Küdüs Mardin Hasankeyf ve Cizre
Kudüs’ün adını ve ihtişamını ilk olarak rahmetli babaannem Fatma’dan
duymuştum. Küçük bir çocuk iken bana her zaman Kudüs’ü anlatır ben de çocuk
aklım ile hayal etmeye çalışırdım. Resmini bile görmeden aşık olmuştum. Babaannem
1963 yılında karayolu ile hacca
gitmişti. İsrail Kudüs’ü 1967 yılında işgal etmeden önce Müslüman Hacılar ilk
önce Kudüs’e daha sonra Mekke ve Medine’ye gidiyordu. Kudüs’e hürmeten onu
görmeden Mekke ve Medine ziyaret edilmezdi. Maalesef 1967’den sonra ilk
kıblemiz olan Kudüs’e Müslümanlar bu niyet ile gidemedi…
Kudüs derken aklıma; Allah rahmet
eylesin Büyük Komutan Selahaddin Eyyübi gelir; kendi anlatımında da belirttiği
gibi. “Mardin Beyi Necmeddin El Gazi,
Hasankeyf Bey’i ve Cizre Bey’i birleşerek bana karşı savaştı. Daha sonra hükmüm
altına girdiler, Kudüs’ün fethinde bu üç
beyliğin büyük faydaları oldu demektedir.
Bu neden ile
Kudüs’e en çok sahip çıkması gereken Mardin Hasankeyf ve Cizre’dir. Zira Kudüs
fetih edildikten sonra, Beyliklerden Kudüs’ün Fetih’ine gidenlerin bir kısmı
geri dönmeyip Kudüs’te kalmayı tercih etti. Filistinliler Mardin Hasankeyf ve Cizrelilerin
torunları ve akrabalarıdır. Bizim torunlarımıza ve akrabalarımıza sahip
çıkmamız gerekmekte ve onların haklarını en üst perdeden savunmamız
gerekmektedir. Hali hazır durum bunu göstermemekte olup, bu konuda başı Mardin Hasankeyf ve Cizre çekmelidir. Bizlere unutturulmaya
çalışılsa bile ortada bir kan bağı ve akrabalık mevut olup, bun hiçe sayıp,
görmezden gelemeyiz. Kimse bunu bizden beklemesin.
Bizler İmparatorluk bakiyesiyiz. Kimileri bize
Kudüs’ten size ne? dese de bizim onları dinlememiz mümkün değil. Kudüs bizim ilk
kıblemiz, yadigarımız ve atalarımızın emanetidir. Kudüs’e ülke olarak sahip
çıkmakla beraber bu kardeşliği pekiştirmek için Mardin Hasankeyf ve Cizre’ye
çok iş düşmektedir diye düşünüyorum.
Sahi bizler
geçmişimizden, tarihimizden ve akrabalarımızdan neden koptuk? Şüphesiz ki harf
devrimi bizi geçmişimizden ve tarihimizden ve akrabalarımızdan koparmış ve
unutturulmaya çalışılmıştır ! 2. Dünya savaşı sonunda A.B.D. ile Japonya
arasında imzalanan barış anlaşmasının 2. Maddesi eğitim sistemini
değiştireceksin, şeklinde idi. Japonya eğitim sistemini değiştirdikten sonra
dış müdahalelere daha açık bir hale gelmiş ve Japonya alışık olmadığı bir
şekilde liman işçilerinin bağlı olduğu sendika grev kararı alarak greve gitmiş
ve ekonomiye ciddi zarar vermiştir. Japonya buna alışkın değildir. Zira Japon
Sendikacılığı yapıcı rolü ile dünya sendikacılığı açısından çok özel bir yere
sahiptir. İmparator Hiro Hito acilen özel sektör temsilcilerini acil olarak
gizli toplantıya çağırmış ve şu emri vermiştir. “Bildiğiniz üzere savaşta yenildik barış antlaşmasının 2.maddesine göre
eğitim sistemini değiştirmek zorundayız. Ancak gayri resmi olarak sizler eski
sisteme devam edin geçmişimiz ile kopukluk olmasın talimatını vermiştir.”
Böylelikle Japonya geçmişinden kopmadan gelişmesini sürdürmüştür.
Sakarya Üniversitesinde Yüksek Lisans
yaparken Lozan Barış Antlaşmasında harf devrimine ilişkin bir madde olup
olmadığını ısrarla aradık bulamadık ve beyin fırtınası sonunda şu sonuca vardık
ya gizli bir madde veya sözlü antlaşma şeklinde olabileceğine kanaat getirdik.
Devrim yaparken çok komik durumlara da düştük, şapka devrimi gibi şapka
takmayanları idam ettik. Şu anda şalvarlı bir adamı görürsek yadırgarız. Ama
Japonlar eski gelenek, yaşam biçimi ve kıyafetlerini asla ama asla yadırgamaz,
bilakis çok kıymet verirler. Ama en önemlisi harf devrimi idi. Üç kıtayı 6oo
yıl yöneten bir İmparatorluk arşivini Bulgaristan’a satma gafletinde bulunduk
ve eski yazıyı yasakladık. Japonlar ise ne kıyafet ve ne de harf devrimi yaptı,
geçmişinden kopmadan ve geçmişteki hatalarından da ders alarak dünyada söz
hakkı olan bir ülke haline geldi.
Bizler dil devrimini yaparak, en
önemlisi Osmanlıca bilenlerin kökünü kurttuk. Ortaokul yıllarında iken 1980
Askeri Darbesi yapılmıştı. Bir başçavuş Midyat Hükümet Konağında bulunan
Osmanlı İmparatorluğu zamanından aklan arşivi temizlik bahanesi ile toplayıp
dışarıda Hükümet Konağının bahçesinde yaktığına şahit oldum. Yangından birkaç
adet Osmanlı posta pulunu aldım, halen özenle saklıyorum…
Bu gün İran büyük devlet olarak
diplomasiyi en ince zarif ve kendi çıkarına uygun olarak uzun vadeli
kullanabiliyorsa, bunun nedeni harf devrimi yapılmamasıdır. İran’da okuma yazma
bilen her kes atalarının arşivini okuyabiliyor ve gereken dersleri
çıkarabiliyorken. Maalesef biz Osmanlıcayı üniversitelerde parmakla sayılacak
hocalara teslim ederek, üniversitelere hapis ettik.
Bir an önce geçmişimiz tarihimiz ve
akrabalarımız ile geçmişte olan tüm olumsuzlukları bir kenara bırakarak
imparatorluk bakiyesi olduğumuzun farkına vararak, geçmişimiz ile barışmalı ve
mensubu olduğumuz bu büyük aileyi kucaklamalıyız.
Unutmayın Kudüs fiziksel olarak uzak
ise de bizim için gönüllerimizin kutsal bir kenttir. Kudüs asla kaderine terk
edilemez. Biz kendimizi Türkiye Cumhuriyeti olarak görüp başımızı kuma
gömemeyiz, biz başımızı kuma gömsek dahi, yabancılar halen bizi Osmanlı
Bakiyesi olarak görmektedir. Adıyamanlıların güzel bir sözü var “Otu çek köküne
bak kök neyse ot odur.“ Dolayısı ile kim bize ne derse desin Türkiye
Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğunun asli mirasçısıdır. Bu şuur ile hareket
etmek istemesek bile konjonktür bizi oraya sürükler…