Öğretmenler Günü

KÖŞE YAZISI

Bu ülkede aşağı yukarı herkesin bir günü var. Kimisi tam yerinde, kimisi de sırf iş olsun diye var. Bazısı bir gün il sınırlandırılmış, bazılarına da tüm bir hafta uygun görülmüş. “Çaycıları gününden” tutunuz  “Polis Haftasına” kadar onlarca günler vardır. Hatta tüm Türkiye esas alındığında önemsiz bir gün yok kadar azdır.

İşte “Öğretmenler Günü” de tam yerindeki günlerden biri. Her yıl kutlanır, zaten kutlamazsa şaşarım ama her yıl da aynı terane. Maaşlar az, sınıflar yetersiz, okullar bakımsız vs. vs. Bunlara kulaklarımızı tıkamak, bir yıl mümkündür. İki yıl da mümkündür ama üç yıl mümkün değil. Tabiî ki insan bu arada aynı teraneyi her yıl dinledikçe asıl noktayı kaçırıyor. Haydı maaşları anladık. Okulları da sınıfları da anladık. Ya öğretmeni anladık mı? Kanaatimce 24 Kasımda Öğretmenleri anlamamız gerekir.

Öğretmenleri anlamak için öğretmenlik mesleğine bakmamız gerekir. 90’ların başında ben talebeyken ve öğretmen atanmanın çok kolay olduğu bir dönemde öğretmen olmak arzulanan son şeydi. Ben kendimden hatırlıyorum eğitim fakültesinde okurken hatta daha bölümü tercih ederken bana yapılan tavsiye “bir şey olamazsan en azından öğretmen olursun” tavsiyesidir. Aynı tavsiyenin son yirmi yılda yüz binlerce gence yapıldığına eminim. Zaten dershaneler üniversiteyi kazananlar sayısını artırmak için eğitimi fakültesini garanti bölüm olarak öğrencilerine tercih ettiriyorlardı. 20 yılın sonunda yüz binlerce eğitim fakültesi mezunu birikti. “Hani öğretmen olacaktık?” diye önce birbirine sordular, aynı soruyu ailelerinden duyunca bu defa kendilerini yanlış yönlendiren dershaneye soracağına devlete sordular. Devletin cevabını burada yazmama gerek yok, zaten televizyonlarda yetkili ağızlardan veriliyor. Ama bu yirmi yılda bu fikirle kaç kişi öğretmen oldu bu hiç göz önüne alınmadı. İşsiz kalmamak için ben kendi fakülte arkadaşlarımın öğretmenliği tercih ettiklerine şahit oldum.
Bu küçük girizgâhtan sonra esas konuya dönecek olursam öğretmenin değeri mezun ettikleriyle ölçülür ve öğretmenlerin değeri ise toplumun seviyesi ile ölçülür. Bu çok önemli zira öğretmen yalnızca okuma-yazmayı ve toplamayı öğretmekle görevli değildir. Öyle olsaydı zorunlu eğitime 3 yılda yeterdi. Öğretmen öğrenciyi toplumun müspet bir parçası olarak yetiştirmekle görevlidir. Kısacası öğretmen kendi toplumunu yetiştirir ve toplumun her sorunu aslında öğretmenlerin yetersizliklerini yansıtır.

Öyleyse bakın etrafınıza ve bu geri kalmış toplumun kimin eseri olduğunu bir görün. “Sistem buna sebep” ya da “ailenin suçu”  ucuz birer mazerettir. O aileler de nihayetinde okulda talebeydiler ve kötü yetiştirildikleri için yetersiz birer ana-baba oldular. Cumhuriyetin kuruluşundan beri öğretmenlerin eseri olan gelecek nesil her yıl kültürel ve bilişsel olarak geriliyorsa bunun müsebbibi öğretmenlerdir.

Tabiki kimi idealist öğretmenleri bundan hariç tutacak olursam haberlerde öğretmenlerle ilgili ekseriyetle maaş, zam ve ek ders ücretinden başka bir şe göze çarpmıyor. Nadiren birkaç vefakâr öğretmene dair haber olsa da onlar koca denizde birkaç damladan daha fazla değiller. Öğretmenler toplumun belidir ve öğretmenlik mesleği her hangi bir memurluk gibi profesyonel gözle bakılabilecek bir meslek değildir. Bir öğretmen, okulundaki görevli memurdan daha farklı olduğunun bilincinde olmalı. Aynı kurumda çalışıyor olmaları aynı profesyonel değere sahip oldukları anlamına gelmez. Öğretmenlik daha bir idealizm isteyen bir meslektir.