Kürt Tarım İşçisinin Ölüm Yolculuğu

Sakarya'nın Hendek ilçesinde işçileri taşıyan traktör
sürücüsünün direksiyon hakimiyetini kaybetmesi sonucu devrilerek dereye
düşmesiyle meydana gelen kazada 8 Kürt tarım işçisi öldü, 10'u da yaralandı. Çok
geçmeden bu işçilerin Kızıltepeli oldukları anlaşıldı.
Bu elim kaza Kızıltepe'yi yasa boğdu, tüm Türkiye'de ise
büyük üzüntülere neden oldu.
Mevsimlik İşçi sıfatıyla Kürtlerin yaşadığı bu kaza ne
ilktir ne de son olacak gibi. Ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan bu yolculuğa
kısaca "Ölüm Yolculuğu" desek yerinde olur sanırım.
Yoksul Kürt kesiminin mecburen çıkmış olduğu bu yolculuk,
ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel boyutu olan sosyolojik bir olgudur. Bu
nedenle yaklaşık 1970 yıllarında başlamış olan bu yolculuk çok boyutlu bir
süreç, Kürtlerin yaşamında önemli bir tarih kesitini oluşturmaktadır. Bu
kapsamda bakıldığında, dünden bugüne yolculukta binlerce insanın öldüğü ve
yaralandığı sonucu ortaya çıkacaktır.
Neredeyse her Kürt ailesi bu yolculuktan pay aldığı bir gerçektir.
Bu satırları yazan kardeşiniz de bu yolculuğu yaşamıştır, bu anlamda yaşanan
sıkıntıları ve riskleri çok iyi bilmektedir.
İlk Durak Adana
Daha küçükken bizim ailede büyüklerimizin Adana’ya pamuk ve
çapaya gittiklerini hatırlamaktayım. Bölgemizde iş imkanlarının olmayışı ve
halkın çok yoksul olması nedeniyle oluşan geçim zorluğu insanları arayışlara
itmiştir. Bu arayışlar insanlarımızı başka bölgelerde çalışmaya zorlamıştır. Bu
bölgelerin başında Akdeniz ve Ege Bölgeleri gelmiştir. Adı geçen bölgelerde
çalışmaya giden insanlarımız geçici bir süre çalıştıktan sonra memleketlerine
geri dönmüşlerdir. Bu nedenle adları mevsimlik işçi olmuştur. Yaşadıkları bu
süreç sosyolojik deyimle iç göç kapsamına girmektedir.
Çalıştıkları ilk iş pamuk toplama olmuştur. Pamuk toplama ve çapalaması yaklaşık iki ay
sürerdi. Bitiminde evlerine dönerlerdi. Dönüşlerini evde kalan anne ve de
çalışamayan küçük çocuklar dört gözle beklerdi. Aynı durumu tabi ki ben,
rahmetli annem ve kız kardeşim de her yıl yaşadık. Aile fertleri döndüklerinde
yaşadıklarını anlatırlardı. Babam ve abilerim döndüklerinde imam ezanından önce
tarlaya gittiklerini, o kadar karanlıktı ki bir müddet bekletildiklerini
anlatıyorlardı. Çalıştıkları yer olan Adana’nın Gerdenli’sinden söz ettiklerini ve oranın
sivrisineklerinden çektiklerini tiksinerek anlatıyorlardı.
Adana yolculuğu 24 saat sürerdi. Yollar bozuk, her yer toz
toprak. Urfa Rampası aklımda kalmış, bu rampa sürücülerin korkulu rüyasıymış bu
yolculukta. Bu rampa bugün konuşsa acaba ne kadar ölüme ve yaralanmaya neden
olmuş, gerçeği ortaya çıkar! Amele denen bu yoksul insanlar, çadırlanan Ford
kamyonları ile tıka basa yolculuğa çıkardı. Bozuk yollarda yorulan şoförler,
gece yarılarında uygun bir sahada uykularını almak üzere istirahate çekilirlerdi.
