Medrese Eğitimi

Medreseler; İslam eğitimi ve kültürünü taşımada önemli rol üstlenmiş ve tarihsel süreçte topluma önemli katkılar sağlamışlardır. Ülkemizde ve özellikle bölgemizde asırlar boyunca İslam’a, İslamî ilimlere, bulunduğu coğrafyanın insanlarına sosyal, ahlakî ve kültürel alanlarda gönüllülük esasına dayalı olarak hizmetlerde bulunmuştur.
Sözlükte yükselmek, artmak, yücelmek, bir halden diğerine intikal etmek olan eğitim; ıstılahta, kâmil ve örnek insanları yetiştirme faaliyetidir. Eğitim bir plan ve hedefe göre insan yetiştirilmesini, ruhen ve bedenen korunmasını hedef edinir. Bütün peygamberler birer eğitimciydiler. Resuli Ekrem; “Allah beni sıkıntı verip zorlaştıran olarak göndermedi; fakat beni öğretici/eğitici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.” (Müslim, talak, 29) demek suretiyle eğitimin önemini beyan etmiştir.
Medrese, “derrese – yüderrisu – tedris” kalıbından gelen ismi mekân olup, dersin verildiği yer anlamındadır. “Muderris” ise ismi fail olup, ders veren kişi demektir.
Medreseler ilk olarak Resulullah (S.A.V) zamanında medrese adı altında değil de aynı işlevi gören ve Suffe denilen yerde kalan Ashab-ı Suffe denilen sahabelerle başlamıştır. Hz. Peygamberden ilim öğrenmek için sayıları 300–700 arasında değişen bir grup sahabe Mescid-i Nebevinin bir köşesinde kalıyordu. İslam dinini doğrudan Resulullah’tan dinleyerek öğreniyor, onun sözlerini ezberliyorlardı. Bundan anlaşılıyor ki Mescid-i Nebevi bir ilim yuvası ve bir medrese olarak kullanılıyordu. Resulullah (s.a.v.) Ashab-i suffa hakkında bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
Medrese adı altıda ilk medresenin ne zaman inşa edildiği hakkında net bilgi bulunmamakla birlikte tam teşekküllü medresenin kuruluşu Abbasi halifesi Me’mun zamanında başlamıştır. Bazı kaynaklara göre de ilk medresenin Nişapur’da fakih ve muhaddis Ebu Bekir Ahmet b. İshak Es-Sibği h. 342 / m. 954 tarihinde inşa edildiği ve daha sonra nizami bir şeklide işlemeleri bakımından h.459 / m.1066 yılında kurulduğu görülmektedir. Bu İslami eğitim tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Zira bu yılda Selçuklu veziri, Nizamu’l-Mülk’ün inşa ettirdiği medreseler manzumesinin en önemlisi, Bağdat’ta açılan ve devlet tarafından maddi-manevi yardım gören, saray tarafından himaye edilen Nizamiye Medreselerinin, gerek teşkilat gerekse eğitim ve öğretim bakımından çok üstün oldukları görülmektedir. Anadolu’ya İslam’ın yayılmasıyla, Anadolu’da çok sayıda medrese inşa edilmiştir. Selçuklular ise bir şehri fethettiklerinde ilk iş olarak orada cami, medrese ve zaviye inşa ederlerdi. Konya, İstanbul, Tokat, Kayseri, Diyarbakır, Mardin, Gaziantep, Şanlıurfa başta olmak üzere Anadolu’nun değişik yerlerinde medreseler inşa etmişlerdir. Osmanlılılar zamanında da bu süreç aynı şekilde devam etmiştir.
Önemli bir konuma sahip medreselerin kendisine mahsus bir yapılanması, çalışma yöntemi, müfredat programı ve eğitim tarzı vardır. Cumhuriyet öncesi dönemde tüm İslami ilimlerden dersler önemsenmiş ve okutulmuştur. Cumhuriyet sonrası dönemde ise özellikle Arap Dili Edebiyatı, Mantık ve kısmen fıkıh ilimleri ön plana çıkmıştır. Şark medreseleri Osmanlı’nın dağılmasından sonraki dönemlerde de, tek bir mekanizma tarafından organize edilmese de, hemen hemen her tarafta aynı müfredat takip edilmiştir. Medrese müfredatının iskeletini şu ilim dalları oluşturuyordu.
1. Dil İlimleri: Sarf, nahiv, vaz’, iştikak, meani, beyan, bedi’, şiir ve luğat.
2. Felsefe ilimleri
3. Şer’î ilimler: Kelam, ahlak, fıkıh, usulu-l fıkh, İslam tarihi, hadis, tefsir...
4. Münazara: Tartışma usulü ve adabı.
Kuran-ı Kerim okunduktan sonra, medreseye gönderilen bir öğrenciye, yukarıda zikrettiğimiz ilimlerle beraber İslam kaynaklarını daha iyi anlamak ve anlatmak için bazı yerlerde değişiklik gösterse de genelde sırasıyla şu kitaplar okutulur.
Sarf ve Nahiv alanında (Arap dil bilgisi): 1.Emsile, 2. Binâ, 3. İzzî, 4. Evâmilu’l-Cürcanî, 5. Zurûf, 6. Terkîp 7. Şerhu’l-Muğni, 8. İzzi’nin şerhi Sa’dinî, 9. Hallu’l ma’âkid, 10. Şerhu Katri’n-nedâ, 11. İzhâr şerhi Netâic, 12. Suyûtî, 13. Molla Cami. Bundan sonra;
Mantık alanında: Muğni’t-Tullâb, Fenarî ve bazen Kavlu Ahmet, sonra;
Bedî’, Beyân ve Ma’âni alanında: Muhtasaru’l-Ma’âni okunmaktadır.
Akaid alanında: Şerhu’l-Akâid ve Cevheretu’t-Tevhîd okunur. Son olarak da;
Fıkıh Usûlünde Cem’u’l-Cevâmi’ okunur.
Bu kitaplar sıra ile okunurken bunun yanında öğrencinin seviyesine göre siyer, tefsir hadis, fıkıh gibi her medresede konu bakımlarından aynı kitaplar okunmaya özen gösterilmektedir.
yakup aydın
26.12.2015 / 12:31arapça öğretimi dışında bir konu hakkında belli fikirlerin kalıplaşıp yerleşmesinde betonlaşmasında ve değiştirilmemesinde medreselerin öneli yeri var. okunan hep aynı kitaplar olunca her hangi bir konuyla ilgili başka fikirler tecrid edilmiş ve fikir sahipleri itham altında bırakılmıştır. toplumdaki fikirlerin bu kadar yaygın olması doğruluğundan çok hep aynı kaynakların medreselerde okutulup öğrencilerin bölgelere yayılıp aynı bilgilerin yayılması sonucudur. medreseden yetişmişlerin en büyük handikapı arapçayı iyi bilmelerine güvenmeleri.bu arapçaya rağmen kuranı anlamada klasikten öteye geçememekteler.bu da hep aynı eserlerden beslenmelerinden kaynaklanmakta...