Lice Olayları ve Barış süreci

KÖŞE YAZISI


Halk dilinde artık ‘Lice Olayları’ …diye başlayan bir cümle vardır ve bu cümle de bir buçuk yıldır adına ‘Barış Süreci’ veya ‘Çözüm Süreci’ diye adlandırılan bir süreçle yakından ilintilidir. Zira ta bu sürecin başından bu yana, bu süreci zorlayan ya da zora sokan olaylar veya olaylar zinciri bu bölgede başlamakta ve dalgalar halinde önce lokal sonra kısmi de olsa bölgesel bir hal almaktadır.

Bu bölge ile ilgili çeşitli spekülatif yaklaşımlar ortaya atılmaktadır. 90’lı yıllarda hatta daha önceleri Lice’nin ismi ne yazık ki uyuşturucu ile anılır oldu.  Basında bu konu çok işlendi ve bu günümüze kadar devam ede geldi. Öte yandan bölge coğrafyasının çok sarp olması, ansana geçit vermemesi PKK militanlarının üssü haline geldi. Dönemsel olarak PKK bu zor alanlarda gücünü yoğunlaştırdı ve bazen ‘kurtarılmış bölge’ diye ilan etti. Buna karşın devlet de bu bölgeyi gözden çıkarmadı ve askeri yığınak yaptı. Tapantepe gibi stratejik bir üs kuran devlet, burada varlığını ve egemenliğini  sağlamlaştırdı. Çok yoğun çatışmalar burada yaşandı.

Bir buçuk yılı aşan Çözüm Süreci’nde basından ve fısıltı gazetesinden edinilen bilgilere göre, PKK elde ettiği fırsatı değerlendirerek Lice bölgesine gücünü iyice yığdı; zira barış veya çözüm sürecinden dolayı devlet kırsal operasyon yapmıyordu. PKK güç yığdıkça devlet yeni karakollar yaptı ya da devlet yeni karakollar yaptıkça PKK eylem yaptı, halkı eyleme çağırdı. Bundan dolayı çözüm süreci zaman zaman yara aldı; bitti bitecek noktaya geldi. Şu aşamada olduğu gibi…

30 Yıllık Savaş Bitti’yi PKK yanlış mı Okudu Acaba?

Daha üç-dört gün önce HDP Heyeti İmralı’dan yeni dönmüştü ve ‘İRADE’ 15 Ağustos yıldönümü vesilesiyle 30 yıllık savaşın demokratik müzakereyle sona erdiğini duyurdu. Hatta ütopik olanın gerçekleştiğini yani ‘Ceberrut Cumhuriyet’ten Demokratik Cumhuriyet’e evrildiğinin müjdesini veriyordu. Ne olduysa bundan sonra oldu. Zira daha önce ‘Şehitlik’ yapan PKK bu kez 1984’te HRK (Hêzên Rızgarıya Kurdistan) daha sonra ARGK (Artêşa Rizgariya Gelê Kürdistan) olarak değiştirilen ordu diye tabir ettkleri silahlı birliklerinin komutanı Mahsum Korkmaz’ın heykelini dikti Lice’de. Devlet için bu bardağı taşıran damla olurken bölge insanı da PKK’nin bu girişimini ‘aşırı zorlama’ olarak niteledi. Ulus-devlet devri geçmiş deniyor ama heykeller dikiliyor. Lenin’in, Buda’nin heykelleri yıkıldı bu dünyadan. Biz daha yeni heykeller dikmeye başladık! PKK Lideri Abdullah Öcalan, daha Türkiye’ye getirilmeden önce basına yaptığı açıklamada, Mahsum Korkmaz’ın bu kadar öne çıkarılması konusunda ‘Çok abartıldı’ tespitinde bulunmuştu. Aynı Öcalan, Mahsum Korkmaz’ın ölümüyle ilgili olarak da ‘Şüpheli bir ölüm’ diyerek bazı çevreleri düşündürtmek istemişti. Ancak o ‘şüpheli Ölüm’ hala gizemini koruyor. Zira hem Öcalan hem de devlet adına Beşir Atalay 1 Eylül’den itibaren anlaştıkları takvimin işleneceğini kamuoyuna duyurdular.

Lice’de son olarak meydana gelen ve bir vatandaşın ölümü, iki kişinin de yaralanmasına neden olan olayda bir uzman çavuş da hayatını kaybetmişti. Bu olayı lokal ve kendiliğinden gelişen diye yorumlandı. Ancak hemen ardından KCK  ‘AKP ateşle oynuyor. Halkı serhıldanlara çağırıyoruz’ şeklinde yazılı bir basın açıklaması kafalar iyice karıştı. Bir yandan  Öcalan 30 yıllık savaş bitti diyor; öte yandan KCK halkı serhildanlara çağırıyor. Pekala bu kafaları karıştırmaz mı?

Aydınları Hayretle İzliyorum

Özellikle hükümet karşıtlığını alışkanlık haline getiren aydınlardan söz ediyorum. Total muhalefetlik anlayış ve yaklaşımlarına Kürt halkını alet etmeleri, bu kapsamda medyada açıklamalar yapmaları manidar! Her fırsatta hükümetin Kürtleri oyaladığını (ki biraz gerçek payı var ama bu gerçeği en iyi Öcalan biliyor) dillendirmeleri Kürt politik aktörlerini de etkiliyor. Buna ‘Türkiyelileşme’ projesi de eklenince iş iyice ‘Arap saçına’ dönüyor.

Halbu ki şu aşamada Barış sürecinin bozulması Kürtlerin aleyhine olacaktır. IŞİD’e karşı PKK ‘li militanlarının Peşmerge güçleri ile birlikte savaşmaları Kürt halkı nezdinde memnuniyet yaratmış ve halk moral bulmuştur. Kürt silahlı güçlerinin çok cephede savaşması hele hele Türkiye cephesinin açılması hayra alamet olmayacaktır! Bu hem yeni dizayn edilen ‘Türkiyelileşme’ politikasına aykırı olacaktır hem de genel anlamda hali hazırda Kürdistan coğrafyasında Kürt halkının kazanmış olduğu politik kazanımların tehlikeye gireceği anlamına da gelecektir. Şu unutulmamalıdır gücünü ne kadar halktan alsanız bile bu güç sonsuz bir enerji değildir ve bir gün biter gerçeği unutulmamalıdır.

Bundan sonra bana göre en doğrusu şudur özellikle Türkiye’deki Kürtlerin kazanımları söz konusu olunca:

Savaş ve barış konularında PKK halka da danışmalıdır. Zira iki yıla yakın bir zamandır bir çatışmasızlık hali yaşanıyor ve hiçbir ocağa tabiri caizse ateş düşmüyor. Bu da hem Türk halkını hem Kürt halkını memnun ediyor. PKK, hükümeti veya devleti siyasi adım atmaya siyaset geliştirerek zorlamalıdır. Bu aşamadan sonra savaş geliştirerek devleti siyasi adım atmaya zorlamak demek Kürt halkını ateş çemberinin içine atmak demektir. (www.kiziltepepost.com)