Bundan yararlanan ameleler de hem lavabo ihtiyaçlarını karşılar hem de
kaptıkları bir battaniye ile kafayı biraz dinlendirirlerdi.
Amelelerin sorumlusu dayıbaşı denen bir kişiydi. Bu zat
önceden pamuk sahibi ile irtibata geçerek gerekli lojistiği hazırlardı. Pamuk
toplamayan dayıbaşı, amelelerin topladığı pamuktan kilo başına bir yüzdelik
alırdı. Bu şekilde yevmiyesi çıkardı; tabi bu yüzdelik pamuk toplanan bölgede,
bir heyet tarafından tespit edilirdi.
Bu yolculukla ilgili halk arasında bazı deyimler oluşmuştu:
Edena li me Rebena (Adana ve
biz yoksullar), Ev rê ya, rê ya çû nehatê ye
(Bu yolun gidişi vardır, ama dönüşü yoktur) gibi…
Hatırlıyorum yolculuğa ilk çıkacakları gün, kamyon
geldiğinde bütün köy halkı onun etrafında toplanırdı. Gidenler de ağlardı,
kalanlar da…çok dramatik bir gün yaşanırdı. Ayrılmanın etkisiyle olsa gerek
rahmetli annem gidenlerimizin ardından birkaç gün yemek yiyemezdi üzüntüden.
Tabi durum ayrılık olan her evde yaşanırdı. Boşalan evlerde tanımlanamayacak
bir hüzün hakim olurdu. Bu yolculukla ilgili o kadar dramatik insan öyküleri
var ki…
Sonraları İzmir
Çıktı
Herkes Adana’ya yüklenince bölgede, amele çoğaldı iş azaldı.
Yani arz talebi karşılayamaz oldu. Bu kez daha uzak yerlerde çalışma arayışları
başladı. Adana deneyiminden gözleri açılan bu yoksul insanlar soluğu Ege Bölgesi’nin
kalbi olan İzmir’de almaya başladı. İşte bu süreçte İzmir ile tanışma nasibim
de ortaya çıktı. Bugüne kadar Ölüm
Yolculuğu olarak tanımlanan bu yolculuk ile ilgili olarak hep dinlemiştim,
şimdi ise dinlediklerimi yaşayacaktım.
Ben, daha ilkokul 3.cü sınıfta iken bu yolculuğu yaşadım.
Rahmetli babam, İzmir-Tire'ye amele götürdü, tabi ki biz çocukları da amele
olarak gittik. Pamuk toplamak üzere Tire'ye bağlı Büyükkale Köyü'ne gitmiştik.
Sonraki yıllarda bu yolculuklar hep devam etti herkes için.
Bölgede iş yok diye Kürtler tarım alanında çalışmak üzere
1000 km'yi aşkın bir mesafe kat ederek Ege Bölgesi'ne mevsimlik işçi sıfatıyla
göç eder oldu.
Önce pamuk toplama, sonraları pamuk çapası, domates ve
salatalık toplama vs iş türü çeşitlendi giderek. Bu süre 40-50 gün olurdu,
bilemedin iki ay. Sonraları orman işlerinde çalışmak üzere kışın da bölgede
kalındı. Artık 3-4 ay mevsimlik işçi hayatları başlamış oluyordu. Derken fındık
toplama işi de çıktı. Bu kez istikamet Sakarya namı diğer Adapazarı...
Kürt işçileri gittikleri bu bölgelerde çadır veya naylon
çadırlarda ve ahırlarda kalırlardı. Bazen de bir dam olabiliyordu. Küçücük yere
iki-üç aile sığdırılırdı. Kadın-erkek,
çoluk-çocuk bir arada oturur, yatarlardı.
Barınma olanağı o kadar zordu ki, banyo için sıraya
girilirdi. Tabi kadınlar en sonda banyo yaparlardı. Banyo yeri yoksa sıcak su
bir kovaya konulur, tarlanın içine girilerek bir ağacın arkasında yıkanılırdı.
