Kürt Siyasetinde “Zorlama”lar

KÖŞE YAZISI

DTK Eşbaşkanı ve Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk ile BDP’li vekil Ayla Akat Ata’nın 3 Ocak’ta PKK Genel Başkanı ile İmralı’da görüşüp tabiri caizse ayaklarının tozu ile “Öcalan’ın talepleri devleti zorlayacak talepler değil.” şeklinde yaptığı açıklamada zorlama kavramını bir kez daha hatırladık. Peki, bu kavram legal Kürt siyasetinde ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in ifade ettiği şekliyle ‘Silahlı Kürt Siyaseti’nde ne anlama geliyor? Bunu tartışmak, bunun üzerinde düşünmekte yarar vardır.

Aslında Sayın Ahmet Türk’ün anlatmak istediği açıklamayla detant bir ortam ve sürecin hedeflenmesidir. Zira Öcalan’ın talepleri ‘devleti zorlayacak’ türden olursa, bu çerçevede Türk halkını barışa giden yolda ikna etmek güçleşir. Nitekim daha bir hafta geçmeden bazı milliyetçi odakların yanı sıra ana muhalefet partileri giderek söylemini değiştiriyorlar. Herkes Kürt sorununun bir devlet sorunu olduğunu, siyaset üstü bir sorun olduğunu hatta iktidar partisi ve başbakanın niçin çözüm için adım atmadığını ve bu anlamda muhalefet yaptıklarına tanık olduk hep. Ancak adımlar silsilesinin ilk adımı atılmaya başlandığında adı geçen odaklar ve muhalefet partileri önce temkinli ardından keskin tavır koymaya başlıyorlar. Bunun PKK’nin Hakkari’deki son saldırısı da ekleyiverince at bakayım adımı barış adına. Buna ‘yol kazası’ diyorlar. Bu, külliyen yalan. Herkes süren bu savaştan nemalanıyor. Ne kazası, ne yolu. Benim bildiğim trafik kazaları sürücünün dengesini kaybetmesiyle meydana geliyor. Eğer bu ülkede siyasetçiler dengelerini kaybedecekse vay halimize.  

Neyse gelelim Kürt siyasetindeki zor kavramına. Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de bazı devrimci örgütler fikirlerini, amaçlarını kitlelere açıklamak amacıyla silahlı mücadele yöntemini benimsemiştir. PKK de bu örgütlerden biri olmuştur. PKK kuruluşunu şöyle formüle etmiştir:

“Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan”

Bunun için de propaganda yapmak amacıyla silahlı mücadeleyi benimsemiş ve uygulamıştır. Başka bir ifadeyle ‘Devrimci Zor’u tercih etmiştir. Hatta PKK Lideri Abdullah Öcalan bu anlayışını ‘Kürdistan’da Zorun Rolü’ adlı kitabında enine boyuna teorize etmiştir. Bu politik anlayışla olacaktır ki PKK, Kürt gençlerinden “gerilla” birlikleri yaratmış daha sonra deyimleriyle ‘ordulaşmış’lardır.

Devrimci teorisyenlere göre düzen, ezilenleri ve taleplerini bastırmak için askerini, polisini kullanarak ‘faşistçe’ davranır. Buna karşın ezilenler de örgütlenerek düzene taleplerini kabul ettirmek hatta iktidarı ele geçirmek adına ‘Devrimci Zoru’ kullanır. PKK yıllardır devrimci zor kavramından aldığı ilhamla Kürtlerin ulusal ve toplumsal hakları için savaştığını ileri sürer. PKK tarafından 1993 ve sonrasında denediği ‘ateşkes’ süreçleri netice vermedi. 1999’da Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesiyle yeni bir süreç başlıyordu. Zira Öcalan, İmralı Duruşmaları’nda ve daha sonra yaptığı açıklamalarla savaşı kafasında bitirdiğini ve savaşın bir çılgınlık olduğunu hatta yeterince savaşıldığını bundan sonrasının ise daha da anlamsız olacağını açıkladı. Bir ara PKK gerillaları Öcalan’ın talimatıyla Türkiye’yi terk ettikleri gerçekleşti ve yaklaşık olarak beş yıl çatışmasızlık hali yaşandı Türkiye’de.

Bu arada Öcalan, avukatları aracılığıyla İmralı’da yaptığı açıklamalarda süreç içerisinde Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Sosyalizm, Demokratik Ekolojik Toplum, Demokratik Komünalizm, Demokratik Konfederalizm ve Demokratik Özerklik kavramlarını yeniden kendi yorumlarıyla tartışmaya açtı ve bu kavramların aydınlar tarafından tartışılmasını istedi.

