Kürt sorunu ne zaman bitti?
“Kürt sorunu vardır ve bu benim sorunumdur” (2005).
“Bu ülkede artık Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunları vardır” (2011).
Aradan geçen altı yıl içinde ne oldu da; Kürt sorununu tanıyan, ilk kez Kürt açılımını başlatan Başbakan olarak tarihe geçen Sayın Erdoğan bugün “artık Kürt sorunu yoktur” anlayışına geldi?
Her ne kadar Sayın Başbakan “Kürt sorunu yoktur” diye düşünüyor olsa bile Güneydoğu’daki düşünce aynı yönde değil.
Geçtiğimiz günlerde Tunceli’de öldürülen PKK mensuplarının cenazesinde Diyarbakır’da hayat adeta durdu.
Benzer görüntüler bütün bölgede yaşanıyor neredeyse.
Hakkâri, Van, Tunceli, Batman illeri bütün haftayı neredeyse diken üstünde geçirdi.
Başbakanın konvoyuna yönelik saldırı ise bir polisin hayatına mal oldu.
Bölgede tansiyon son aylarda olmadığı kadar yüksek.
Tam seçim döneminde birdenbire askeri ve yargı operasyonlarının başlaması bir tesadüf mü?
Öcalan’la görüşen Aysel Tuğluk, PKK lideri adına çok sert mesajlar verdi.
Ne diyordu Öcalan hatırlayalım:
“Biz görüşmelere başlarken ‘ölümler, tutuklanmalar olmayacak’ diye anlaşmıştık. Ölüm de olmayacaktı, operasyonlar, tutuklamalar da olmayacaktı, taş da atılmayacaktı. Ancak bunlara uyulmadı. Hükümet bu kadar gözaltı, operasyonlar yapıyor. Hükümet bunun açıklamasını yapmak zorundadır”.
Şimdi bazı itirazlarda bulunduğunuzu duyar gibiyim; “eşkıya ile pazarlık mı olur” tarzı “Demirelvari” klişelerin artık günümüzde pek geçerli olmadığı kanaatindeyim, bunları cevaplamaya bile gerek görmüyorum.
Kanı durduracaksa, bu sorunu çözecekse herkesle görüşülebilir, hatta pazarlık bile yapılabilir.
Bu başka bir konu.
Tekrar soralım; ne oldu da Başbakan için bu sorun bitti?
Acaba bölgeye Cumhuriyet tarihinden bu yana görülmemiş yatırımlar yapan Başbakan, sorunun çözümü için ekonomik atılımları yeterli mi görmektedir?
Eğer öyle olsaydı, 2009 yerel seçimlerinde, Mardin dışında, elindeki il belediyelerinin çoğunu BDP’ye kaptırır mıydı?
Başka bir ihtimal daha var.
AK Parti ve Erdoğan, seçim süresince demokratik ve barışçı bir dil kullanmak yerine daha milliyetçi bir söylem kullanarak, MHP’ye kanalize olması beklenen bir takım oyları AK Parti’ye çekmek, böylece MHP’yi barajı aşamama riski ile karşı karşıya bırakmak istiyor.
Bunun için de “Kürt sorunu bitmiştir” tarzı söylemlere yöneliyor.
Ama böyle bir durumda da oylarına talip olduğu bölge seçmeni kaybetme riski bulunmaktadır.
Bu durumda da “Türkiye partisi” söylemini sıklıkla kullanan (haklı olarak) AK Parti, bölgede büyük bir taban kaybı yaşayacak ve Mecliste hem Kürtleri hem de Türkleri geniş biçimde temsil eden tek parti olarak, Kürt oylarını kaybettiği için çözüm yönünde elini zayıflatacaktır.
Kürt sorununun çözülmesini isteyen ama PKK ve BDP çizgisini de benimsemeyen pek çok seçmenin bu son söylemlerden rahatsız olduğunu bizzat görebiliyoruz.
Üstelik bu seçmen nezdinde Başbakanın güvenirliğinin kaybolması tehlikesi de var.
Seçimlerden sonra Sayın Başbakan, tekrar özgürlükçü bir dil kullanmaya başlarsa ve Kürt sorununu çözmek için yeni bir girişim başlatırsa; “hani Kürt sorunu bitti demiştin” tarzı haklı eleştirilere maruz kalacaktır.
Son bir seçenek olarak da Öcalan ile yapılan görüşmelerin bazı odaklar tarafından baltalanıyor olması ihtimali var.
Statüko güçleri, bir süredir ellerindeki TSK mevzisini kaybetti; yargı mevzisi de kaybolmak üzere.
Savaşı kaybetmek istemeyen statüko cephesinin elinde sadece kronik sorunların kaşınması kozu kalmış bulunuyor.
Bunun için en uygun ve patlamaya en müsait olan sorun da Kürt sorunu.
Bu yüzden, görüşmeler devam ederken, bu süreci sabote etmek amacıyla askeri operasyonlar yapılıyor, Kürt siyasetçilere yönelik tutuklamalar hız kazanıyor.
Bunları yaparken de doğal müttefikleri olan ordu ve yargı içinde hala mevcut olan statükocu güçler devreye giriyor.
Böylece seçilmiş iktidarın elini zayıflatmak ve kaybedilen mevzileri tekrar ele geçirmek hedefleniyor.
Bu durumu fırsata çevirmek, AK Parti’yi bölgede zayıflatmak ve dolayısıyla da kendisini “Kürtlerin tek temsilcisi” olarak göstermek isteyen BDP de bu durumu çok iyi kullanıyor.
Sivil itaatsizlik eylemleri adı altında adeta bir “Vandalizm” örneği yaşatılıyor.
Evler, işyerleri, araçlar tahrip ediliyor, yakılıp yıkılıyor; hatta banka şubeleri içindeki müşterilerle birlikte yakılmaya kalkılıyor.
En son görüntüler ise dehşet vericiydi.
Bir okul bahçesinde toplanan çocukların üzerine havai fişekler atılıyordu.
Sonra da bunun adı “sivil itaatsizlik eylemleri” oluyor.
Bölgede tek rakibi AK Parti olan BDP, oylarını artırmanın tek yolunun tansiyonu yükseltmekten geçtiğinin farkında.
Seçimlerde alınacak birkaç oy uğruna her iki taraf da Kürt sorununu feda etmekten kaçınmalı.
Dileriz ki Sayın Erdoğan, sadece seçimlere yönelik siyasi çıkışlardan ibaret olduğunu düşündüğümüz bu söylemlerine bir son verir.
Seçimlerden sonra başta yeni ve özgürlükçü bir anayasa hazırlama çalışmaları olmak üzere ülkenin öncelikli gündemi acil ve hızlı demokratikleşme olmalıdır.
Bunun içinde de Kürt sorununun çözümü, AB sürecinde reformlara hız ve ağırlık verilmesi konuları da zaten yer alacaktır.