Kral Çıplak
Ünlü Danimarkalı yazar
H.C.Anderson’un bir öyküsünün başlığıdır, bu Kral Çıplak benzetmesi.
Dünyaca ünlü olan bu öyküyü herkes duymuş, okumuş, örnek göstermiş,
deyimlerde kullanmıştır. O nedenle öyküyü burada tekrarlamayacağım.
Ama kısaca olarak şunu söyleyeyim; Kral çıplak olduğu halde resmi bir
törene çıkmış ama etrafındakiler Kralın elbisesiyle ilgili kendisine
övgüler diziyorlarmış. Gerçeği bir türlü Kral’a söylemiyorlarmış! Yani
gerçekleri hem Kraldan hem de kendilerinden saklıyorlarmış. Netice de
Kralın çıplak olduğunu herkes biliyormuş ama bunu doğrudan söylemek
tabii ki herkesin kârı değilmiş… Dalkavuk olan gerçek görüşünü söyler mi
hiç?
Ben bilindiği gibi sık olarak Nusaybin yerel gündemiyle ilgili yazılar
yazıyorum. Görüşlerimi de lafı fazla dolandırmadan, şunu bunun etkisinde
de kalmadan, siyasi kaygılardan uzak yazmaya çalışıyorum.
Son yazdığım yazılarda Yerel sorunlar adı altında iki makale yayınlandı.
Yetmiş civarında yorum ve cevap yazıldı. Bizler de hemen hepsini,
yazara hakaret ve saldırı olmasına rağmen yayınladık. Çünkü fikir
özgürlüğü bunu gerektiriyor.
Bu yazılarda Belediye Eski Başkanı Mehmet Tanhan’ın hakkında aleni
olarak halk arasında söylenenleri ifade etmeye çalıştım. Bunun
ikiyüzlülük ve ahlaksızlık olduğunu yazdım. Eleştirilerin
zamanında yapılması gerektiğini hatırlattım, siyasi sorumlu kişilerin
salt arkasından konuşulmaması gerektiğini vurguladım, dostluğu rantla
bir tutan zihniyeti eleştirdim. vs, vs.
Ben yıllar önce de Mehmet Tanhan’ın Belediye Başkanı olduğu dönemde de
daha somut yazılar yazdım. Yanlış adımları eleştirdim, belediyedeki
şaibeli uygulamaları anlatmaya çalıştım. Mehmet Tanhan da ellindeki tüm
kozları bana karşı kullandı; tehdit, şantaj, karalama gibi yöntemlere
tevessül etti ama yazılarımdan dolayı da mahkemeye hiç başvurmadı.
Şimdi ise Mehmet Tanhan burada olmadığı bir dönemde, yani görevde
olmadığı bir dönemde avukat olan yeğeni Kamuran Tanhan aracılığıyla
benim yazılarıma cevap vermek için yargıya başvuruyor. Hayırdır
inşallah! Herkesin bu konuları açık olarak konuştuğu, savunduğu, dile
getirdiğini bildiği halde, mahkeme kararıyla kendi görüşlerini sitemizde
yayınlatıyor ve var olan bir gerçeği inkâr etmeye çalışıyor. Olacak iş
mi bu!?
Bizim görüşümüze göre mahkeme kararı yanlış olmasına rağmen, yargıya
saygımızdan dolayı bu karara bizler uyuyoruz. Yalınız hesabına geldiği
zaman yargıdan kaçan, hesabına da geldiği zaman yargıya başvuran
insanlara da ne ad veriliyor? Bu gayet belli değil midir?
Bana verilen cevap yazısını lütfen dikkatlice okuyun… Bizim temel
görüşümüz bu konuda şudur; burada mahkemenin müdahalesini gerektirecek
herhangi bir gerekçe yoktu…
Mehmet Tanhanın Avukatı ise şuradan buradan, hukuk elkitaplarından
öğrendiği bazı terimleri yan yana dizerek, konumuzla doğrudan ilgisi
olmayan iddiaları ileri sürüyor. Yazının ana temasını düzgün olarak
kavramamış olan Avukat Bey, burada dile getirilen değerleri algılamaktan
da yoksun bir biçimde, düşmanlık, saldırı, kişi hakları, nefret,
zihniyet, mesnetsiz, kanıt, itibar vb. gibi kavramları bağlamından
koparak, güya bana cevap yetiştirmek istemiştir. Durumdan vazife
çıkarmıştır elbette! Hâlbuki ben yazımda açık olarak diyorum ki
‘’Kalaycıda kaplar var siz ise diyorsunuz ki çarşıda atlar var!’’
Böyle alakasız cevap olur mu hiç?
Avukat Bey bunları ileri sürerken, aynı zamanda basın özgürlüğü, fikir
ve düşünce özgürlüğünde aynı bütünlük içinde değerlendirilmesi
gerektiğini de unutuyor galiba. Çünkü bu bütünlük hesabına gelmiyor
tabi! Ben Mehmet Tanhan ‘ın arkasında konuşanları eleştiriyorum, Avukat
Bey ise beni eleştiriyor! Dayısına Avukatlık yapmak hukuksal ve etik
açıdan ne kadar şık bir şey olabilir ki? Söz konusu düşünce ve mesajları
doğru kavramakta bir sorun mu var sanki! Kimin zihniyeti, kimin aklı
burada karmaşıktır? Kim kötü niyetlidir? Kim akraba siyaseti güdüyor? Bu
nasıl bir ruh halidir?
