ihh
diorex

NIGŞEMITÎ TARİKATINDAN MISINIZ?

NIGŞEMITÎ TARİKATINDAN MISINIZ?

Baştan söyleyeyim biraz uzun gelebilir size bu yazı ama ayağınızın kaymasını istemiyorsanız okumanızı tavsiye ederim. Yazının başlığıyla da örtüşen bir atasözü vardır: kî şemitî ew şewitî. Yani kimin ayağı kaydıysa olan ola olur mealinde. Bu minvalde manevi olarak kaymaktan korunmak istiyorsanız sabırla okumanızı tavsiye ederim.

Birkaç yıl önceydi. Orta yaşlı biri gelmişti yanıma. “Size bir şey danışmak istiyorum” dedi.

Buyurun, bildiğim kadarıyla yardımcı olmaya çalışacağım dedim.

Bana dedi ki; “ben ve bir arkadaşım sakal bırakıp sarık sarsak ve şeyh olduğumuzu ilan etsek halk ne der? Zaten vefat eden babamızın Nakşi olduğunu da herkes biliyor” dedi.

Biraz durdum derin derin ve acıyarak baktıktan sonra; en azından lataiflerden, nefyüispattan, seyrüsülûkten, murakebe ve benzeri bazı ahvallerden söz ettim ve bunları geçtiniz mi diye sordum.

Cevaben: “Bunlar nedir ki isimlerini dahi yeni duyuyorum” dedi.

Bunu der demez; peki, halk bir şey demezse de Hak ne der, bilir misiniz dedim. Hakkı hesaba katmadan şeyhlik yapmak da ne demek! Allah kıyamet günü tüm maskeleri çıkartacak ve öyle sorgulayacak haberiniz olsun dedim.

Bir şey demedi, Allah var, susuştuk ve konu kapandı...

 

Bu asırda artık Allah o zamana bile bırakmıyor. Dini istismar edenlerin Maskelerinin düşmesi kıyamete kalmıyor artık. Düşmüş maske, artık hesabına gelmeyen veya hala buralardan bir çıkar peşinde olan görmek istemiyorsa o başka... Körlerle sağırlar birbirini ağırlar meselesi. Alan memnun satan memnun.

Aldatan aldattığını biliyor aldanan aldatıldığını biliyor. Gittiği yere kadar veya istediğini elde edinceye dek. Sonraki kem kümler hikaye...

Bunlar ne sebeple olursa olsun ayağı kaymış olan NIGŞEMITÎ TARİKATINDAN olanlar...

Ayağı kayan kişi yuvarlanır iradesiz davrandığından artık neye çarpılırsa, nerde ve nasıl durursa Allah bilir.

Oysa Nakşibendi tarikatının kurucusu olan Şahı Nakşibendi öyle miydi? Kısaca bir bakalım yaşantısına ve hayatına. Bu tarikat hangi esaslara göredir? Ama kaynaklarla. Yok, bu efendi böyle dedi şu efendi şöyle dedi değil. İsim vererek kaynak beyan ederek.

 

Önce bir tanıyalım.

Şah-ı Nakşibend kimdir? Nakşibendi tarikatı kurucusu Şah-ı Nakşibend Hazretleri hicrî 718 senesinin (Miladi, 1318) Muharrem ayında Buhâra’nın Kasr-ı Hinduvân köyünde doğdu.

Nesebi, baba tarafından Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz’e, anne tarafından ise Hz. Ebûbekir Sıddîk’a (r.a.) ulaşır. [Nâsıruddîn Buhârî, Tuhfetü’z-Zâirîn, s. 54; Sadriddin Selim Buhârî, Bahâüddin Nakşbend Yaki Yetti Pir, s. 13; a. mlf., Teberruk Ziyâretgâhlar, Taşkent 1993, s. 25. ]

Küçüklüğünde babası ile birlikte nakışçılık yaptığı için Nakşibend lâkabı ile meşhur oldu. Bâzı eserlerde ise, Nakşibend Hazretleri’nin hafî/gizli zikre uzun süre devam ettiği için kalbine “اَللّٰهُ” lâfzının nakşolunduğu ve bu yüzden Nakşibend (nakşedici) lâkabıyla anıldığı zikredilir. [Şîrâzî, Tarâiku’l-Hakāik, II, 351.]

