Nusaybin; Kurgular ve Gerçekler

Öncelikle şunu unutmamalıyız; İnsan biyolojik bir varlıktan
çok sosyal ve duygusal bir varlıktır. Nesneler, eşyalar, mekân ve zaman ile
kurduğu ilişkilerde insan, rasyonel olmanın yanında duygusal bağlar da
oluşturur. Kaldığı evin, tanıştığı
kişinin, alış-veriş yaptığı marketin ve bindiği aracın oluşturduğu hatıralar
üzerinden duygusal bir birikim oluşur.
Dolayısıyla maddi kayıp ve zararlardan çok duygusal kopuşlar
ve kayıplar nedeniyle oluşan boşluklar göç eden insanlara daha çok ızdırap
vermektedir. Bunun telafisi uzun zaman alabildiği gibi, bazen de imkânsız
olmaktadır.
Nusaybin ve diğer ilçelerimizde vuku bulan olaylar ve
sonrasında gerçekleşen büyük insani dramın maddi olduğu kadar manevi boyutunun
da göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
Sokakları kazıp derince çukurlar açmak, patlayıcıları
döşemek, gasp edip yaktıkları arabalarla
ve taşlarla barikat oluşturma gerekçesinin de bir senaryosu vardır. Bu
senaryolar üzerinden sosyal, ideolojik ve psikolojik bir kurgu hedeflenmekte
idi. Örgüt yetkilileri veya örgüte yakın odakların yoğun olarak dillendirdiği
senaryolardan işte bir kaçı;
Senaryo:1- Devlet, Kürtleri imha etmek!
için toplu katliam yapacak ve bunun hazırlığını yapıyor. Devlet katliamının!
önüne geçmek ve zaman kazanıp engelleyebilmek için sokaklara ve caddelere
hendekler kazılıp barikatlar kuruluyor.
Senaryo:2- Mahallenin çocukları, sivil halkı ve ailesini
asker-polisten korumak! için çukurların ve barikatların arkasında nöbet
tutuyor.
Senaryo:3- Devlet mahalleye girmek için operasyon yaparsa,
mahalleli çocuklar bunlara direnecek, mahalle/ilçe halkı da bunları sahiplenmek
için alanlara çıkacak ve devlet büyük bir katliam gerçekleştirecektir. BM, AB,
İnsan Hakları örgütleri ve başta ABD olmak üzere Küresel güçler Türkiye’ye
çağrıda bulunup bölgeyi terk etmesi istenecektir. Böylece bölgedeki ilçeler ve
topraklarda sınırın aşağısında PYD, kuzey paralelinde de PKK egemen olacaktır.
Türkiye bölgeden çekilmezse! Küresel güçler ve kurumlar Türkiye’yi kınayacak,
ilişkileri donduracak, Türkiye’ye ambargo uygulayacak ve gerekirse Irak ve
Suriye’de olduğu gibi fiili müdahalede bulunacaklar.
Senaryo:4- İlçe ve mahallelerde sokakların çukurlarla ve
bariyerlerle giriş-çıkışlarının kapatılarak devlet operasyonlarına davetiye
çıkarılmasının ilçede yaşayanların rutin hayatını olumsuz etkileyeceğini ve
halkın bunu kaldıramayacağı, bu nedenle bunun dayatılmaması gerektiğini
söyleyenlere, PKK/KCK; “hendek ve barikatları şehir savaşında önemli bir
kazanım ve tarihi bir fırsat” olarak savunmuştur.
Senaryo:5- Aslında devlet, örgütün sokaklara bu kadar yoğun
patlayıcı yerleştirmesine ve sokakları kazmasına bilerek göz yumdu ve böylece
ağır operasyon yapmasına kılıf hazırladı. (Halkın evini-barkını terk etmesi
sonrası oluşan büyük dram sonrasında örgütün sivil propagandası)
Propagandası yapılan bu senaryoların ne kadarının doğruluk
ve haklılık taşıdığını, oluşan acı tabloda halkın buna ne kadar inandığı ve
ikna olduğu hususu üzerinde durmaya değer bir konudur.
