diorex

Kürt Sorununun Tarihsel Arka Planı

Kürt Sorununun Tarihsel Arka Planı

 

 

 

GİRİŞ:

Kürtler Mezopotamya’nın kadim halkı olup 5 bin yıldır bu bölgede yaşamaktadırlar. Türkiye’deki Kürtlerin nüfusu 10-15 milyondur. 2 milyonu İstanbul’da yaşıyor. İran, Irak ve Suriye’de olmak üzere Dünyada toplam 22-24 milyon Kürt yaşamaktadır. Kürdistan coğrafi ve tarihi bir tanımlamadır. Tacikistan, Pakistan, Türkmenistan, Yunanistan gibi. 

Hz Ömer. Hilafeti döneminde 639 yılında Diyar-i Bekır, Rabiayı ele geçirecek olan Ğanem oğlu İyaz ile beraberinde bulunan başta Velid oğlu Halit, Cebel oğlu Muaz, Zeyd oğlu Said olmak üzere pek çok sahabe tarafından fethedildi. Kürtler bu dönemde Müslüman olmuşlardır.

Kürtler açısından bölücülük rasyonel bir talep değildir. Bursa’ya, İstanbul’a pasaportla gelmek istemem, hatta Şam, Bağdat, Tahran ve Amman’a pasaportsuz gitmeyi hayal ediyorum.

Cumhuriyet kurulmadan önce İttihat ve Terakki hareketi ırkçı/ulusalcı bir zihniyet benimsemiştir. Osmanlı yıkıldıktan ve Cumhuriyet kurulduktan sonra bu ırkçı anlayış sürdürüldü. İşgale karşı bütün halk Türk-Kürt herkes ayaklandı, ciddi bir mücadele verildi. Ancak Cumhuriyetin kuruluşunda ırk temelli yapı oluşturuldu.

Toplum üzerinde mühendislik denemeleri/uygulamaları hep devam etti. Kürtlerin yanı sıra ulusalcı düşünceyi benimsemeyen Türkler de zulme tabi tutuldu. İskilipli Atıf hoca idam edildi. İstiklal marşı yazarı M. Akif Ersoy Mısıra göç etmek zorunda kaldı.

24 Temmuz 1923 tarihinde kendilerine karşı kurtuluş savaşı verilen ülkelerle Lozan anlaşması imzalandı. Osmanlının borçları kabul edilirken mirası reddedildi. Tek parti CHP döneminde halkın inanç değerlerine savaş açıldı.

3 Mart 1924 (Lozan anlaşmasından 6 ay sonra) hilafet kaldırıldı. Türkleri ve Kürtleri bir arada tutan manevi bağ aradan kalktı. İnsanların kutsalları ile oynanması sonucunda bölgeye ve ülkeye büyük bedeller ödetme dönemi başladı.

Kürdistan’daki Müslüman halk hem dindar hem Kürt olduğu için son yıllarda Devlet ve PKK makasının kesişme noktasında kaldı. Aydınlanmacı ve seküler dünya görüşünü benimseyen Devlet ve PKK’nın baskılarına göğüs germek durumu ile karşı karşıya kalındı… İslami duyarlılığı bulunan Kürtlerin laikleştirilmesi ortak bir proje olarak uygulandığı izlemi vardır.

 

ŞEH SAİT KİYAMI:

Diyarbakır’ın Eğil ilçesine bağlı Piran köyünü basan askerler kaçak oldukları gerekçesiyle misafirlerini almak ister. Misafire emanet olarak bakıldığı için vermek istemezler. Çatışma çıkar: Böylece 13 Şubat 1925 tarihinde Şeyh Sait kıyamı başladı. Olayın Hilafetin (halklar arasındaki manevi bağın) ortadan kaldırılmasından sonra olduğuna dikkat edilmelidir. İstiklal mahkemesi Şeyh Sait ve 47 arkadaşını idama mahkûm eder. Diyarbakır’da idamlar infaz edilir.

İsviçre medeni kanunu ve İtalyan ceza kanunu 1 Mart 1926 tarihinde uygulamaya konuldu.

1 Kasım 1928 tarihinde Osmanlı alfabesi kaldırılarak Latin alfabesi kullanılmaya başlandı. Yerleşim yerlerinin isimleri değiştirilerek toplumsal hafıza silindi.

