Rusya’dan Kürtlere xâyır gelir mi?

KÖŞE YAZISI

HDP Eşbaşkanı Sayın Selahattin Demirtaş ve heyetiyle beraber Rusya’ya yaptığı gezi nedeniyle bilebildiğimiz kadarıyla bu yazımızda Rusya-Kürt ilişkilerine yer vermek istiyoruz.

HDP’nin yaptığı Rusya gezisi Türkiye’de yankı yaptı elbette. Türkiye’nin uçak krizi münasebetiyle Rusya ile yaşanan gerginliğin devam ettiği bir döneme denk gelmesi, devlet yönetiminin olumsuzca eleştirilerine neden oldu hatta başbakan bu geziyi yapanları “hainlikle” itham ederek millete şikayet etti. 

Bu tepkiyi ortaya koyduktan sonra şunu diyebiliriz ki Türkiye’de hangi siyasi parti olursa olsun elbette yurt dışı gezi yapma, diplomatik temaslarda bulunma hakkına sahiptir ve HDP de bu hakkını kullanmıştır, bu doğal bir durumdur. Ancak asıl bizi ilgilendiren yapılan diplomaside Rus-Kürt ilişkileri ve bunun önümüzdeki yıllarda izleyeceği seyirdir.

Tarihe bakıldığında Rusya’nın hep “sıcak denizlere inme” gibi bir amacı veya hevesi olduğunu görülecektir. Ancak bu amacına hep İngiltere, ABD, Fransa, Almanya gibi ülkeler set olmuştur. Sovyetler Birliği döneminde Hafız Esad zamanında Suriye ile müttefik olmayı başardı Rusya. Şu aşamada Suriye’de bulunan Rus birliklerinin amacı, esasen “sıcak denizlere inme” politikasının yani Akdeniz’de güç olabilme stratejisinin bir devamı olma özelliğini taşımaktadır. Bu kapsamda Kürtlere dolaylı bir yararı olsa bile temelde kendi amacını gerçekleştirmek içindir. Rusya’nın bu serüveni yaklaşık iki yüzyıldır devam etmektedir.

Rusya-Kürt ilişkilerine bakıldığında hep “çorak” bir durumun yaşandığını görebiliriz. Kürtler, ezilen veya sömürge bir ulus olma özelliğine sahip oldukları halde Sovyetler Birliği döneminde, başka bir ifadeyle sosyalizm zamanında bile Ruslardan destek görmemiştir. Örneğin 1980 öncesi döneminde sosyalizm fikriyle kurulan bir dizi Kürt örgütü veya fraksiyonu olmuştur. Hatta bunlardan bazıları özel olarak “Sovyet Yanlısı” bir strateji izlediği halde bu ülkeden ciddi manada bir fayda görememiştir. 

1946 yılında Mahabat Kürt Cumhuriyeti yöneticilerinin İran’ın zalim yönetimi tarafından asıldıktan sonra Mustafa Barzani deyim yerindeyse asılmamak ve Kürt halkının davasını lidersiz bırakmamak için Sovyetler Birliği’ne tarihi “Uzun Yürüyüş”ünü yapar. Bin bir engelle karşılaşan ancak bin bir umutla bu ülkeye varan Mustafa Barzani, yaklaşık olarak burada 11 yıl kalır. Mustafa Barzani deyim yerindeyse hayal kırıklığına uğrar. Sovyet yönetiminden yüz görmez; destek bulmaz. Sosyalizmin kalesi, ezilen halkların umuda olan bu ülke, ezilen halkların en dramatik örneği olan Kürtleri sırt üstü bıraktı ne yazık ki. 

1958’de Irak’a dönen Mustafa Barzani, stratejisini gözden geçirmeye başlar ve yeni rotası batı yani ABD olur. Hastalandığında bu ülkede tedavi gören Kürt lider Mustafa Barzani bu ülkede hayata gözlerini yumar.

Anlaşıldığı ve bilindiği kadarıyla devletler hep uluslar arası çıkarlarını gözetir ve bunu esas alır. Bu noktadan bakıldığında küçük güçler hep “satılır” ne yazık ki. Kürtleri de “küçük güç” olarak gördükleri için hep sattılar. Bu anlamda sosyalist Sovyetler de, emperyalist batı ülkeleri ilişkilerinde Kürt halkını hep sırt üstü bırakmıştır. Bugün Kürdistan’ın güneyinde kurulmuş olan Federal Kürdistan Bölgesi ABD’nin desteği ile varlığını sürdürmektedir. ABD ise Kürtleri sevdiği için değil, bu bölgede stratejik çıkarlarını korumak için Kürtlere destek olmaktadır.

Ulusla birlik ve bu anlamda güç olamayan Kürtler hala, örgütsel bazda ülkelerle diplomatik ilişkiler geliştirmektedir. Devlet aklı taşımayan bu ilişkiler, konjonktürel durumlarda ne yazık ki buharlaşmaktadır. KDP,PKK,YNK,GORAN,PYD gibi ön plana çıkmış Kürt siyasi partileri hem kendi dışındaki partileri hep ötekileştirme yoluna gitmişler hem de Kürdistan’ı dört parça halinde egemenliklerinde tutan devletlerle kurdukları diplomatik ilişkiler Kürt halkının ulusal birliğinin önünde engel olarak durmaktadır. Söz gelimi KDP dönem Türkiye, PKK İran ve Suriye, YNK İran, Goran İran ile siyasi ve diplomatik ilişkiler geliştirmeye çalışıyor. Bu duruş bile tek başına Kürtlerin devletleşme yolundaki en büyük handikapların başında gelmektedir.

Her bir partinin kendi dışındaki diğer Kürt partilerini hiçleştirmeye hatta sindirmeye varan politikaları sadece ulusal birlik önünde engel değildir; aynı zamanda Kürtler arasında demokrasinin gelişiminin, demokratik tahammüllerin oluşmasını da engelliyor. Onların bu anlamadaki politikaları çağdaş anlamda Kürt bireyinin de önünü kesiyor. Bunun yerine ucube, kaba denecek bir birey tipi ortaya çıkıyor.

Bu perspektif ışığında Kürt halkı adına siyaset yapan oluşumlar ve aktörlerin müsebbip oldukları yanlış stratejilerin bedelini ne yazık ki halk ödemek durumunda kalıyor. Bu bedel fiziksel anlamda olduğu gibi psikolojik bir olgu olarak da olabiliyor. Bu kapsamda toplumu her şeye tepki gösteren, her şeye düşman gözüyle bakan bir atmosfer sarıyor.

Şu bilinmelidir ki, dün olduğu gibi bugün de Kürt siyasi partileri stratejik yanlışlar yapmaya devam ediyor. Üzücü olan da bu. Ancak Kürt halkı bu tutumlarınızı biliyor ve farkında. Size olan tepkilerini ötelemenin sebebi, kendisine düşmanca yaklaşan devletlerin tutumudur. 

Umarız, kafayı kumdan çıkaracak ve gerçekleri göreceksiniz.

Saygıyla…