Nakşibend Hazretleri’nin doğumundan önce Baba Semâsî -(r.a.) Kasr-ı Hinduvân’a çok gelip gider ve sohbetlerinde:

“–Yakında bu Kasr-ı Hinduvân, Kasr-ı Ârifân olacak!” buyururlarmış. (Salâhaddîn bin Mübârek el-Buhârî, Enîsü’t-Tâlibîn, s. 36) [ Enîsü’t-Tâlibîn isimli eserin müellifi olan Salâhaddîn bin Mübârek el-Buhârî, 785/1383 senesinde Alâüddîn Attâr Hazretleri’nin vâsıtasıyla Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’ne intisâb etmiştir. Nakşibend Hazretleri, kendisi hayattayken böyle bir eserin te’lifine müsâade etmemiş]

Şâh-ı Nakşibend (r.a.) o günlere dâir şöyle buyurmuşlardır:

“Allah Teâlâ’nın bana en büyük lûtuflarından biri, daha çocukluk günlerimde Semâsî Hazretleri’nin mübârek nazarlarıyla müşerref olmam ve onun beni mânevî evlâtlığa kabûl buyurmalarıdır.”[ Enîsü’t-Tâlibîn, s. 35]

 

ŞAH-I NAKŞİBEND’İN ANLAYIŞINDA TEVAZU VE HİÇLİK

Hakîkaten bütün Allah dostlarını zirveleştiren sır; tevâzû, hiçlik ve yokluk hâlidir. Bunun içindir ki ârif zâtlar; “Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaradan!” buyurmuşlardır.

Şu hâdise, Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin tevâzû ve hiçlik ufkunu ne güzel ifâde etmektedir:

Hâce Hazretleri bir defasında Kûfîn adlı yere gitmişti. Kendi dervişleri ve o beldenin halkından büyük bir kalabalık, peşinden gidiyordu. İnsanların bu kadar alâkasını çekmiş olmaktan müteessir olan Nakşibend Hazretleri ağlamaya başladı. Onun bu hâlini görenler de ağladılar. Fakat Hazret’in niçin ağladığını anlayamadılar. Bir müddet sonra Nakşibend –K.s- ilâhî azamet karşısındaki yokluk ve hiçliğini ifâde sadedinde, kendine hitâben:

“–Bu haraplık, bu âcizlik, bu tükenmişlik ve bu beceriksizlik bende mevcutken, hiç kimseye selâm verip almaya bile lâyık değilim. Hak Teâlâ beni halkın arasında rüsvâ eylemiştir, halkı benimle meşgul kılmıştır.” diyerek döktükleri gözyaşlarının sebebini beyan buyurdular. “Hiç kimse hâlimden haberdar değil!” diyerek içli içli inledikten sonra şu (mânâya gelen) beyti okudular: “Eğer bilselerdi beni kovarlardı şehirden. Eyvah eyvah! Kimsenin haberi yok hâlimden!” [ Enîsü’t-Tâlibîn, s. 80.]

 

ŞAH-I NAKŞİBEND’İN SÜNNETE BAĞLILIĞI

Şâh-ı Nakşibend(r.a.) tarîkatini, “Rasûlullah Efendimiz’in Sünnet’ine ve ashâbının sözlerine tâbî olmak” diye hulâsa ederdi. Sünnet-i Seniyye’yi hayatının her alanında tatbik etmekten büyük bir zevk alırdı.[ Enîsü’t-Tâlibîn, s. 64, 89-90, 93, 188, 198, 249, 277; Muhammed Bâkır, Makāmât, s. 58.] O derecede ki, oğlu vefât ettiğinde şöyle buyurmuşlardı:

“–El-hamdü lillâh, bu da Peygamber Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sindendir. Zira O’nun da evlâtları sağlığında vefât etmişti. Efendimiz’in başına gelen hâllerin çoğu bizde de zuhûr eyledi.”[ Enîsü’t-Tâlibîn, s. 261. ]

 

ŞAH-I NAKŞİBEND’İN İSTİKAMETİ

Şâh-ı Nakşibend (r.a.) şöyle buyurmuştur:

“Hârikulâde fiillerin ve kerâmetlerin zuhûruna fazla meyletmemek îcâb eder. Esas mârifet, istikâmet üzere olmaktır.”[ Enîsü’t-Tâlibîn, s. 88. ]

Yine Nakşibend -rahmetullâhi aleyh-, Sülemî’nin şu güzel sözünü naklederdi:

“İstikâmeti taleb et, kerâmeti taleb etme! Rabbin senden istikâmet istiyor, nefsin ise kerâmet istiyor.”[ Sülemî, Hakāiku’t-Tefsîr, [Hûd, 12]; Enîsü’t-Tâlibîn, s. 88. ]

Nakşibend -rahmetullâhi aleyh- fânîlerin iltifatlarından kendini koruyabilmek için kerâmetlerini gizlerdi. Bir gün kendisinden kerâmet taleb ettiklerinde:

