Ölüme Aşkla Cevap
"Haksızlığa sapıp bütün insanlar seni takip edeceğine, adaletle hareket edip tek başına kal daha iyi. "
İkisi de genç…
Kırgın sevinçleri mutluluklarını gölgelemiş.
Sınırın öte yakasında otoritenin cehennem zebanileri; kanla, gözyaşıyla ölüm kusarken,“debke” yle (halay) karşılık veriyorlar kendilerince mülteci kampından.
"Ne kadar da yakışıyorlar." söyleminin içini doldurmak istercesine kameralar önünde umutla gülümsüyorlar.
Birbirlerinin yüreğine dokunmanın heyecanı hala üzerlerinde…
Gelin biraz da mahcup…
Basit insanlık hallerinden dem vururmuşçasına asude geçen bu düğün karesinde, onlarla birlikte yer almak için etrafında sarsak bir telaşla, ite kaka çabalayan akrabalar.
Damadın gözlerinde buğulu umut…
Pırıl pırıl bir tebessümle: "Ehle hediyeten min el sema"(Gökyüzünün bana verdiği en güzel hediye) cevabıyla yerel gazetecinin "burada mı tanıştınız ?"sorusuna karşılık veriyor…
Biraz sonra; devlet idaresinde babasından kopya çekerek yönetim sınavını vermeye çalışan muktedirin, kanlı Baas usulü tebriki ulaşacaktı ellerine…
Ölü sayısı:1400
Bu tebrik, tertemiz mahreme tanıklık değil, düpedüz kirli tecavüzcünün irkiltici bir mesajıydı.
Görünen o ki, despotizm müfredatından hazırlanmış ödevlerine çok iyi çalışmış.
Babasının Oğlu
Genç evlilerin dünyayla bir âşık dalaşında oldukları sırada düğün hediyesi askeri mühimmat olan tebrik sahibini, hepimiz yakinen tanıyoruz.
Kendisiyle karşılıklı ziyaretlerimizde; eski defterleri kurcalamaya pek te hevesli olmayan, küskünlüğü bir tarafa bırakıp helalleştiğimiz kardeş görüntüsünü verdik uzun zamandır.
Hatırlayalım:
Eşi bile, ana haber bültenlerinden bütün gazetelerin manşetlerine kadar, misafirperver milli bir aşkla kucaklanmıştı bu emsalsiz coğrafyada. Köşe yazarları gönülleri fetheden genç, güzel-ünlü bir modacının tabiriyle- pantolonunu kalçasına oturtan bu narin kadınla; varlığımızı ve çağdaşlığımızı sınayıp, modernlik dersinden karnemize kırık not vererek bizi sınıfta bırakmışlardı.
Özgürlükleri pranga altına alınarak, akan zamanın kıyısında seyirci duran halkın yaşama hakkı ve insanlık alacağını, yapacağı reformlarla ödeyeceğini muştulayan demeçleri bir umut olmuştu hepimiz için.
Vaatlerini unutmuş besbelli… Asıp kesiyor, tehdit ediyor, tutukluyor, öldürüyor…
İngiltere'de aldığı tıp eğitiminin güvencesiz bilgeliğiyle; sağlıklı bir vücudun düzenini bozan mikroplara benzetiyor onları.
"Ülkenize geri dönün, yargılanmayacaksınız" lütfuyla da keyif bağışlıyor.
Ve bu noktada verasetle bırakılan dikta yönetim anlayışının muhteşem örneklerinden birine daha tanık oluyoruz.
Babasının 1970 yılında gasp ettiği 30 yıllık iktidarı süresince nefret diliyle harmanladığı öfke, korku ve saldırganlığının işaret ettiği gibi O'da tek bir adrese yönelmiş: Kendi halkı.
Büyük Suriye hayali olsun, Golan tepelerini işgal eden İsrail'le savaşlarında olsun, beceriksiz performans sağlayan despot baba, kendisini hafife alanlara okkalı cevabını; 2 Şubat 1982 de kendi halkından öldürdüğü 40.000 kişiyle, ölüme taptığını kanıtlarcasına Hama Katliamı'nda vermişti.