Laiklik ilkesi 10 Nisan 1937’de İnönü tarafından Anayasaya konuldu.

             DERSİM AYAKLANMASI:

Dersim halkı Devletin istediği vergileri ağır bularak vermediler. 4 Mayıs 1937 tarihinde yerleşim alanlarını da içine alan yerler uçaklar ve diğer silahlarla bombalanmaya başlandı. 20-50 bin arası insan katledildi. Ayaklanmanın lideri Seyit Rıza 15 Kasım 1937’de Elazığ’da 5 arkadaşı ile birlikte idam edildi. Oğlu da idam edilecekler arasında idi. Önce beni idam edin evlat acısını yaşamayayım talebi yerine getirilmedi. Önce oğlu sonra Seyit Rıza idam edildi.

TÜRKÇE EZAN:

18 Temmuz 1932’de ezan Türkçe olarak okutulmaya başlandı. CHP iktidarı süresince böyle davam etti. Müslümanların “Allah’u Ekber” demeleri suç kabul edildi. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti ezanı orijinal haline döndürünceye kadar 18 yıl böyle davam etti.

DARBELER:

27 Mayıs 1960 Askeri darbesi, Sonra Başbakan Menderes ve iki bakan idam edilmiştir.

12 Mart 1971 müdahalesi,

 12 Eylül 1980 darbesi,

28 Şubat 1997 postmodern darbesi, binyıl sürecek denilmişti. Sonrasın da 12 yaşından önce Kur’an-ı Kerimi öğrenme yasaklandı.

27 Nisan e-muhtırası. Kutlu doğum etkinlikleri gerekçe olarak gösterilmişti.

FAALİ MECHULLER:

1993-1997 yılları arasında çoğu OHAL bölgesinde olmak üzere 17 bin faali meçhul cinayet işlendi. Emekli Koramiral Atilla Kiyat yaptığı açıklamada bunun “Devlet Politikası” olduğunu söyledi.  Kutlu Savaşın hazırladığı ve zamanın başbakanı Mesut Yılmaz’a sunduğu Susurluk raporunda “ Devletle ilgili tüm kurumlar bu iş ve eylemlerden haberdardı. Bölgesinde bu karar mercii başçavuşlara, komiser yardımcılarına ve itirafçılara kadar inmişti.”denilmektedir.

KÖY BOŞALTMALAR:

4500 köy boşaltıldı. 3 ile 4 milyon arasında insan yabancısı olduğu büyük şehirlere göç etmek zorunda kaldı. Taş atan, pis işlerle uğraşan çocukların çoğu göç edenlerin çocuklarından oluşmaktadır. 350 bin kişi gözaltına alındı. 54 bin kişi tutuklandı. 24 bin kişi işkence gördü. Halen zarara uğrayan köylülere illerde kurulan komisyonlar aracılığı ile maddi zararlar telafi edilmeye çalışılıyor.

Diyarbakır cezaevi insanlık dışı işkencelerin merkezi oldu. Adeta PKK’ye militan yetiştiren bir akademi işlevi gördü.

Bir oğlu dağda, bir oğlu askerde olan yüreği yaralı annelerin trajedisi devam ediyor. Tek dilekleri iki oğullarının bir çatışmada karşı karşıya gelmemesidir.

KORUCULUK SİSTEMİ:

Halen bölgede 70 bin kişi korucu adı altında silahlı durumdadır. Bir kısmı yasa dışı işlere bulaştı. Başkasının mülküne konma, kız kaçırma, öç olma olayları yaygın olarak yaşandı.

 Mardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge köyünde 4.5.2009 tarihinde aralarında yabancı olan köy imamı dahil 6 çocuk, 16 kadın (üçü hamile), 22 erkek toplam 44 kişi öldürüldü. 4 kişi yaralandı. Tamamı akraba ve korucu idiler. Başkasının köyüne konmuş, petrol boru hattından petrol çalıyorlardı. Birbirlerini çekemeyince dünyada benzeri olmayan bir vahşete imza attılar. Silahın ve paranın verdiği kör cesarete işlenmiş ibretlik bir olaydır. Spontane bir olay değil, tasarlanan bir yerlerden cesaret alınarak işlenmiş bir vahşettir.

