Kültürel Çeşitlilik ve Gökkuşağı

Gökkuşağı, güneş ışınlarının yağmur damlalarında kırılması ve yansıması sonucu olaşan bir doğa olayıdır. Gökkuşağında kırmızı, sarı, turuncu, yeşil, mavi, lacivert ve mor olmak üzere yedi renk vardır. Bu “harika ötesi” olayın biz insanlara ilettiği mesaj ise “her renk hem kendi başına hem de diğer renklerle “birlikte” anlam kazandığıdır.
“Toplumsal-kültürel farklılaşmalar dönemi” ile birlikte, toplumlar arasında -doğal olarak- “farklılaşmalar” meydana gelmiştir. Toplumların, bireylerden meydana geldiği dolayısıyla bireylerin birbirinden farklılığı nedeniyle toplumların da farklı olması “sosyolojik” olarak doğal bir olgudur. Şöyle ki bazı toplumlarda farklı dil, inanç, kimlik, kültür ve dünya görüşlerine sahip bireyler bir arada yaşamaktadır. Toplum içerisinde yer alan bu farklı unsurlar, hoşgörü, empati, ötekine saygı çerçevesinde birlikte ve bir arada yaşayabilirler.
Toplum içerisinde farklı inanç, kimlik, kültür ve dil gibi öğelerin olması “kültürel çeşitlilik” ve “kültürel zenginlik” olarak değerlendirilmelidir. Toplumsal yapı içerisindeki bütün bu farklılıkların “barış” içerisinde bir arada yaşaması, demokratik kültürün toplum yaşamına egemen olmasıyla mümkündür. Bu açıdan bakıldığında çeşitli farklılıkların “hoşgörüsüzlük” sebebiyle toplumda kaosa yol açtığı unutulmamalıdır. Devlet olarak tanımlanan “yönetim mekanizması”, toplumsal yapı içerisinde yer alan bütün kimlik, inanç, dil ve kültürlere eşit mesafede yaklaşmak zorundadır. Çünkü bütün kimlikler, inançlar, diller ve kültürler birbirlerine eşittirler. Biri, diğerini hegemonyasına almaya çalıştığında “toplumsal barış” bozularak “kaos” ortamı oluşur. Bu bağlamda toplumsal barışın her şeyden önce “hoşgörü”ye bağlı olduğu ve farklılıkların bu hoşgörü sayesinde bir arada yaşama şansı bulduğunu tarihsel süreçten de anlamaktayız.
Bireyler, bilgi ve bilinç düzeyleri yükseldikçe sahip oldukları hak ve özgürlükleri genişletme ve arttırma eğilimindedirler. Bu haklı talep, devlet yönetimlerince “yasal çerçeve” ve diğer bireylerin hak ve özgürlükleri göz önünde bulundurularak karşılanır. Devlet, bu aşamada, bireyler arasındaki eşitliği ve dengeyi sağlamaya özen gösterir. Aksi durumda toplum içerisinde “çeşitli” faktörlerden kaynaklı “kutuplaşmalar” ve “sınıfsal katmanlar” ortaya çıkar. Örneğin bir kimlik kendini diğer kimliklerden “üstün” görebilir. Ya da bir inanç diğer inançları “yaşamsallık” açısından kendisinin izin verdiği kadar var olmalarına izin verebilir. Her iki durum da “eşitlik” kavramlarına aykırı olup “eşitsizlik” nedeniyle toplumda çatışma ve ötekileştirmenin ortaya çıkmasına sebep olması açısından dikkat edilmesi gereken bir durumdur.
Demokratik devlet yönetimleri, bireylerin sahip olduğu “temel hak ve özgürlükleri” kullanabilmeleri için gerekli “yasal düzenleme”leri yapmakla yükümlüdür. Bireyler de hak ve özgürlüklerini “yasal çerçeve” içerisinde kullanırlar. Bireyler, hak ve özgürlüklerini kullanırken diğer bireylerin özgürlük alanına dikkat etmek durumundadırlar. Aksi durumda devlet, bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak adına hak ihlallerinin önüne geçmek için “hukuki” olmak şartıyla “yasal yaptırım” uygular. Bu “yasal yaptırım”ın amacı her şeyden önce “kamu düzeni”ni sağlamaktır. Kamu düzenini sağlamanın yolu da hukuk kurallarını herkese eşit derecede uygulamakla mümkündür. Toplumun devlete ve devlet kurumlarına olan güven duygusunun zedelenmemesi, devletin bireylere eşit yaklaşmasıyla olur.
Günümüzde birçok devletin yaşadığı temel sorunlardan biri de “temsilde adalet” ilkesinin yaşama geçirilememesidir. Toplumsal unsurların, seçimler aracılığıyla “temsiliyet” kazandığı göz önüne alındığında “seçim barajı” nedeniyle parlamentoda “temsil hakkı” kazanamama nedeniyle “toplumsal unsurlar” arasında “temsilde adaletsizlik” oluşmaktadır. Çünkü demokrasi yönetiminin temel özelliği “çoğunluğun sözü geçer azınlığın hakları korunur” ilkesidir. Aksi durumda çoğunluğun söylediği toplumsal yaşama egemen oluyorsa ve azınlık durumunda kalan unsurların hakları korunmuyorsa ortaya çıkan yönetim şekli “demokrasi” değil “çoğunluğun diktatörlüğü” olur. Bu nedenle toplum içerisinde yer alan farklı inanç, kimlik ve kültürlerin yönetim mekanizmasına dahil edilerek “karar alma” süreçlerine “etkin katılım”ının sağlanması “toplumsal barış” ve “temel insani haklar” açısından oldukça önemlidir. Yönetim mekanizmasında “karar alma” sürecine dahil olan bütün “toplumsal kesimler” arasında eşitliğe dayanan bu “hukuki yapı”, “toplumsal uzlaşı” ve toplumsal barışın da temelini oluşturur.
Günümüzde “bilgi çağı” olarak nitelendirilen “sanayi sonrası dönem”de “birey” olgusu daha fazla ön plana çıkmıştır. Bireylerin kendi kimlik, inanç, dil ve kültür gibi farklılıkları hiçbir zaman “eşitsizlik” oluşturmamalıdır. Yönetim mekanizması, evrensel değerler göz önüne alınarak “yeniden” şekillenmekte ve “birey eksenli yönetim anlayışı” oluşmaktadır. “Toplumsal yapı” içerisinde yer alan “sivil” örgütlenmelerin başında gelen “siyasi partiler, sendikalar, dernek ve vakıf” gibi oluşumlar, bireylerin sahip oldukları hakları “koruma ve geliştirme” misyonuna sahip olduklarının bilincinde olmalı, “toplumsal uzlaşı” ve “toplumsal barış” için mücadele etmelidir. “Demokratik kitle örgütleri”, hak arayışlarını diğer bireylerin haklarına “saygı” çerçevesinde yürütmelidir. “Hak arayışı”, “haksızlık” meydana getirmemelidir.
Unutulmamalıdır ki bütün kimlik, inanç, dil ve kültürler, gökkuşağının her bir rengi gibi hem tek başına hem de diğer renklerle birlikte var olarak anlam ve bütünlük kazanır. Dolayısıyla “kültürel farklılık” ve “kültürel çeşitlilik”, toplum yaşamı ve demokrasi açısından “zenginlik” olarak değerlendirilmelidir.