Örgüt, halkın Nusaybin’den ayrılmasını istemiyordu. Mao’nun
sloganlaştırdığı “derya (halk) içinde ve derya ile beraber” bir çatışma
tasarlanıyordu. Sınırın alt tarafında (Kamışlo, Amude, Afrin, Cızire, Kobani)
PYD bir egemenlik alanı oluşturmuş ve ‘Kanton’ yönetim tarzı uyguluyordu. Örgüte
göre bu, Kürtler için büyük bir kazanımdı! ve aynısı Nusaybin’de, Cizre’de,
Sur’da niçin uygulanmasındı? Ayrıca genel ve yerel seçimlerde de seçmenin yüzde
doksandan fazlası örgüte paralel siyasi partiye (HDP) oy vermektedir. Küresel
güçler ile de ileri bir eşgüdüm ve işbirliği oluşmuş, karmaşıklaşarak bölgesel kaosu besleyen
Suriye iç savaşının oluşturduğu yerel ve bölgesel dengelerin de örgüte alan
açtığı ve manevra kabiliyetini büyüttüğü var sayılıyordu.
Ancak senaryo tutmadı.
1-Sokakları kazıyarak bomba döşeyenler ve barikatları
oluşturanların çoğu, mahallenin bildik-tanıdık maruf evlatları değil, simaları
yabancı ve yüzleri maskeli -başka çocuklar- olduğu görüldü. Zira Kürt mahallesinin
parmak kadar çocuğu, mahallenin yetmişlik dedesine/ninesine züppelik yapamaz.
On gün önce doğum yapmış annenin kucağındaki bebenin üzerindeki battaniyesini
çekiştiremez, alamaz. Kürt mahallesinin
örfü buna onay ve imkan veremez.
2-Barikatların arkasında silahlı nöbet tutturmak için
çağrılan çocukların ve gençlerin aileleri adeta çocuklarının üzerine kapanarak
onların evden çıkmamalarını veya ilçeyi terk etmelerini istedi…
3-Halkın barikat, çukur ve patlayıcılarla izole edilen
mahalle ve sokaklarda silahlanıp devletin mahalleye girmesini engellemeye
girişmesini bekleyenler büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Çünkü halk,
devletin operasyona başlayacağını sezdiği andan itibaren çoluk-çocuğunun
elinden tutarak, yaşlısını sırtlayarak ve hastasının koluna girerek mahallesini
terk etti. Üstelik hiçbir eşyasını almasına izin verilmemesine ve yüzü maskeli-
eli silahlı sokak haydutlarının tehditlerine rağmen ve arkalarına bakmadan
çekip gittiler.
İlçe halkı bizi davet etti, çukurları kazma, barikatları
oluşturma ve devleti buradan izole etme iradesini halk ortaya koydu, biz de
Halk Savunma Güçleri (YPG) olarak bunun
gereğini yapıyoruz kurgusu, ailelerin toplu olarak ilçeyi terk etmesiyle çöktü.
Nusaybin’de Mao’nun
“halkın içinde, halkla beraber” sloganı, tutmadı. Tek partili dönemlerin CHP’si
tarafından politikaya uygulanan “halka rağmen halk için” anlayışı pratize
edildi.
Nusaybin’den kaçan halk, yüz metre güneydeki Kamışlo’ya
gitmedi; Kobani ya da Afrin’i de düşünmedi ve içinden bile geçirmedi. Oysa
Kamışlo’da Esed’in PKK/PYD’ya açtığı krediyle oluşan bir kanton yönetim vardı.
Aynısını Nusaybin’e de yansıtacak ve fiili bir durum oluşturacaklardı. Halk yüz
metre yakınlarındaki Kamışlo yerine 1500 km uzaktaki İzmir’e, Mersin’e ve
Mardin’e kapağı attılar. Halkımız geleceğini, umudunu nerede arıyor sorusunun
da cevabıdır bu.
Devlet, doksanlı yıllarda olduğu gibi kırsalda açık
operasyon alanları oluşsun diye ve dönemin terörle mücadele konsepti olarak
köylerin boşaltılarak sakinlerinin tar u mar olmasını sağlayarak şehir
operasyonlarına yönelmedi. Bilakis, evlerde, binalarda, hatta mahallede sivil
vatandaşlar bulunduğu sürece kapsamlı operasyonlardan kaçındı. Sivil
vatandaşların oluşacak mağduriyetlerinin giderileceğini ve kimsenin aç ve
açıkta kalmayacağın duyurdu.
4- 2011 yılında Diyarbakır’da DTK
tarafından bölgede ‘özyönetim’e geçileceği kararı verildi. Kandil yöneticileri
tarafından ‘özyönetim’in gereği olarak ‘öz savunma’ya geçileceği ilan
edilmişti. 20 Haziran 2015’te başlayan eylemler zincirinin ardından bazı ilçe
merkezlerinin bazı mahalle ve sokakları barikat ve çukurlarla girilemez hale
getirilmesi ve silahlı unsurlarca zapt-u rapt altına alınmaya çalışılması da bu
‘özyönetim’in bir pratiği idi. Başta Demirtaş olmak üzere bir çok HDP’li
yetkili ve KCK yöneticisi barikatların ardında duran silahlı gençleri
‘direnişin sembolü’ olarak selamlayarak halkı da arkalarında durmalarını
beklediklerini ifade ettiler. Sadece bölgedeki Kürtlerin değil, batı
illerindeki ve metropollerdeki Kürtlerin ve demokratların da bu direnişe! sahip
çıkılmasını isteyen mesajı verdiler. Dolayısıyla ‘devlet kasten buna göz yumdu
ki, buraları tahrip etsin’ kurgusu ve propagandası mesnetsiz kalmakta ve
inandırıcı olmamaktadır.