            KEYFİ UYGULAMALARA ÖRNEK:

411 Milletvekilinin oyu ile kabul edilen türban takma serbestîsinin Anayasa Mahkemesinin yetkisini aşarak iptal kararı vermesi,

Cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 kişinin mecliste bulunma zorunluluğunun gerektiğine dair AYM garabet niteliğinde verdiği karar. Statükocu, vesayetçi yapının millet iradesini hiçe saydığı kararlardan bazılarıdır…

HSYK mahkemelere müdahalesi savcı/hâkimleri görevden alması adalete duyulan güvenin zedelenmesine neden oldu. Ordu ve Yüksek yargının tutumu toplumsal zemini aşındırdı.

             KARAKOL BASKINLARI:

Dokuz gün öncesinden istihbarata rağmen 21.10.2007 tarihinde Dağlıca karakolu baskınında 13 asker öldürüldü.

3.10.2008 tarihinde Aktütün karakolu baskınında 17 asker öldürüldü.

27.05.2009 tarihinde Çukurca’da askeriyenin döşediği mayına basan 7 asker öldü.

1.5.2010 tarihinde Sarıyayla karakolu baskınında 4 asker öldürüldü.(12 saat yardım gönderilmedi.)

31.05.2010 tarihinde İskenderun Deniz üssüne yapılan saldırıda 6 asker öldürüldü.

10.10.2007 tarihinde MİT’in tespit ettiği telefon görüşmesinde havacı subay “bizim adamlar” dediği PKK’nın çok zayiat verdiği, Heronları düşürülmesi veya koordinatlarının değiştirilmesinin istendiği belirtildi.

3 gün önce istihbarat alındığı halde 19.06.2010 tarihinde Gediktepe karakolunda 11 asker öldürüldü.

19.07.2010 tarihinde Hantepe karakoluna Heronlar 20 dakika öncesinden itibaren anı anına görüntülediği ve 30 merkeze aktardığı halde karşılık verilmedi 7 asker öldürüldü. (Bu savunma zaafı ile ilgili Genel Kurmay bir açıklama yapmadı.)

Başta 3. ordu komutanı Saldıray BERK olmak üzere mahkemenin çağrısına rağmen 102 üst rütbeli mahkemeye gelmekten kaçınmış, ordu evlerinde saklanarak, mahkemenin bir üyesini değiştirilmesiyle tutuklulukları kaldırılmıştır. Böylece adalete olan güven zedelenmiştir.

Ülke savunması ve bayrağın gönderde dalgalanması için vatani görevini ifa eden askerlerin komutan eşlerine ait süs köpeklerini taşımaları, boyayı beğenmediği için dört defa düğün salonlarının boyatılması, Genel Kurmay Başkanının (İlker Başbuğ) oğlunun PKK’lı şüphesiyle gözaltına alınan biriyle fotoğrafının basına yansıması toplumda infiale neden oldu.

SAVUNMA SANAYİ:

Savunma sanayi yıllık cirosu 5 milyar dolardır. Bunun % 90’nı İsrail’e akıyor. ABD’den sonra Türkiye’nin en büyük silah tedarikçisi İsrail’dir. İki ülkenin ticaret hacmi 1,8 milyar dolardır. Türkiye Tank modernizasyonunu ve uçakları elektronik donanımlarının modernleştirilmesini İsrail firmalarına vermiştir.

KİŞİ NİYE TERÖRİST OLUR?

Toplum tarafından dışlanan, ötekileştirilen, değer verilmeyen, özüne saygı gösterilmediği zaman kişi terörist olur. Kişi ana dilini ve derinin rengini değiştiremez. Bu özelliklerinden dolayı aşağılandığında öz saygısı zedelenir. Günümüzde biyolojinin adaleti ile insan adaleti uyuşmuyor.

YENİ KONSEPT:

Ortak ilgi, ortak dil ve ortak kültürün oluşması için o toplumda Adaletin olması gerekir. Adalet sadece mahkemelerde uygulanan bir kavram/anlayış olmamalıdır. Sadece

yasalarda değil ahlaki değerlerin de düzenlendiği standart hukuk anlayışıdır. Dürüst

davranmak, sözünde durmak, emaneti korumak, ötekini kendi gibi görme gibi davranışlarla gösterilen hayat tarzı insanlar üzerinde olumlu etki bırakır.

Bir toplumu toplum yapan onun özgeçmişi (tarihi), şu anki kimliği ve idealleridir. Bu üç konuda fikir birliği varsa toplum kendi kimliğini belirler. Toplumda amaç tutarlılığı oluşur.