Ama ne yıkanma!...Kafadan aşağı su dök, o kadar…
Kadınların ki Çift
Mesai Gibiydi!
Bu mevsimlik işçilikte Kürt kadını ayrı bir zorluk
yaşamıştır. Sabahtan akşama kadar tarlada erkeklerle beraber çalışır, eve
geldiklerinde akşam yemeği hazırla, sofrayı kur, sıcak su hazırla, çay yap,
banyo için su ısıt ve bir gün sonraki öğle yemeğini hazırla. Kısaca bir kadının
bir günlük serencamı…Yani onunki çift mesai bir durum olurdu.
Bu işin zevkli tarafı da vardı. Akşam yemeği yendikten sonra
erkekler soluğu kahvede alırlardı. Biz küçüklerin ise ya bir büyüğümüzden ya da
patronumuzdan gazoz ile ödüllendirilmek en büyük zevkiydi. Patronun ikram
ettiği gazoz daha çok hoşumuza giderdi, zira beleşe geliyordu!..
Nahoş bir durumun yaşanmaması için dayıbaşı üzerinde
amelelere haber gönderirlerdi patronlar. Komşularının tarlasına girilmemeliydi,
iş temiz olmalıydı vs... Dayıbaşılar bu uyarılara çok dikkat eder, her akşam tekrarlardı
neredeyse. Çünkü kimin ameleleri sorun çıkarırsa sonraki sene ona iş
verilmeyecekti, dayıbaşı da sorun çıkaran ameleleri sonraki mevsimde gruptan
çıkarırdı.
Dayıbaşı’nın yardımcılarına “çavuş” denirdi. Çavuş yaklaşık
15-20 amelenin sorumlusuydu. Yevmiyesini patron verirdi. Bir de balyacı vardı. Amelelerin
torbalarla topladığı pamuğu balyalara istifler, sonra da ağzını dikerdi. Bütün
balyalar harman denen yerde toplanırdı. Balyacı aynı zamanda “yazıcı” da
oluyordu. Her ailenin topladığı kiloları yazardı. Fındık toplamada balyacıya
“çuvalcı” denirdi. Kimi zaman yeniyetme bir çocuk sucu olurdu. Amelelere su
dağıtırdı. Bir de “bermali” vardı. Bermalî bir kadın oluyordu. Akşamları gelen
amelelere sıcak su hazırlardı, bir gün önceden bildirmek koşuluyla her aileye
akşam yemeği pişirirdi. Genelde 20 kişilik bir amele grubu 3-4 aileden
oluşuyordu. Bu da demektir bir bermali 3-4 yemek hazırlardı.
Mevsimlik işçilik yapan Kürtlerin statüleri veya
rütbeleriydi bunlar.
Kürt çocukları da mevsimlik işçilikten payına düşeni hep
almıştır. Kundaktaki bebekler, pamuk toplayan annesi ile beraber tarlada gerek
ağlayarak gerekse aç kalarak eziyet çekmiştir. Daha çok kilo toplamak için anne
bebeğini çoğu zaman ihmal etmiştir.
Yetişkin çocuklar ise okullarından alınırdı ve işe götürülürdü.
Bu çocuklar böylece yaklaşık bir ay eğitim öğretimden yoksun kalırdı. Çocuklara
hep denirdi “çalışmaya gelsen, okul masraflarını çıkarırsın.”
Bugün de bu döngü aynı şekilde devam ediyor.
Adapazarı’nda Kürt ameleler ilginç bir durumla karşılanmaya
başlandı. 1990'lardan sonra fındık toplamaya giden Kürt işçiler, Sakarya'da bir
futbol sahasında indirilir, eşyaları güvenlik nedeniyle aranırdı. Bu yıllarda
"terör" nedeniyle bu işçilere kuşkuyla bakılırdı. İşin garip tarafı
bu sahaya "Köpek Sahası" adı verilmişti. İşte bu sahada 5-6 gün
kalırlardı, ardından patronları ile irtibata geçilirdi ve patron bir traktör
ile gelir, amelelerini tarlasına götürürdü.
