fazla pay alabilirim hesabını yaptı. Kimse
endişelenmedi, yüreği de sızlamadı.
Birbirinin güneşine bile engel
olmayan bir geleneğin duyarlı ve zarif neslini hatırlamadan; şehrin bahçe,
cadde ve arsaların santimetrelerine göz diktiler. Yine Abbaraların medeniyet
anlayışından ve etrafa insanlığı öğretme kabiliyetinde vazgeçerek; milletin
sokak ve caddelerini işgal ettiler, her köşeyi, her bucağı ve şehrin işlek
mekânlarının en güzel yerlerini nasıl kaparım, nasıl ele geçiririm yarışına
girdiler.
Alev Alatlı şehirlerin imarı, hak ve haklı olmak ile ilgili
düşüncelerini şöyle ifade eder:“Her yasal olan Hak, helal Hak değildir - As
olan helalleşmektir” der ve şehirlerin
imarını tasarlayanlara bir iki lafı da şöyle sıralamaktadır. “İmar ruhsatı olan/alan
bir müteahhit, şehrin ufkuna tecavüz ederken, yasal olarak suçsuzdur; ama
yaptığı iş, helal iş değildir.”Alatlı: İnsani kaygılarla dertlenmeyi ve
şehirleşmenin mantalitesine ayar getirmeyi dile getirirken; “Kadim
değerlerle rabıtası zedelenen özgürlüklerin; şerden yana bükülmelerini
önlemenin yollarını bulmak zorundayız. Yasaların tanıdığı haklardan insanlık
veya Allah adına feragat etmenin garipsenmeyeceği yenibir düzen ve yeni bir
dünya oluşturmak zorundayız.” Diyor… Bize düşen şey;
şehirlerimize hile yapmadan; herkesin şehre ve şehrin insanlarına karşı
dürüstlük abidesine bürünerek; şeffaflığı aralama meselesine olan inançlarımızı
kavileştirmektir.
***
Yıllardır Mardin şehrini, modern
kentin insana değer vermeyen arabeskvari kültürlere alıştırılma/benzetilme çabalarına
şahit olduk. Sonradan şehir kültürünü özümseyen bir Mardinli olarak; kentler,
kendi içlerinde milyonlarca insanı barındırmasına rağmen; birbiriyle yabancılaşmış,
birbirine bakmakta aciz ve bitap düşmüş bir kent kültürüne gıpta ile
bakmadığımı ve yine cebinde akrep taşıyan kentli insanların bilgiçlik taslayan
tavırlarından da öğreneceğim hiç bir şeyin olmadığını söyleyerek meselenin
faslını kapatıyorum…