Korkunun içinde öfke varsa saldırganlık gelişir. Eğer üzüntü varsa kaçınma ve düşmanlık ortaya çıkar. Sevgi, umut, iyimserlik ve kabul edilme ile birleştiğinde dostluk oluşur. Beyin sevilen ve sevilmeyen insanlar diye dosya açarak bilgileri kaydeder.

Belli çevreler kültürler arası sosyal temasa engel olmak için kavgalar çıkarıyorlar. Laik-anti laik, Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi bloklaşmalar yapılır. Fitne-fesat komitesi mantığı içinde olanlar bu bloklar arası temasa engel olup, menfaatlerinin sürmesinin peşindedirler.

Firavun’un kâhinleri bir çocuğun hâkimiyetini son vereceğini söylemeleri üzerine 70 bin çocuğu katlettiği söylenir. Ama Musa’nın gelişine engel olamamıştır.

             PKK NEDEN ATEŞ KES KARARI ALDI:

Bir defa kendi iradesi ile çatışmazlık kararı almadı. Devletle pazarlık marjını ateşkesin tek nedeni değil. Çok sayıda kayıp vermesi doğru ise de, Silahlı kuvvetler PKK’ ye boyun eğdiremedi. 31 Mayıs 2010 günü İskenderun saldırısından sonra şiddetin durdurulması konusunda Kürtler arasında güçlü bir irade belirdi. Dörtyol’daki olaylar kafa karışıklığını arttırdı. 1 Ağustos 2010 tarihinde Batmanda PKK’nın döşediği mayına çarpan arabada can veren Batman İHD eski başkanı Sadi Özdemir, BDP eski yöneticisi Salih Özdemir ve Sofi Özdemir (üç kardeş) ile Batman Barosu ve İHD eski başkanı Sedat Özevin’in ölmelerini izah etmekte zorlandılar.

Diyarbakır, Mardin, Batman’da Sivil Toplum Kuruluşları ilk kez ve açıkça PKK’nın şiddeti durdurması için açık çağrı yaptılar. Bu çağrıya yapanlar Kürtlerin ortak vicdanı idi. Bunun için yankı buldu. Şiddeti desteklemediklerini deklere ederek PKK’nın şiddet konseptini benimsemediklerini ilan ettiler. Sofistike (aşırı karışık) bir olay ile karşı karşıyayız. Zira at izi, it izi bir birine karışmıştır. Dış istihbarat servislerini aktif olduğuna inanılmaktadır.

BDP ve Demokratik Toplum Kongrelerini Demokratik özerklik taleplerini dillendirirken halen silahlı mücadelede ısrar edilmesi anlaşılmamaktadır. Zira bunun için silahlı değil, siyasi mücadele gereklidir.

SONUÇ VE ÇÖZÜM ÖERİLERİ:

Sorun zihniyet sorunudur PKK Kürt sorunun sebebi değil sonucudur. Konuya güvenlik ve asayiş açısından bakış problemli bir bakıştır Kürtlerin dili, inancı ve yaratılıştan gelen insani hakları üzerindeki yasaklar kaldırılarak yasal güvence sağlanmalıdır.

 Kürtler konusunda Türkiye’de ki bütün Müslümanlar doğusu ve batısıyla iyi bir sınav vermemiştir. İslam kardeşliği kavramı aşındırılmış, mevcut söylem ve eylemlerle içi boşaltılmıştır. Meydan eski solcu, liberal ve vicdan sahibi bir kısım aydına bırakılmıştır. Kürtlerin büyük çoğunluğu kendi kimlikleri ile eşit, özgür ve adil birliktelikten yanadır.

Katadgu Bilig’te bir kural vardır. Hakan ile halk arasında bir anlaşma yapılır. Hakan topluma şöyle der: ”Yasalara uy, vergileri zamanında öde, dostumla dost, düşmanımla düşman ol.”  Halk şöyle cevap verir: “Yasalara uyarım ama adil yasalar olmalı, vergiyi veririm amma gümüşün ayarını bozmamalısın. Dostunu dost, düşmanını düşman bilirim ama bizim için güven sağla.”

Osmanlıda eksen kurum adalet mekanizması idi. Padişah bile yargılanabiliyordu. İttihat ve Terakki’den sonra Türkiye’de yeni merkez askerlik kurumu oldu. Sonrasında buna yüksek yargı katıldı.