“–Bizim kerâmetimiz ortadadır. Zira bu kadar günah yükümüz varken hâlâ yeryüzünde yürüyebiliyoruz.” buyurdular.[ Enîsü’t-Tâlibîn, s. 112; Ebû’l-Kâsım, er-Risâletü’l-Bahâiyye, vr. 58a. ]

 

ŞAH-I NAKŞİBEND’İN HELAL LOKMA HASSASİYETİ

Şâh-ı Nakşibend (r.a.), helâle riâyet hususuna çok ihtimam gösterirdi. Şüpheli şeylerden kaçınmakta da büyük bir hassâsiyet sergilerdi. Sohbetlerinde devamlı:

“İbadet on kısımdır; dokuzu helâl rızık taleb etmek, biri ise diğer amellerdir.”[ Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, III, 107/4062.] hadîs-i şerîfini okur ve muhtevâsıyla amel etmeyi emir buyururdu.[ Enîsü’t-Tâlibîn, s. 63. ]

Hâce Hazretleri yiyeceğini kendi ziraatinden elde ederdi. Her sene bir miktar arpa, biraz börülce ve zerdali yetiştirirdi. Ziraat yaparken kullanılan hayvanların, tarlanın, tohumun ve suyun helâl olması hususunda çok ihtiyatlı davranırdı. Bu sebeple pek çok âlim, teberrüken onun helâl yemeğinden yemek için sohbetlerine iştirâk ederdi.[ Enîsü’t-Tâlibîn, s. 64; Muhammed Bâkır, Makāmât, s. 37, 112, 138; Reşahât, s. 159, 184. ]

Nakşibend (r.a.), meliklerin sofrasından yemez, hediyelerini kabûl etmezdi. Melik Hüseyin’in hanımı, kendi elleriyle işlediği elbiseler göndermişti. Bütün ısrarlara rağmen Nakşibend (r.a.) onları kabûl etmedi. Hâlbuki o zaman üzerinde keçeden bir gömlek vardı. Sarık ve ayakkabıları da çok eski idi.[ Enîsü’t-Tâlibîn, s. 65, 67. ]

 

ŞAH-I NAKŞİBEND’İN ANLAYIŞINDA ŞERİETE BAĞLILIK

Yâkub Çerhî -rahmetullâhi aleyh- şöyle anlatır:

“Nakşibend Hazretleri’nin vefât ettiğini işitince çok üzülüp ağladım. O gece rüyamda Hazret-i Hâce’nin bana; «…Şayet O ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz?..» (Âl-i İmrân, 144) âyet-i kerîmesini okuduğunu gördüm. Sonra; «Zeyd bin Hârise -radıyallâhu anh- buyurmuştur ki…» dediler.

Uykudan uyanınca bu âyet-i kerîme ile bana işaret edilmek istenen mânâyı anladım. Yani, onların güzel terbiye ve şefkatli nazarları, rûhâniyet âleminde de aynen âlem-i şühûddaki gibi devam etmektedir.

İkinci gece yine Hazret-i Hâce’yi rüyamda gördüm: «Zeyd bin Hârise -radıyallâhu anh-; “Dîn birdir ve dâimdir.” buyurdular.» diye önceki sözlerini îzah ettiler.

Başka bir sefer rûhâniyetlerini gördüğümde kendilerine:

«–Yarın kıyâmette sizi nasıl bulacağız?» diye sordum:

«–Şerîate bağlılıkla» yani, dînin emirlerine uygun amel etmekle, buyurdular. [ Bkz. Yâkub Çerhî, Risâle-i Ünsiyye [Ney-Nâme içinde], s. 93-94; Enîsü’t-Tâlibîn, s. 293. ]

 

ŞAH-I NAKŞİBEND’İN ANLAYIŞINDA RİYA VE GİZLİLİK

 Şâh-ı Nakşibend -rahmetullâhi aleyh- mânevî hâlleri gizlemeye dâir, şu mânâya gelen beyti sohbetlerinde sıkça okurlardı: “İçten (Hakk’a) âşinâ ol, dıştan ise habersiz gibi (davran)! Böyle güzel bir usûl, cihanda az bulunur.” [Enîsü’t-Tâlibîn, s. 67.]

 

ŞAH-I NAKŞİBEND’İN HASSASİYETİ

Bir gün, Gadîvet bölgesine gitmişlerdi. Bir derviş önlerine yemek getirdi. Hâce Hazretleri:

“–Bizim bu yemeği yememiz münâsip değildir. Çünkü o, öfke ile pişirilmiştir. Unu elekten geçiren, hamuru yoğuran ve pişiren kişi öfkeliymiş!” buyurdu.

