Milliyetçilik ya da toplumların zehri – 1
Başbakan Erdoğan’ın önce Mardin ziyareti sırasında dile getirdiği sonra da takip eden günlerde parti grup konuşmasında kapsamını genişlettiği “milliyetçilik” çıkışı büyük bir bölümümüzün de paylaştığı düşünce ve inanç dünyasının yansıması aslında.
Peygamberimizin veda hutbesinde dile getirilen bu anlayış bizim dünyamızın düşünce kodları arasında önemli bir yer tutuyor.
Her ne kadar muhafazakâr düşüncedeki diğer bir ifadeyle “ulusalcı” kategorisine girmeyen milliyetçiler “siz bakmayın Başbakanın bunu demesine, o aslında ırkçılığı kastediyor” deseler de Sayın Başbakanın burada kastettiği tam olarak milliyetçilik anlayışıdır aslında.
Öbür türlü zaten “ırkçılık ayaklarımızın altındadır” derdi, milliyetçiliği vurgulamasına gerek yoktu.
Irkçılığı bir kenara koyalım, çünkü bizim bu tür bir görüşte olanlara laf anlatma derdimiz yok; bu kesimler zaten hem Allahın ayetlerine hem de Resulullah’ın sünnetine ve de insanlığa daha en baştan aykırı bir düşüncede oldukları için benim lafım “biz ırkçı değil milliyetçiyiz” veya “bizim milliyetçiliğimiz vatanseverliktir” diyenlere.
Aslında milliyetçilik tarih boyunca her dönemde İslam’ın ve Müslümanların gerilemesinde en başta gelen faktörlerden birisi olmuştur.
İslam anlayışında Arap, Kürt, Türk vs. ayrımı olmadığını ve bunun yerine İslam ümmeti anlayışı olduğu gibi herkesin bildiği konulara girmeyeceğim.
İslam tarihi içinde milliyetçiliğin seyrini izlediğimiz zaman Peygamber Efendimizden sonraki dönemde bile adına o dönem kabilecilik denen ve bugünkü milliyetçi anlayışa benzer bir düşünce, bir zehir gibi İslam âleminin damarlarına nüfuz etmeye başlamış ve Emeviler döneminde zirveye ulaşmıştır.
Emevilerin Arap olmayan Müslüman unsurları, hatta Arap olmasına rağmen kendileri gibi Beni Ümeyye kabilesinden olmayanları küçük görmesi ve dahası ezmesi sonucu başta Arap olmayan Müslüman topluluklar olmak üzere diğer unsurlar sık sık başkaldırmış ve sonuçta Emevi hanedanı yıkılmıştır.
Daha sonraki dönemlerde farklı milletleri bir araya getiren İslam devletleri de sürekli olarak milliyetçi akımların yaydığı isyan dalgaları sonucu yıkılmışlardır.
Batılı anlamdaki milliyetçilik düşüncesinin kökenlerini ise 18. yüzyıl sonlarına kadar götürmek mümkündür.
Milliyetçilik düşüncesine hayat veren 18. yüzyıl, arkasında dünya siyaset sahnesini sarsacak bir miras bıraktı ve takip eden 19. yüzyıl ise ‘milliyetçilik çağı’ olarak anılacaktı.
Fransız İhtilali ile önce Avrupa’ya akabinde tüm dünyaya yayılan milliyetçilik akımının ilk etkisi, geleneksel toplumların parçalanması veya dönüşmesi olmuştur.
Fransız ihtilali ile ortaya çıkan ulus-millet ve ulus devlet, ulusçuluğun/milliyetçiliğin etkilediği zihniyetler sayesinde tasarlanarak inşa edilmiş toplulukların ortak adıdır.
Ulus ve ulus-devlet, kadim imparatorlukların ve geleneksel cemaatlerin yerine kurulmuştur.
“Ulus”un tanımı ancak “öteki” ile birlikte mümkün olduğu içindir ki kavimler, etnisiteler ve cemaatler arasına çatışmayı, düşmanlığı da eşzamanlı olarak başlatmış, geliştirmiş ve bugüne taşımıştır.
Böyle genel bir girişten sonra gelelim bizim coğrafyamızda yaygın olan milliyetçi akımlara.