"El şibil" (Aslan yavrusu) mahlaslı bu laf dinler oğulun etrafında ölüm dansı yapan yandaşlarının hafızasında baba Esat (Aslan) olmalı ki: Aslan yavrusu, ancak aslan olur demeye getiriyorlar.
Evet! Gerçekten de "O" diktatör babasının oğlu. Diktatörün zorba yavrusu…
Babasından öğrendiği bütün marifetlerini ortalığa saçıverdi işte.
Otorite ve Gerçek
İkisi de genç…
Kırgın sevinçleri mutluluklarını gölgelemiş.
Otoritenin hayatın bir gerçeği olduğunu ama gerçeğin otorite olmadığını iyi bellemişler. Efendi köle terimleriyle düşünmeye, o terimlerin dayattığı ruh haliyle malikin nevazişlerine alıştırılamamışlar belli…
Burunlarını sürtmek isteyene, sert bir tonlama, hoyrat bir tavırla değil, güzel gözlerindeki ışıkla, âşık umursamazlığıyla nanik yapıp göz kırpıyorlar.
Lidere tapma üstüne kurulu siyaset anlayışını, gönül bahçelerinde ağırlamayacaklarını biliyorlar.
Yüzleri geleceğe bakıyor; biat için değil, halay için hizaya girmişler.
Arap atasözünün dediği gibi: Krizlerin rahiminden umut mu doğuyor yoksa?
Karanlıklar tarihine adını çoktan kanlı harflerle yazdırmış olan bu seçkin muktedir; Nusayri mezhebi mensubu olmasına rağmen kıldığı Cuma namazının akabinde, yaşanan bu olayların dış mihrakların fitne oyunu olduğunu beyan etti.
Fitnenin adam öldürmekten daha kötü olduğunu belirterek gönül adamı, şefkatli baba numaralarıyla Bakara Suresi’nin 191. ayetine de gönderme yaptı.
En okkalısından, dünyevi çıkarını ayet ve hadislerle makyajlayarak "dilsiz şeytan" kalma kurnazlığı.
Ne kadar aşina olduğumuz bir görüntü değil mi?
Keşke pantolonu kalçasına oturtabilen Esma'yı koruyup sevdiği kadar, halkını da koruyup sevebilseydi?
Namaz mı kılıyordu dediniz?
GEÇİNİZ…
MAHATMA GANDHİ
İkisi de genç…
Kırgın sevinçleri mutluluklarını gölgelemiş.
Sınırın öte yakasında otoritenin cehennem zebanileri; kanla, gözyaşıyla ölüm kusarken,“debke” yle (halay) karşılık veriyorlar kendilerince mülteci kampından.
"Ne kadar da yakışıyorlar." söyleminin içini doldurmak istercesine kameralar önünde umutla gülümsüyorlar.
Birbirlerinin yüreğine dokunmanın heyecanı hala üzerlerinde…
Gelin biraz da mahcup…
Basit insanlık hallerinden dem vururmuşçasına asude geçen bu düğün karesinde, onlarla birlikte yer almak için etrafında sarsak bir telaşla, ite kaka çabalayan akrabalar.
Damadın gözlerinde buğulu umut…
Pırıl pırıl bir tebessümle: "Ehle hediyeten min el sema"(Gökyüzünün bana verdiği en güzel hediye) cevabıyla yerel gazetecinin "burada mı tanıştınız ?"sorusuna karşılık veriyor…
Biraz sonra; devlet idaresinde babasından kopya çekerek yönetim sınavını vermeye çalışan muktedirin, kanlı Baas usulü tebriki ulaşacaktı ellerine…
Ölü sayısı:1400
Bu tebrik, tertemiz mahreme tanıklık değil, düpedüz kirli tecavüzcünün irkiltici bir mesajıydı.
Görünen o ki, despotizm müfredatından hazırlanmış ödevlerine çok iyi çalışmış.
Babasının Oğlu
Genç evlilerin dünyayla bir âşık dalaşında oldukları sırada düğün hediyesi askeri mühimmat olan tebrik sahibini, hepimiz yakinen tanıyoruz.
Kendisiyle karşılıklı ziyaretlerimizde; eski defterleri kurcalamaya pek te hevesli olmayan, küskünlüğü bir tarafa bırakıp helalleştiğimiz kardeş görüntüsünü verdik uzun zamandır.