Bir parantez açmak gerekirse, 1990 sonrasında boşaltılan
köylerden batıya sıcak bir iç göç yaşandı. Bu hareketlilik 2-3 yıl devam etti.
Bu yıllarda askeri operasyonlar bütün hızıyla devam ediyordu. Buna karşılık
örgütün asker ve polise yönelik saldırılarında artış göze çarpıyordu. Asker ve
polis aileleri batıya göç edenlere suçlu olarak bakıyordu. İşte bu süreçte
zaman zaman siviller arasında sürtüşmeler yaşandı ancak bunlar büyümeden
önleniyordu.
Ama herşeye rağmen batıya göceden Kürtlerle Türkler arasında
kitlesel olaylar yaşanmadı. Halbuki Türkiye’nin bölünmesini isteyen güçler iki
halk arasında bir iç savaşın çıkmasından yanaydı.
Dostluklar da
Edinilirdi…
Mevsimlik çalışma süresi içerisinde işçiler ile yerli
insanlar arasında dostluk bağları ve samimiyet de gelişiyordu, yaşanan onca
sıkıntılara rağmen. Bir defa münferit durum haricinde amele olarak çalışan
Kürtler ile işveren olarak Türkler arasında sistematik bir sorunla
karşılaşmadım, desem abartı olmamalı. Tek dertleri pamukları temiz toplansın ve
komşusu rahatsız edilmesin. Kürtler de genel olarak buna riayet ediyorlardı. Bu
nedenle insanlar arasında memnuniyet yaşatan bir durum ortaya çıkıyordu. Bunun
göstergesi olarak yenidoğan bebeklere patronun, kahyanın ismi bile verilmiştir.
Bu anlamda aralarında bir vefa bağı gelişti hep.
Kadınlar arasında da aynı bağlar gelişirdi. Kültürleşme
süreci ile birbirlerine yemek tarifeleri verirlerdi. Örgü ve nakış örneklerini
birbirlerine takas ederlerdi… Türkçesi zayıf olanlar daha iyi bir Türkçe
konuşur oldular.
Hatta iş kimi zaman daha bir boyutlandı ve evlilikler ile
sonuçlandı.
Bir de akşamları pişirdikleri yemekten ameleye vermeleri hem
sevindirici hem de sofranın rengini değiştirirdi patron aileleri. Bu paylaşım
aslında insani bir durumdur ve olması gereken de budur.
Şimdi bu gibi paylaşımlara tanıklık eden biri olarak
diyebilirim ki, halklar arasında temelde bir sorun yoktur. Türkiye’de Türkler
ile Kürtler arasında hiç olmaz yapısal sorunlar. Varsa bir sıkıntı devleti
yönetenlerin olumsuz politikaları neden olmuştur.
2000 Yılından Sonra Makûs
Talihleri Değişecek Miydi?
2000 yılından sonra Güneydoğu Anadolu Bölgesi sulu tarıma
geçti. Artık mevsimlik işçilerinin evleri önünde iş vardı. Pamuk toplamak ve
çapalamak vardı. Artık bölgesinde çalışabilecek ve 1000 km yolculuk
yapmayacaktı. 2000-2003 yılları arasında üç dönem pamuk yetiştirmiş bir insan
olarak bölgemizin yaşadığı bu gelişme nedeniyle biliyor ve umut ediyordum ki,
Kürt işçisinin ölüm yolculuğu bitecek! Ancak olmadı, Kürt işçileri bölgenin kazandığı
bu özelliğin kıymetini ne yazık ki bilmedi. Çiftçileri zora sokan davranışları,
pamuğu pahalı toplama dayatması, sabah-akşam minibüslerle evlerine götürülüp
getirilme gibi lükse kaçan talebi, pamuğu bilerek temiz toplamama gibi durumlar
çiftçileri zora sokuyordu. Deyim yerindeyse işçiler adeta bir nevi
"ağalık" taslıyordu. Bu nedenle çiftçiler arayışı düşünmeye, bir çare
bulmaya mecbur edildi. Pamuk toplayan biçerler çıkınca çiftçiler adeta bayram
etti. Ne de olsa işçilerin kaprislerinden kurtulacaktı. Bir kaç yıl biçerle işi
götürdüler. Çok fazla randıman vermeyen biçerler bırakıldı, bu kez pamuğun
alternatifi düşünüldü çare olarak. Ve çare bulundu: Çiftçiler pamuk yerine
Mısır ekmeye başladı. Mısır ekimi yaygınlaştı giderek, neticede çiftçi pamuk ekimine
noktayı koydu.