İslam coğrafyasında ilk ortaya çıkan akım olması sebebiyle önce Arap milliyetçiliği ile başlayalım, sizleri uzun bir yazıyla sıkmamak için Türk ve Kürt milliyetçiliklerini daha sonra ayrı bir yazıda ele almaya çalışacağım.
19. yüzyılda geliştirilen Batılı milliyetçi kuramlar, Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında bulunan İslam coğrafyasında da zemin bularak filizlenmeye başlamıştır.
Milliyetçilik düşüncesi özellikle sömürgeciliğin zirveye ulaştığı yıllarda iyice revaçta olmuş, başta misyonerler, İngiliz ve Fransız müsteşrikler olmak üzere Batılılar eliyle İslam ülkelerine girip daha sonra emperyalizmin çıkarlarına uygun olarak yayılmıştır.
Daima Batı emperyalizminin hizmetinde olan milliyetçilik, İslam dünyasını hemen hemen tek çatı altında tutan ve siyasi birliğin sembolü olan Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayıp yok etmek için bir araç olarak kullanılmıştır.
Bu bölgelerde milliyetçilik fikri ilk olarak Müslüman olmayan topluluklar arasında çıkmış, sonra Arnavutluk’ta ve Araplar arasında, daha sonra da diğer milletlerde görülmeye başlamıştır.
İslam dünyasında beliren milliyetçilik akımlarının başlangıcında batılıların etkisi öyle ileri bir dereceye varmıştır ki bu coğrafyada ortaya çıkan akımların bizzat başlatıcıları ve ilham kaynakları Batılılar olmuştur.
19. yüzyılda Batılıların, İslam coğrafyasındaki faaliyetlerinin temelini okul ve kolejler açarak, Batı tipi eğitimi yerleştirme çabaları oluşturmaktadır.
Her ne kadar Batılı anlamda milliyetçilik düşüncesi diyebileceğimiz milliyetçiliği İslam dünyasına ilk getirenlerin Araplar ve Arnavutlar olduğu tezi ileri sürülse de, Türkler arasında milliyetçiliğin yayılması da bu akımlara paralel bir gelişme göstermiştir.
Sömürgeciler tarafından ilk defa Mısır’da ortaya atılan Arap kavmiyetçiliği yerleşirken, Batı formasyonundan geçmiş Yeni Osmanlılar arasında da Türk kavmiyetçiliği filizleniyordu.
Bu tutumlar karşılıklı husumetlere yol açarken, İngiltere sömürgeciliği, misyonerler, Hristiyan Araplar ve Batıcı aydınlar da milliyetçiliği ve ırkçı taassupları, Arapların içerisinde yaymak için bütün güçleriyle çalışıyorlardı.
Arap milliyetçiliğinin göze çarpan öncülerinden; Petros Baslani ve Nasif el-Yezci, Suriye Protestan Koleji olarak da bilinen Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde yetişmiş iki Hristiyan ilim adamıydı.
Arap milliyetçiliğinin öncülerinin parolaları ise “vatanseverlik imandan gelir” idi; yani ülkemizde yerleşmiş olan ve bazılarınca hadis olduğu iddia edilen “vatan sevgisi imandandır” sözünün kaynağının aslında bu parola olduğu da söylenmektedir.
Bütün bu düşünceler, askeri ve siyasi alanda gelişerek 19. ve 20. yüzyılda Arap coğrafyasına damgasını vurmuştur.
Askeri alanda Arap ayaklanmasından sonra ilk defa 10 Haziran 1916′da Şerif Hüseyin’in öncülüğünde, İngiltere’nin, silah, mühimmat ve siyasi-askeri yardımlarıyla “Arap Milli İsyanı” başladı.
Bu isyana, İngiliz Lawrence siyasi olarak, General Allenby da askeri olarak bizzat katılmışlardır.
Böylece Arapların, Osmanlılara karşı milli mücadeleleri, İngilizlerin yardımıyla başlamıştır.
Fakat daha sonra Şerif Hüseyin’i de pişman olma noktasına getirecek, İngiliz, Fransız ve İtalyan işgalleri, Arap birliği yerine, parçalanmış, sınırları cetvelle çizilmiş devletler ve bu devletlere has yapay milliyetler yaratmıştır.