Hatırlayalım:
Eşi bile, ana haber bültenlerinden bütün gazetelerin manşetlerine kadar, misafirperver milli bir aşkla kucaklanmıştı bu emsalsiz coğrafyada. Köşe yazarları gönülleri fetheden genç, güzel-ünlü bir modacının tabiriyle- pantolonunu kalçasına oturtan bu narin kadınla; varlığımızı ve çağdaşlığımızı sınayıp, modernlik dersinden karnemize kırık not vererek bizi sınıfta bırakmışlardı.
Özgürlükleri pranga altına alınarak, akan zamanın kıyısında seyirci duran halkın yaşama hakkı ve insanlık alacağını, yapacağı reformlarla ödeyeceğini muştulayan demeçleri bir umut olmuştu hepimiz için.
Vaatlerini unutmuş besbelli… Asıp kesiyor, tehdit ediyor, tutukluyor, öldürüyor…
İngiltere'de aldığı tıp eğitiminin güvencesiz bilgeliğiyle; sağlıklı bir vücudun düzenini bozan mikroplara benzetiyor onları.
"Ülkenize geri dönün, yargılanmayacaksınız" lütfuyla da keyif bağışlıyor.
Ve bu noktada verasetle bırakılan dikta yönetim anlayışının muhteşem örneklerinden birine daha tanık oluyoruz.
Babasının 1970 yılında gasp ettiği 30 yıllık iktidarı süresince nefret diliyle harmanladığı öfke, korku ve saldırganlığının işaret ettiği gibi O'da tek bir adrese yönelmiş: Kendi halkı.
Büyük Suriye hayali olsun, Golan tepelerini işgal eden İsrail'le savaşlarında olsun, beceriksiz performans sağlayan despot baba, kendisini hafife alanlara okkalı cevabını; 2 Şubat 1982 de kendi halkından öldürdüğü 40.000 kişiyle, ölüme taptığını kanıtlarcasına Hama Katliamı'nda vermişti.
"El şibil" (Aslan yavrusu) mahlaslı bu laf dinler oğulun etrafında ölüm dansı yapan yandaşlarının hafızasında baba Esat (Aslan) olmalı ki: Aslan yavrusu, ancak aslan olur demeye getiriyorlar.
Evet! Gerçekten de "O" diktatör babasının oğlu. Diktatörün zorba yavrusu…
Babasından öğrendiği bütün marifetlerini ortalığa saçıverdi işte.
Otorite ve Gerçek
İkisi de genç…
Kırgın sevinçleri mutluluklarını gölgelemiş.
Otoritenin hayatın bir gerçeği olduğunu ama gerçeğin otorite olmadığını iyi bellemişler. Efendi köle terimleriyle düşünmeye, o terimlerin dayattığı ruh haliyle malikin nevazişlerine alıştırılamamışlar belli…
Burunlarını sürtmek isteyene, sert bir tonlama, hoyrat bir tavırla değil, güzel gözlerindeki ışıkla, âşık umursamazlığıyla nanik yapıp göz kırpıyorlar.
Lidere tapma üstüne kurulu siyaset anlayışını, gönül bahçelerinde ağırlamayacaklarını biliyorlar.
Yüzleri geleceğe bakıyor; biat için değil, halay için hizaya girmişler.
Arap atasözünün dediği gibi: Krizlerin rahiminden umut mu doğuyor yoksa?
Karanlıklar tarihine adını çoktan kanlı harflerle yazdırmış olan bu seçkin muktedir; Nusayri mezhebi mensubu olmasına rağmen kıldığı Cuma namazının akabinde, yaşanan bu olayların dış mihrakların fitne oyunu olduğunu beyan etti.
Fitnenin adam öldürmekten daha kötü olduğunu belirterek gönül adamı, şefkatli baba numaralarıyla Bakara Suresi’nin 191. ayetine de gönderme yaptı.
En okkalısından, dünyevi çıkarını ayet ve hadislerle makyajlayarak "dilsiz şeytan" kalma kurnazlığı.
Ne kadar aşina olduğumuz bir görüntü değil mi?
Keşke pantolonu kalçasına oturtabilen Esma'yı koruyup sevdiği kadar, halkını da koruyup sevebilseydi?
Namaz mı kılıyordu dediniz?
GEÇİNİZ…