Pireye kızıp yorgan yakmak

KÖŞE YAZISI

2012’nin son günlerinde başlayan toz duman hali içinde hızla önümüzdeki 3 seçimden ilki olan yerel seçimlere doğru yol alıyoruz.

Bu seçimleri önemli yapan unsurlardan birisi de 2002’de kurulan ve AK Parti-Gülen cemaati ittifakının bozulmasıdır.

O tarihten bu yana istisnasız her seçimde ve referandumda kader birliği yapan bu iki unsur şimdilerde kılıçları çekmiş ve amansız bir kavgaya tutuşmuş vaziyette.

İddialar, suçlamalar, kasetler, dinlemeler ortaya saçılmış durumda.

Seçimin yapılacağı 30 Mart gününe kadar bu hesaplaşma ve mücadele devam edecek.

Ve savaşın bu ilk kapışmasının etkisi ortaya çıkacak.

Bunun ardından da hemen ikinci raund başlayacak; yani önümüzdeki yaz yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi için mücadele başlayacak.

Ve eğer hala taraflardan birisi teslim olmadıysa üçüncü raund olan 2015 genel seçimleri muhtemelen son raund olacak.

Gelinen nokta itibariyle tarafların geri adım atma eşiği çoktan aşıldı.

Bu saatten sonra geri adım atan kaybedecek.

Bu savaşın sonunda bir taraf tamamen kaybedecek, ancak diğeri de kazansa bile hasarsız ve salimen atlatmayacak bu badireyi.

Görünen şu ki bu mücadelede an itibariyle her iki taraf yara almış olsa da asıl zararı Gülen cemaati görmüştür.

Çünkü mevcut durumda savaş, AK Parti’nin güç alanı olan siyasi arenada devam etmektedir.

Bu durum tıpkı bilmediği, tanımadığı bir coğrafyada, o coğrafyanın hâkim gücü ile savaşan yabancı bir gücün içinde bulunduğu durum ile eşdeğerdir.

Gülen Hareketi her ne kadar dini bir hareket olarak başlamış olsa da, bu niteliğinden sıyrılalı çok uzun zaman oldu.

Bu durumu, harekete mensup yazarlar da çeşitli defalar dile getirdiler.

Gülen hareketi artık büyük bir sermayeye hükmeden, iş bağlayan, ihaleler dağıtan, devletin tüm kadrolarına nüfuz eden/etmeye çalışan sosyolojik bir harekettir.

Öyle olduğu için yani dini boyuttan çıktığı için de “dokunulmazlığı” kalkmıştır, eleştiriye ve saldırıya açık bir konuma gelmiştir.

Bugün mevcut güç mücadelesinde ülkedeki diğer dini grup ve cemaatler de Gülen hareketine karşı tavır alıyorlarsa bunun bir sebebi işte bu hareketin dini hareket kimliğinden çıkmasıdır.

Elbette başka sebepleri de vardır, kısaca sıralamak gerekirse ilk aklımıza gelen sebepler şunlar olabilir:

İlk ve en önemli sebep olarak şunu sayabiliriz; dini cemaat ve gruplar en geniş manasıyla serbestlik ve özgürlüğe AK Parti döneminde ulaşmışlardır.

Şimdi yaşanacak bir değişim, mevcut kazanımların kaybedilmesi ve geçmişin karanlık günlerine dönülmesi anlamına gelecektir.

Diğer bir sebep olarak da dini grup ve cemaatlerin Gülen hareketine yönelik geçmişten beri gelen mesafeli tavırlarını görebiliriz.

Dini cemaat ve gruplar özellikle 28 Şubat döneminde baskı ve zulme maruz kalırken, konjonktüre uyan Gülen hareketi bu süreci kazasız belasız atlatabilmişti.

Dindar kitleler, Gülen’in merhum Erbakan’a karşı mesafeli tutumunu ve Ecevit’e yönelik “şefaatçi” yaklaşımını unutmamaktadır.

Yine AK Parti’nin küresel güçlere karşı duruşu da diğer cemaatlerin takdirini toplarken Gülen grubu bu duruşu ve politikayı eleştirmiş ve karşı çıkmıştır.

Nitekim Fethullah Gülen’in Mavi Marmara girişimini açıkça eleştirmesi, bu gruba mensup gazetecilerin hükümet ve cemaat arasında ilişkilerin bozulmasının miladı olarak Mavi Marmara olayını göstermeleri de diğer cemaat ve grupların Gülen hareketine karşı açıkça tavır almalarına sebep olmuştur.

Özellikle son dönemde ortaya çıkan binlerce kişiyle ilgili dinleme iddiaları, Gülen’in cemaat mensuplarıyla yaptığı konuşmalarda bir dini liderden çok bir siyasi lider ve hatta bir patron profili çizmesi (ihale dağıtılması, işadamlarının ziyaret edilmesi vs.) halkın bir dini cemaatten beklentileri ile örtüşmemektedir.

AK Parti tüm eksikleri, defoları ve hatalarına rağmen her seçimden zaferle ayrılmaktadır, bu seçimde de farklı bir tablo ortaya çıkmayacaktır.

Çünkü AK Parti yeni Türkiye’nin mimarı olmuştur.

Ne dini cemaatler ne de halkın büyük bir bölümü 2002 öncesi karanlığına dönmek istememektedir.

Bugün bir yolsuzluk veya haksızlık varsa bile bunun bahane edilerek hükümetin devrilmesine rıza gösteren kimse olamayacaktır.

Çünkü eğer bu gerekçeyle (veya başka sebeple) hükümet devrilirse, 2002 öncesinin karanlığına geri dönülecek, demokratik, ekonomik, hukuki vs. tüm kazanımlar kaybedilecek, Kürt sorununda gelinen merhale kaybedilecek, eskinin çatışma, kriz ve sorunlarla dolu ortamına dönüş yapılacaktır.

Burada söylediklerimden kesinlikle “yolsuzluk varsa göz yumulsun” anlamı çıkarılmamalıdır çünkü bu tür pisliklere bulaşan varsa gereği yapılacak, yapanlar hesabını mutlaka verecektir; herkes buna bu şekilde inanmaktadır.

Bakın bu konuda henüz ispat edilmemiş iddialar üzerine bile Başbakan Erdoğan gereğini yaparak, suçlanan isimleri görevden aldı, yargı süreci de devam ediyor.

Gerçekten suçlu varsa cezasını çekecek.

Bugün bu operasyonların asıl amacının yolsuzluk vs. olmadığını artık herkes çok iyi görüyor.

Amaç çok açık, 2002’den beri sürekli yapılmak istenen yine sahneye konuluyor.

Geçmişte Menderes’e, Özal’a, Erbakan’a yapılan da son 11 yıldır yapılmak istenenin aynısıydı.

Bu millet bu üç ismi vesayete kurban etti, ama bu sefer şartlar farklı.

Hiç kimse bu halktan pireye kızıp yorganı yakmasını beklemesin.