Hayat devam edip akmaktadır.
Kürtlerin de doğal olarak çocuklarını okutmak, müreffeh bir hayat standardı
yakalamak, ticaretini sürdürmek, güven içinde yarınlarını tasarlayabilmek ve
önünü görmek gibi talepleri bulunmaktadır. Ancak örgüt, bu gerçeğe gözünü
kapatarak, son şehir çatışmalarıyla onları topyekûn militanlaşmaya zorladı. Bu
sosyolojinin ve beşeri tarihin kurallarını hiçe saymak olarak görüldü ve
Nusaybin halkı tercihini ölmek/öldürmekten yana değil, yaşamak ve geleceğini
kurtarmaktan yana kullandı.
Bu kritik tercihini ortaya koyan
Nusaybin (ve diğer ilçelerdeki) halkını aç ve açıkta bırakmamak devletin
olmazsa olmaz görevidir. İlgili kurumların bu konuda seferberlik ruhu içinde
çalışarak halkı rahatlatmaları gerekmektedir. Çatışma ve operasyonlar nedeniyle
mağdur olan halkı inanç, fikir ve yapılarına bakmaksızın vakıf, dernek ve
gönüllü sivil toplum kuruluşları ile hayırsever insanımızın da sahiplenmesi
gerekmektedir.
Maddi kayıpların bir şekilde
telafisi mümkün olsa bile, duygusal travmaların atlatılması daha zor
görünmektedir. Hafızayı ve hatıratı toparlamak, eşyaları toparlamaktan daha çok
emek ister.
Dilbirîn
18.05.2016 / 16:08Yazarın eline sağlık, meseleyi çok güzel analiz etmiş. "Hafızayı ve hatıratı toparlamak, eşyaları toparlamaktan daha çok emek ister" sözü ise, hükümet ve devlet politikalarını oluşturanların kulağına küpe yapması gereken muhteşem bir söz
nusaybinli
11.05.2016 / 11:18nusaybin halkı. gör bunları. yuzde doksan oy verdiğin eşkiyalar ilçeni başına yıktı sana hürmet etmedi evinden yurdundan mahallenden etti. ocağını başına yıktı ve gitmene bile izin vermedi. 20 yıl önce bizde giderken yolumuzu kestiler göç parası istediler. kürtlerin önündeki en büyük engel pkk dır. bunlar içi kin dolu yezidi ermeni ve esed uşaklarının dikta ettiği dinsiz imansız çakallardır. gör artık yeter gör.
nisébin
10.05.2016 / 17:13Ben bir nusaybin'li olarak olaya tek taraflı bakmıyorum hem devlet hemde pkk terör örgütü nusaybin'nin harabeye dönmesinden sorumludur .doğru konuşalım hayatım boyunca kūrd partisine oy verdim memleketim partiler üstündedir kūrtluk benim içim bitmiştir bu hendek ve barikatlardan sonra kūrtlugumu verdim gitti
Feylesof
09.05.2016 / 23:13Kesinlikle nusaybin halkı bu zulmü hak etmeddi bunu yapan kişiler mutlaka tarihte hesap verecektr.nusaybinn suçu yüzde doksan oy mu vermekti?nusybninn mükafatı bu mu olmalydı? O şerefli namuslu halka bunu reva gördünüz? Ayıp ayıp yahu...
Feylesof
09.05.2016 / 23:13Kesinlikle nusaybin halkı bu zulmü hak etmeddi bunu yapan kişiler mutlaka tarihte hesap verecektr.nusaybinn suçu yüzde doksan oy mu vermekti?nusybninn mükafatı bu mu olmalydı? O şerefli namuslu halka bunu reva gördünüz? Ayıp ayıp yahu
ızzeddin AKSÖZ
09.05.2016 / 23:06Çok güzel maddeleri siralamissin hocam duygularimiza tercüman olmussun.
ızzeddin AKSÖZ
09.05.2016 / 23:01Çok güzel sıralanmış hocam duygularimiza tercüman olmussun.