Makus talihleri değişmeyen mevsimlik Kürt işçisinin ölüm
yolculuğu kaldığı yerden başladı.
Şunu öğrendik bu acı tecrübelerle: İnsan bölgesindeki işin
kıymetini bilmeli.
Kalıcı Çözüm Ne bu
Durumda?
Hala yaşanmakta olan bunca sıkıntı ve gözyaşının çaresi yok
mu? Bu konuda bir çözüm geliştirilmeyecek mi?
Elbetteki vardır, burada çözüm gücü olabilecek tek kurum
devlettir. Devleti yönetenler, doğru sosyo-ekonomik politikalarla çözüm
bulacaklardır. Aksi takdirde yaşanan sıkıntılar devam edecek, analarımız hep
gözyaşı dökecek.
Bölgedeki sıkıntılara çare olabilecek ve iş olanaklarını
yaratacak olan GAP’ın hayata geçirilmesidir. Bu konuda sosyal medya hesabımda
özetini yayınladığım bu yazıya bilgisine ve iyi niyetine değer verdiğim değerli
dostum Mali Müşavir Sayın Hüseyin Deniz’in yazdığı yorumu katkı olarak aynen
alıyorum
“ Bölgenin kurtuluşu GAP 'ın bitmesine bağlı 15 yıldır bu
ülkeyi yönetenler Kıbrıs’a deniz altında borularla milyar harcanarak borularla
su götürüldü ama onlarca yıl GAP bilinçli olarak bitirilmiyor GAP biterse
batıya göç biter GAP biterse doğu ile batı arasında entegrasyon mükemelleşir
ama asimlasyon biter yazık ki gazeteciler sivil toplum örgütleri
milletvekilleri bu konuya hiç ilişmiyorlar halbuki bir numaralı takipçileri olmaları
lazım ve GAP bitmedikçe yazdıklarında ki makûs talih hep yaşanacaktır .. göç
edenlerin onuru her zaman göç edilenler tarafından horlanır onurları
itibarsızlaştırılır HEP BİRLİKTE VE YÜKSEK SESLE ... GAP dillendirilmeli
gündemin birinci sırasında yer almalıdır ülke ekonomisine doğu batı
entegrasyonuna bölgenin refah düzeyinin artmasına bölge insanın onurunun geri
kazanılmasına neden olacak olan bu projenin takipçisi olmalı gazeteciler sivil
toplum örgütleri ve milletvekilleri.”
Biz basın mensuplarına da GAP konusunu hep gündemde tutmak
adına çağrı yapan Dostum Sayın Hüseyin Deniz’e çok teşekkür ediyorum.
Dileriz Kızıltepeli işçi kardeşlerimizin yaşadığı bu üzücü
kaza son olur, bir daha böyle kazaların olmamasını Yüce Allah'tan diliyorum. Bu
kazada yaşamlarını kaybeden insanlarımızın mekanları cennet olsun diyoruz.
Allah ailelerine sabır versin inşallah.
Şeyma NUR
26.08.2017 / 09:16Bence bu sorunu ırka indirgememek gerekiyir.akrabalarim manisada dört mevsim bu işi yapiyor halalarim ömrü billah gece gunduz ayrı mesai yapiyor bu şehrin ismi mardin urfa rize izmir manisa olması sorun değil ve şunu ıyi bilin hayatını bu isten kazananlar mevcut yazılarınızı sadece kürt penceresinden okumak beni uzdu. Bu genel bir sorun