Meryemé
Esnafın ve dahi çocukların gün içersinde en çok gördüğü yüzlerdendi Meryem. Kızıltepe çarşısında ve bazı sokaklarında sırtında çuvalı ile dolaşır günlük nafakasını temine çalışırdı, dilenerek. Hala, ne yaptığını bilmediğim poşetleri toplar Mecit Yücel Parkı’nın şarıl şarıl akan çeşmesinin altında yıkar, kurular ve destelerdi. Su doldurmaya gelenlerin azarlamalarına maruz kalırdı. Çıt çıkarmazdı. Bazen kovulurdu, hor görülürdü. Yine çıt çıkarmazdı. (Ona da bütün düşkünlere de bu tür davranışlar sergilenmesinden hiç hoşlanmazdım. Hatta elimden gelen yardımı hiçbir zaman esirgemezdim.)
Ama o kadının köpürdüğü bir an vardı. Çocukların yanına gelip Şeytan’a lanet okumasına dayanamaz, o laneti onların babalarına iletir, söver, sopasını fırlatırdı. Çocuklar “Meryemé lenet çawé Şeytén bi” dediklerinde o kadının “Lenet li çawé bavé we bi” demesinin sebebi Yezidi olmasıymış. Hani kılık kıyafetine, bembeyaz saçlarına, baş bağlayışına baktığınızda o çocukların evlerindeki babaannelerinden, anneannelerinden ayırt edemezdiniz. Benim için hiç önemli olmayan inanç farkı o akranlarım için neden öyle önemliydi anlamıyordum. Dahası bunu nereden öğrenmişlerdi onu da bilmiyordum. Galiba o basit ve hayâsız kural işliyordu. Güçlü güçsüzü ezer. Sayısıyla, parasıyla, silahıyla vesairesiyle… Babaanneme onu anlattığımda ve fikir istediğimde “O da Allah’ın bir kulu.” derdi, “Sen sakın ona öyle şeyler yapmayasın, günahtır.”
Bildiğimiz kadarıyla Kızıltepe’de yaşayan tek Yezidi Meryem’di. Belki Yezidi de değildi ama hor görülmesine o zan bile yetiyordu. Büyüdüm, yetişkin oldum ama çocuklar aynıydı. Bir gün bizim dükkânın önünde oturuyordu, Allah’ın yazı, hava ateş gibi. Derken çocuklar yine geldi, yine onun inanç damarını kabarttı ve kadıncağız yine çıldırdı. Ona saldırma noktasına geldiklerinde amcam dışarı çıktı ve çocuklara kızarak onu korudu. Sebebini sorunca “Lanet okudular” cevabını aldı.
-Sen Yezidi misin?
-Yok, ben de Müslüman’ım? Bunun üzerine bildiği sure ve duaları da okudu. “Peki, neden Şeytan’a lanet okununca kızıyorsun?” diye sorunca da “Olsun, ona da yazık değil mi?” dedi. J Bu olaydan birkaç ay sonra öldüğünü duydum, hangi inanç üzerine gömüldüğünü daha öğrenmiş değilim. Yalnız olmasından dolayı bu cevabın da pek önemi olmamalı.
İşte bizim Meryemé. Yezidiliği bile kesin olmayan o kadının yaşadığı yarı şaka yarı ciddi eziyetleri hatırlıyorum da bir de şimdi Yezidilerin yaşadıklarına bakıyorum, hıyarlık her zaman ve her yerde hıyarlıktır, diyorum.
O yaşlı ve savunmasız kadına yapılan sebepsiz, haksız davranışları hiç anlamamıştım. Kendi kabuklarında yaşayan Yezidilerin yerlerinden edilmesini de anlamıyorum. İsrail’in vahşetini de anlamıyorum. Arakan’ı da, D. Türkistan’ı da, Suriye’yi de. Bosna’yı da anlamıştım, kendi memleketimi de. Irak’ı da, Afganistan’ı da… Okuduğumda Bulgarların Türkmen baskısını da anlayamadım, İstanbul 5-6 Eylül olaylarını da. Ben mi aptalım yoksa bunları yaşatanlar mı?
1 Eylül. Dünya (sözde) Barış Günü. Dünyanın neresinde olursa olsun; inancından, kültüründen, düşüncesinden dolayı eziyet gören, zulme uğrayan bir insan veya topluluk varsa bir Müslüman olarak tereddütsüz söyleyebilirim ki yerimiz onların safıdır. Bu zulmü işleyenlere de Allah hidayet nasib etsin, hidayet olmuyorlarsa onları durdursun, bildiği gibi yapsın.
İnancı ve kültürü ne olursa olsun ezilenin yanındayız. Ezenin karşısındayız.