Bu bağlamda Müvekkili olan dayısına acaba Avukat Bey hangi borcu geriye
ödemeye çalışıyor ki? Bunu bilen zaten biliyor! Haberiniz olsun!
Ben bugüne kadar Belediye Eski Başkanı Mehmet Tanhanla iş yapan
müttehitlerden, arsa sahiplerinden, mühendislerden, esnaftan, yakın
siyasi çevresinden rant ve yolsuzluklarla ilgili çok şeyler dinledim.
Yüzlercesini diyeyim! Ama bunları yazılarımda somut olarak dile
getirmedim. Mehmet Tanhanın çarpık icraatıyla ilgili çok şeyler bildiğim
halde, bunları yazımlarımda ima bile etmedim. Bizler yazarız,
gazeteciyiz, aydınız ama savcı değiliz ki! Bu bağlamda sadece siyaset
ahlakı açısından oluşan sorunları dile getirmeye çalıştım…
Sözü ve özü bir olmayanları eleştirmeye çalıştım. Bugünde bunu yapıyorum.
Buna rağmen inkârcı bir tutum için de olanlara da anlatacaklarım var
elbette… Konulardan bir tanesini fazla ayrıntıya girmeden kısaca şöyle
anlatayım: Nusaybin’de halk arasında en çok koşulan konuların başında
elbette imar ve yapılanma sorunları var…
Bu bağlamda konuyu iyi bilenlerin konuştuğu somut bir imar problemi şöyledir. Malumunuz;
Mardin Yolu üzerinde, Demir Yolunun hemen Kuzeyinde başlayarak Barış
Petrole kadar uzanan ve ortalama olarak iki kilometrelik yol, Eski İmar
Planına göre 50 metre genişliğindeydi. Belediye Eski Başkanı Mehmet
Tanhan görev yaptığı on yıllık dönemde bu yolun Batısına düşen tüm tarım
arazilerini değişik nedenlerden dolayı imara açmadı. Arazi sahipleriyle
Mehmet Tanhan bir türlü anlaşamadılar. Hangi çıkarlar bu arazilerin
imara açılmasını engellediyse, nedenlerini iyi sorgulamamız gerekmez mi?
Nedenlerini de ancak olayların içinde olanlar tam olarak anlatabilirler…
Tüm duyduklarımızı elbette burada yazmayacağım… Ama ne hikmetse
Belediye Eski Başkanı Mehmet Tanhan bir daha seçilmeyeceğini bildiği
halde, belediyedeki görevi bitmeden kısa bir dönem önce, söz konusu olan
tarım arazilerini imara açtı. Neden? Yeni alanı imar açarken de,
yukarda dile getirmeye çalıştığım yol sorununu da garip bir biçimde
değiştirdi. 50 metrelik yolu, bir gece yarısı kararıyla 30 metreye
indirdi!
Etrafında dolaşan siyasilerden pek fazla aykırı bir ses de yükselmedi o zaman…
Şimdi de arkasında konuşuyorlar. Ben de zaten bu ikiyüzlülüğü dile
getirmeye çalıştım. Bu bağlamda herkesin sorması gereken, özellikle de
siyasilerin sorması gereken şu sorular olmalıydı; İmar Planında geniş
olan bir yol hangi imar yasalarına göre ve neden daraltılıyor ki? Hem de
Nusaybin gibi daracık sokakları ve yolları olan bir ilçede bu
değişikliğin sebebi nedir? Bu yol daraltmanın altında hangi çıkar
ilişkileri yatıyordu? Yapılan değişiklik kimlerin hanesine artı değer
olarak geçti?
Ortalama olarak iki kilometrelik güzergâhta 50 metreden 30 metreye inen
yol, ortalama olarak 40 dönüm arazı demektir. Rakamlar ortalama olmasına
rağmen sorulması gereken şudur; bu 40 dönümlük arazi, getiri olarak,
haksız rant olarak, yolsuzluk olarak kimlerin hanesine yazıldı? Kimler
bu değişiklikten yarar gördü? Nusaybin Belediyesinin bu konuda bir
yararı var mıydı? Bu sorulara cevap bulmak her vatandaşın hakkı değil
midir? Siyasi kurum ve belediyenin yeni yönetimi bu konuda ne yapmıştır
şimdiye kadar?
En basit bir hesapla bu arazi eski parayla otuz-kırk trilyonluk bir
getirisi vardır. Herhalde bu arazi buhar olup uçmadı ya! Bu
değişikliklerden Nusaybin’in yoksulları mı yararlandılar sanki?
Kadınları mı? Gençler mi? Yollarımız mı genişledi? Siyasi mücadelede
hayatını kaybeden ailelere yardımlar mı yapıldı? Şehit ailelerine sahip
mi çıkıldı? Siyasetin cefasını çekenler mi bu değişiklikten
yararlandılar sanki? Yoksa üniversitelerde okuyan yoksul gençlerimize mi
yardım yapıldı da bizler duymadık? Ya da şiddete maruz kalan kadınlara
evler mi inşa edildi? Burada Belediye Eski Başkanı kamusal yetkisini
kimlerden yana kullanmıştır? Eğer Nusaybin Belediyesinin bu
değişiklikler ve uygulamalardan bir yararı yoksa o zaman kesinlikle
gündeme getirmemiz gereken konu şudur; yetkisini kötüye kullanan bir
belediye başkanı var karşımızda! Bu yapılanında kanun ve siyasette bir
tanımı vardır.
Bu yazdığımız konunun sadece "le lesidir, bunun bir de lo losu vardır’’ elbette.
O da zamanı gelince gelecek…