‘Ma em ahlê Nisêbînê ne’

KÖŞE YAZISI

Bugünlerde bu sözü Kızıltepe’de sıkça duymak mümkündür. Daha önce yaşanan iç savaş nedeniyle evleri-barkları yıkılan, canlarını zorla kurtarabilen ve Türkiye’ye sığınan Suriyeli Kürtler ve Araplardan da duymuştuk aynı sözü:

‘Ma em ahlê Sûrî ne’

Kürtlerin yazgısı olmuş kendi topraklarında mülteci olmaları. Tabi bunun nedenleri vardır. Yıllardır devletin yanlış ve haksızca politikalarından doğan nedenler ve bir de son yıllarda PKK’nin akıl almaz uygulamaları ve bunun neticesinde Kürt halkının yerinden yurdun edinilmesi için adeta davetiye çıkarması başta gelen nedenler olarak saymak mümkündür.

1990’larda Kürdistan’da ‘terör nedeniyle’ “Kırsalın insansızlaştırılması” politikasının sonucu olarak milyonları aşan Kürtlerin İstanbul, İzmir, Adana, Antalya, Mersin gibi batı kentlerine yerleşmeleri gerçeğini ve bu bağlamda hazin süreci yaşadık.

1990’lı yıllarda Kürtlere siyaset yapma yolları kapalıydı; Kürtler basın-yayın alanında kurumsallaşamıyordu; hatta Türk medyasında Kürtlere yer yoktu. Kürt dili ve kültürü ağır baskı altındaydı ve gelişme-kullanılma imkanından yoksundu…

Bu argümanlara bakıldığında Kürtlere tek yol kalmıştı:Silaha sarılıp dağa çıkmak ki bu yolla ben bir kişi olarak hiç savunmuyorum. Ama ortada o dönem devlet aklının uyguladığı bir zulüm politikası ve buna karşın Kürtlerin de direnişle ortaya çıkması gerçeği vardı.

Gelinen noktada, 2010’lardan sonra dünyadaki ve Türkiye’deki değişim olumlu açıdan Kürt sorununu etkiliyordu. Kürtlerin lehine değişen bu atmosferi politik olarak değerlendirmek gerekiyordu. Bu iş Kürtler adına siyaset yapanlara düşüyordu.

7 Haziran 2015 tarihinde Türkiye seçimlere gitme kararı aldı. Öncesinde Selahattin Demirtaş, yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hem doğuda hem batıda kitlelerden tam not almış, sempati toplamıştı. İşte bu havada Demirtaş liderliğinde HDP seçimlere girdi. Yüzde 13 alan HDP, 80 vekil kazanarak meclise girdi. Daha önce 106 şehirde belediye başkanlığı kazanmış olan siyasi çizgi yerelde de iktidardı. Artık Türkiye’de Kürtlere siyaset yolları açıktı. Tek başına hükümet kurma imkanını kaybeden AK parti ile neden koalisyon kurmadı HDP? Neden böyle bir olanağı geri teptiniz? HDP koalisyon kabul etseydi, Selahattin Demirtaş, başbakan yardımcısı olurdu. Bütün bu imkanlar neden heba edildi? 6 milyon insanın oyunu alan kitlelerin sempatisini kazanmış bir Demirtaş neden elini daha sert masaya vur/a/madı?

Tam da her şey yolunda gidiyorken Devrimci Halk Savaşı projesi hayata geçirilmeye başlandı ve bu anlamda Kürt şehirlerinde hendekler ve çukurlar kazıldı, barikatlar kuruldu. Halkın oturduğu evler arasında tüneller oluşturularak şehir savaşlarına alt yapı hazırlandı. Sivil yaşam döşenen patlayıcıların ve elden ele dolaşan silahların tehdidi altındaydı artık. Bütün bunlar yapılırken devlet müdahale etmiyordu. Süreci “izleyen” devlet ancak bir noktadan sonra müdahale etmeye başladı. Sivil halk her iki tarafın çatıştığı ortam içinde, arada kalmıştı.

PKK’nin yanlış uygulamalarına ses çıkaramayan şehir halkları adeta şaşkın bir durumdaydı. Devletin operasyonları başlayınca halk, gerçeğin bir kısmını anlamıştı ancak iş işten geçmişti. Kaygılı bir bekleyiş içine giren halk, aylarca süren sokağa çıkma yasakları yaşadı. Kullanılamaz hale gelen evler, terk edilmeye başlandı. Devletin açtığı “yaşam koridorları”nda şehir halkları yıllardır bin bir emekle sahip oldukları evleri yıkık halde terk etmeye başladı. Halkın 1990’larda batı metropollerine taşınacak gücü ve enerjisi kalmamıştı. Bu sefer Kürt halkı en yakın şehirlere taşınmayı, kiralık ev tutmayı, akrabalarının yanında kalmayı ya da devletin masrafını karşıladığı otellerde kalmayı tercih etti. Devlet, kirada oturanlara kira ve eğitim-gıda masrafı olarak bütçe oluşturdu. Hali hazırda bu şekilde yaşam mücadelesini veren, hendek-çukur-barikatzede Şırnak, Yüksekova, Silvan, İdil, Cizre, Silopi ve en son Nusaybinhalkları ne yazık ki doğdukları ve yaşadıkları topraklarda mülteci oldular. Çarşıda-pazarda günlük gıda masrafını karşılayamayacak ya da karşılamakta çok zorlandıkları insanlarımız binlerle ifade edilebilir. Halkımıza bu durumu yaşatan tek sebep, hendek, çukur ve barikatta ısrar ve inat eden anlayıştır. Ne yazık ki sivil siyaset bu anlayışta boğuldu ve bu durum geleneksel devlet siyasetine yaradı, yaramaya devam ediyor.

İşte bu gerçek üzerinde hala psikolojik yöntemleri uygulanıyor ve bu anlama gelen söylemler ortaya atılıyor. “Savaşı biz kazandık” deniyor, neyi kazanmışsın kardeşim? Ortada perişan olmuş, olanaklarından yoksun bir halk gerçeği var. Şehir içi arabasına yol parası veremeyen, “Ma em ahlê Nisêbînê ne” diyen bir halk gerçeği neyi kazanmış Allah aşkına!

Herkesin bir gerçeği iyi bilmesi gerekiyor: Kürt halkı her şeyin farkında ve sorgulamasını buna göre yapıyor. Kimse bu halktan psikolojik savaş yöntemi adı altında gerçekleri gizlemesin; çünkü savaşın gerçeklerini halk yaşıyor ve görüyor.

Saygıyla…