 

Eğer bir kepçeyi öfkeyle ve gönülsüz olarak bir çömleğe soksalar, Nakşibend Hazretleri o yemeği de yemez, şöyle buyururdu:

“–Öfke, gaflet, gönülsüzlük ve zorla yapılan bir işte hayır ve bereket yoktur. Zira o işe nefsin hevâsı ve şeytan karışmıştır. Sâlih ameller ve güzel davranışlar, helâl lokma ile mümkün olur. Helâl lokma da gafletle değil, kalp huzûru ile, uyanık olarak yenmelidir.

 

          Bu yazının hülasasını aynı zamanda halifesi de olan Alâüddîn Attâr hazretlerinin sözüyle hitam edelim istedim. Alâüddîn Attâr  (K.s) şöyle buyurmuştur:

“Nakşibend Hazretleri’ne, o devirde yaşayan büyük âlimlerin alâka, muhabbet, sadâkat ve iştiyakları çok fazla idi. Nice talebe ve büyük müderrisler, medreseyi tamamen terk ederek, hattâ vazife îcâbı kendilerine verilmiş olan vakıf mallarını da iâde ederek, gece gündüz onun sohbetleriyle müşerref olmuşlardır.

Bir gün çok sayıda Buhâralı âlim, Hazret-i Hâce’nin huzûrunda toplandılar. İçlerinden bâzı mutaassıp kimseler:

«–Bugün medreselerimizde ilim ve tahsilin aydınlığı kalmadı. İlmî tartışma, araştırma ve incelemeye ehemmiyet verilmez oldu. Çoğu talebe, sizin yolunuza meylederek ilim ve tahsilin zevkini bir kenara bırakıp fenâ ve atâlet köşesine çekildiler. Bu ne hâldir?» deyince

Şâh-ı Nakşibend -rahmetullâhi aleyh- onlara: «–Ey ulemâ-yı kirâm topluluğu! Şerîat yolunda biz size bağlıyız ve sizin peşinizden gideriz. Sizler Fahr-i Âlem Efendimiz’den ne nakleder ve beyan buyurursanız, biz ona tâbî oluruz. Eğer bizim yolumuzda Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sine muhâlif bir şey varsa bize gösterin, onu terk edelim. “...Eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre sorunuz!” (el-Enbiyâ, 7) âyet-i kerîmesi mûcibince bizi îkâz edin, hidâyet yolunda mıyız, yoksa değil miyiz haber verin!» buyurdular. Âlimlerin tamamı:

«–Biz sizin yolunuzu etraflıca araştırdık. Sünnet-i Seniyye’ye uymayan bir şey yoktur.» diye cevap verdiler.

Fakat aralarında Molla Hord isminde devrin büyük âlimlerinden biri vardı. O: «–Şu sizin giydiğiniz aba, iki yönden şöhret sebebidir. Birincisi, aba dervişlerin en çok övündükleri şeydir. Diğeri de aba giymekle kendinizi imtiyazlı addediyorsunuz. Bu câiz midir? Şöhrete sebep olan şeyler kişiyi âfete sürükler!» dedi.

Hâce Hazretleri:

«–Bu bizim üzerimizdeki aba, imtiyaz ve şöhreti gerektirecek kadar kıymetli bir şey değildir. Derviş elbiselerinin orta hallisidir. Fakat mâdemki dedikoduya sebep oluyor, biz de onu giymeyiz!» buyurdular ve hemen çıkarıp oradaki bir dervişe hediye ettiler.”

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin bunun gibi nice fazîletlerine ve güzel ahlâkına şâhit olan Buhâralı âlimler nihâyetinde:

“–Nasıl ki görebilmek için gözün beyazı ile siyahına ihtiyaç varsa, bizim de o şekilde size ihtiyacımız vardır.” dediler. [ Enîsü’t-Tâlibîn, s. 278-279.]

 

İşte bu da Nakşibendi tarikatından olanların olması gerektiği ve çok kısaca değindiğimiz hal ve ahvalden bazıları.

Şimdi asıl sorunun cevabını verin: NIGŞEMITÎ TARİKATINDAN MISINIZ YOKSA NAKŞİBENDİ TARİKATINDAN MISINIZ?

Bu asırdan bakınca; varın siz hesaplayın nerdeeen nereye! İyilerin izini takipte buluşmak dileğiyle...

M. Burhan Hedbi

Editör: Beşir Şavur

Yorumlar

Image
Ziyaretçi
26.03.2025 / 09:39

Rabbim ebeden razı olsun inşaallah

Image
Ziyaretçi Hüseyin Atay
26.03.2025 / 05:57

Yüce Allah sizden razı olsun, Rabbim bizleri hak yolunun yolcularından ve razı olacağı kullarından eylesin

Yorum Yaz