             Osmanlı döneminde Lübnan’da Şeytana tapan tarikat ortaya çıkmıştır. Ne yapılması gerektiği Padişaha sorulduğunda: “Toplumdaki güvene zarar vermiyorsa bırakın” cevabını alırlar.

Bizim kültürümüzde kötülükle mücadele yerine iyilikle savma vardır. Bu yöntem pozitifi güçlendirerek, negatifle mücadeledir. Yavaş ama kalıcı bir yöntemdir.

Bir hekim hastaya değil, hastalığa düşman olmalıdır. İnsan karşı tarafın kişiliğine değil, onun kötü alışkanlıklarına düşman olması gerekir.

Bir pil küçük bir alanı aydınlatır, çünkü ışık kaynağından fotonlar dağınık çıkar. Fakat ışık lazer haline geldiğinde fotonların hepsi aynı yönde, aynı hedefe yöneldiğinde 1 kilometreye kadar ışık gider.

Bediüzzaman yüzyıl önce tehlikeyi görmüş ve Medresetüzzehra adıyla kurulacak bir üniversite teklif etmiştir. Bu medresede “Yeni fenleri medrese ilimleri ile mezcedip dercetmek ve Arapça dilini vacip, Kürtçeyi caiz, Türkçeyi lazım kılmak gerekir.” (Münazarat) demiştir.

Olumlu gelişmeler olmakla beraber kurulan TRT6 ve Üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin kurulmasında geç kalınmıştır.

             Medine Sözleşmesi: 622 yılında Müslümanlar, Yahudiler ve Paganları içine alan Medine’nin önde gelen aşiret ve ailelerini içine alır. Birey hukuku, kültürlerin hukuku ve Devlet hukuku arasında denge sağlanmıştır. İnsanlığın vahiyle ulaştığı bu sözleşmeyle sistemin temel taşları döşenmiştir. Şehrin düzeni ile ilgili bir anlaşmazlığın nasıl çözüleceği, dış tehditlere karşı

nasıl korunacağı belirtilmiştir. “Makul” kelimesi çok geçer. Makul akla uygun anlamını taşır. Günümüzde halen savaşlar hukuksuz sürdürülürken, Medine sözleşmesi savaş hukukunu belirlemiştir. Medine Sözleşmesinde “zulmedilene mutlaka yardım edilecektir” maddesi toplumsal empatiyi ön plana çıkarmıştır. Müslüman Müslüman’a, Yahudi Yahudi’ye yardım edecek demiyor. Din, dil, ırk ayrımı yapılmadan zulmedilene yardım edilir diyor. Aynı paralelde olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ancak 1948 tarihinde yayınlandı. Medeni olanla medeni olmayan toplum arasındaki fark hukuka saygıdır.

Hz. Ali ölüm döşeğinde iken oğlu Hz. Hasan’a şöyle vasiyet ediyor: “Mümin kardeşlerinizle bağlarınızı koparmayınız. Bir birinize iyilikte bulunun. Bir birinize sırt çevirmekten, aranızdaki ilişkileri koparıp ayrılıklara düşmekten sakının. Günah ve düşmanlık üzerine değil iyilik ve takva üzere yardımlaşın. Allah’a karşı gelmekten sakının.” 

Katadgu Bilig, Osmanlı hukuk uygulamaları,  Üstad Bediüzzaman’ın çözüm teklifi, Medine sözleşmesindeki prensipler, Hz. Ali’nin vasiyeti Kürt sorununun çözümüne temel teşkil edecek prensipler olarak alınsaydı; 40 bin insanımız ölmez, 300 milyar dolar kaynağımız heba olmazdı.

Resulüllah Şöyle buyuruyor: “Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki: iman etmedikçe cennete giremezsiniz, bir birinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Yaptığınızda muhabbete (sevgiye) sebep olacak şeyi size söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayın. (Selam sizi kuşatsın)” Riyazüssalihin Arapçası Hadis no:378 

*Bursa Gönüllü Teşekküller platformunun organize ettiği Doğu/Güneydoğu STK ve Bursa STK’larının katıldığı "Doğu-Batı Kardeşlik Buluşması" toplantısındaki konuşma esas alınarak yazılmıştır.(20.08.2010 Bursa)

Yorum Yaz