Kürt Sorununu Tanımlamak
Yıllardır Türkiye’nin temel sorunu olarak Kürt Sorunu görüldü, bugüne gelindi. Türkiye’nin son çeyrek asrını dikkate alırsak çok sayıda parti ve de hükümetler geldi geçti ancak bu soruna bir çözüm bulunamadı veya bu sorun, hemen hemen herkesin fikir birliği yapabilecek tarzda tanımlanamadı. Son olarak Bağımsız Kürt Milletvekili Leyla Zana, Kürtlerin sorun olmadıklarını aksine Kürtlerin hak talebi olduğunu vurgulayınca öyle anlaşılıyor ki iş başka mecraya büründü.
Türkiye’de zaman zaman PKK eylemlerini yoğunlaştırınca Kürt sorunu ‘terör’ kavramıyla beraber tartışıldı medyada. Bu, Kürtlerin potansiyel olarak ‘teröre’ destek çıktığı şekilde algılandı Türkiye kamuoyu nezdinde. Bu durum işin içinden çıkılmaz bir süreç yarattı. Bu gibi süreçlerde kimi zaman sağduyulu değerlendirmeler veya sesler çıksa da değişen bir şey olmadı.
Kürt sorununu, ulusal sorun, federatif sorun, özerk sorun, demokratikleşme sorunu…olarak niteleyip bu şekilde çözüm önerileri ortaya atan çevreler oldu; ancak hala üzerinde ortaklaşabileceğimiz bir tanımın ortaya çıktığını söylemek zor. Bask Modeli, IRA Modeli dendi o da olmadı. Hal böyle olunca sorunun tanımı ve çözümünün netlik kazanması için devletle Kürt siyasetçiler arasında olması gereken bir diyalog süreci olmalıdır. Bu diyalog süreci sonunda yüzyılın son ulusal çapta sorun olan Kürt sorunu kendine has bir çözüm modeli ile tarih sayfalarına yazılacaktır. Son olarak Leyla Zana yine ‘Oslo Süreci’nin devamından yana olduğunu deklare etti ve adeta çözümün kendine özgü olacağına vurgu yaptı.
Kuşkusuz bu diyalog süreci ortamı yumuşatacaktır. Ancak devlet açısından sıkıntı şu, bana göre:
Bilindiği üzere Oslo Görüşmeleri gizli yapıldı. Eğer böylesi görüşmeler açıktan yapılırsa Türk kamuoyunun göstereceği refleks çok önemli. Gelişebilecek tepkileri hükümetin hangi yol ve yöntemlerle halkı ikna edeceği iyice hesaplanmalıdır, görüşmelerin akamete uğramaması açısından. Muhalefet partileri sorunun çözümünü siyaset üstü görüp işe bu açıdan yaklaşmaları hem Türkiye’nin geleceği için hem de parti olarak kendi siyasi gelecekleri için haneye kazanım yazılacaktır, diye düşünüyorum. Bunun da hükümetin elini güçlendireceğinin altını çizmekte yarar vardır.
Kürt tarafı ve dahası PKK’nin yapacakları da çok önemlidir. Bir kere sabırlı olmak lazım gelir. İşi ‘şov’a çevirmemek, popülizme prim vermemek gerekmektedir. Sorunun çözümü için ‘akıl tutulmaması’ yaşamamak adına her barışsever insanın aklını, fikrini iyice değerlendirmek gerekir.
Genel anlamda Kürt sorunun dışında da bu sürecin yan sorunları olarak bir dizi sorun mevcuttur. Mesela öncelikle PKK silahlarını şart koşmadan rafa kaldırmalıdır, tek bir eylem yapılmamalıdır uzunca bir süre. Böylece barış yanlılarının eli güçlenecektir. PKK de kamuoyuna guven vermiş olacaktır. Hatırlanacağı üzere, 1993’te PKK’nin ‘ateşkesi’ dönemin Cumhurbaşkanı Rahmetli Özal’a sorulmuş ve ilk değerlendirmesi şöyle olmuştu:
“Bekleyelim, görelim. Samimiler mi, değil mi?” Buna karşın hükümet de güven vermek için genel af’a varacak şekilde siyasi tutukluları bırakmaya başlamalıdır. Hükümetin bugüne kadar TRT-Şeş gibi, Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün açılması gibi hakları çözüme giden yolda birer adım olarak değerlendirilmelidir, Kürt politikacıları tarafından. Mesela hükümetin ‘Ergenekon’ üzerine gitmesi küçümsenmemelidir. Hatta Hükümeti ‘Fırat Ötesi’ faili meçhulleri ortaya çıkarmak için teşvik etmek ve destek vermek gerekir. Bu gibi adımları çoğaltmak mümkündür. ‘Damlaya damlaya göl olur’ misali atılan her adımı kazanıma çevirebilmek için içinin doldurulması Kürt tarafına düşer.
Aksi taktirde çözüm belirsiz bir bahara ertelenebilir. Kimin kazanacağı belirsizlikte önkestirmek mümkün değildir. Öyle tahmin ediyorum ki bugüne kadar ki süreçte hükümetin attığı her adımda “PKK’nin dahli” olmadığı için Reşadiye, Silvan ve Yeşiltaş gibi olaylar vukubuldu. Açık bir ifadeyle söylemek gerekirse ya devlet her türlü riski alıp ve tabii ki dış desteği de arkasına alarak PKK ile direkt olarak müzakere edecektir, açıkçası bu bana zor görünüyor. Ya da ‘uzantıları’ dediği önce BDP ile görüşerek birkaç yıl ortamı yumuşattıktan sonra eğer gerekirse PKK ile de görüşür. Veya bu sürecin sonunda PKK, önündeki yasal engeller kalktıktan sonra, adını değiştirir veya değiştirmez, seçimlere girer ve parlamentoya doğru yol alır. Bu şekilde de PKK’nin sürece dahli söz konusu olabilir.
Diyaloga giden yolda herkesin kendi diline dikkat etmesi gerekir. Hem devletle Kürt tarafı kullanacağı dile hem de Kürt siyasetçilerinin kendi aralarında kullanacağı dile önem vermeleri gerekmektedir. Uzun zamandır, Kürtlerin birbirlerine ‘alçak, hain’ gibi kelimeleri kullandıklarına tanık olmamıştık. Bu çok sevindirici bir durumdu. Ancak son süreçte farklı çevreler birbirlerine bu gibi yakıştırmaları ne yazık ki kullandı. Bilinsin ki bu yakıştırmalar genel olarak Kürtlerin hoşnut oldukları kavramlar değildir. Ve yine bilinsin ki bundan ötürü Kürtler buna çok üzülmektedir. Dahası böylesi kavramlar halka hiçbir değer kazandırmaz, bu, dar anlamda örgütsel bir çıkarın ötesine geçmez.
Türkiye’de barışın tesisi adına Kürtlerin birbirlerini demokratik hoşgörü ile kucaklaşması dileğiyle…iyi haftalar.