Demokratik Özerklik İçin Kürtler Ağır Bedel Ödedi

Kürt siyasetçileri en son Demokratik Özerklik’te karar kılıp bu modeli partilerinin kongresinde delegasyon kararı ile programa dönüştürdü. DTP’den BDP’ye Kürt siyaseti bu modeli iyiden iyiye tartıştı, sahiplendi hatta kitapçık olarak TBMM’de milletvekilleri tarafından dağıtıldı. Türk siyasetçilerinin ve Türk halkının Demokratik Özerkliği iyi bilmediğine kanaat getirilerek Kürt vekiller bu adımı attılar. Fakat bu modelin Kürt halkı tarafından yeterince bilinmeyişi ise bir ironiydi!  

Yıllardır BDP öncülüğünde politika yapan Kürtler, demokratik Özerklik için enerji sarf ettiler; sokaklarda yürüdüler, bedel ödediler. PKK de ‘Önderliği’nin bu modelini benimsemişti. Diyarbakır’da yapılan bir toplantı ile DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk yaptığı bir açıklama ile “Demokratik Özerkliği ilan ediyoruz.” demişti. Aynı gün PKK’liler 14 Temmuz 2011’de Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde askeri birliklere bir saldırı düzenlemişti. Özerklik ilanı ile bu eylemin aynı güne denk gelmesi ‘zorun rolü’nü bir kez daha gündeme getirmişti ve bu, devlet ve hükümet kanatlarında sert tepkilere neden olmuştu. Bundan sonrasında ‘devletin zoru’ devreye girdi. Operasyonlar dur durak bilmiyordu. PKK’liler ise karakol baskınları ile yollara döşediği mayınlarla eylemlerini sıklaştırıyordu. Hem askerler hem PKK’liler onlarca genç yaşamını yitiriyordu. Adeta bir bilek güreşi yaşanıyordu yaşadığımız coğrafyada.

Bütün bu çatışmalar ve kaybettiğimiz insanlar Kürtlerin Demokratik Özerkliği içindi. 2013’e varmadan Öcalan’la görüşme yolları arandı. Önce cezaevlerinde ölüm sınırına varan açlık grevlerinde Öcalan’ın etkililiği ölçüldü sanki. Bir yıldan fazladır avukatlarıyla görüşemeyen Abdullah Öcalan, kardeşi Mehmet Öcalan’la görüştü; kardeşiyle şu mesajı illetti: “Açlık grevini tereddütsüz ve koşulsuz bitirin.” Ve açlık grevleri sona erdi. Bu süreçte öne sürülen talepler buharlaştı gibi. Ama kamuoyu nezdinde Öcalan’ın liderliği, örgütünü ancak dağdan indirebilir anlayışı perçinlendi bir kez daha.

Tek Muhatap Öcalan: Özerklik istemiyorum

Öcalan’ın etkililiği ortaya çıkınca Başbakan Erdoğan, BDP’lilerle görüşmeyeceğini çünkü onların siyasi iradeleri ‘başkasının’ ipoteği altında olduğunu öne sürdü. Bunun yerine örgütün silahsızlandırılması için Öcalan’la devletin görüşebileceğini daha sonra net bir şekilde MİT Müsteşarı Hakan Fidan başkanlığında bir ekibin görüşmeler yaptığını açıkladı. Bu arada BDP’liler de Adalet Bakanlığı’na başvurarak Öcalan’la görüşmek istediklerini talep ettiler. Talepleri kabul görünce Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata İmralı’ya giderek iki saatten fazla Öcalan’la görüştüler. İmralı dönüşünden sonra Ahmet Türk basına verdiği demeçte “Öcalan’ın talepleri devleti zorlayacak talepler değil.” diyerek Adeta muhalefetin “Hükümet ne karşılığında Öcalan ile anlaştı?” kaygısını gideriyordu. Çok geçmeden ‘Özerklik olmasa da olur, yeni anayasada Kürt kelimesinin yer alması çok önemli değil’ şeklindeki basına sızan açıklaması Kürtler nezdinde hayal kırıklığı yaratırken milliyetçi ve muhafazakar çevrelerdekilerin yüreğine su serpiyordu!

Hak talepli Kürt siyasi hareketinin zorlamaları ‘devleti zorlamayacak talepler’ olarak nihayetlendi. Abdullah Öcalan, bu sürecin tek önderi ve muhatabının kendisi olduğunu, demokratik özerklik istemediğini ve anadille eğitim talebini de başka bir bahara ertelediğini basına yansıyan son yol haritasının içinde gözüküyor. Bundan sonra neyin üzerinde müzakere edilecek? Kürt siyaseti bunu merakla bekliyor.