KISA BİR SEYAHAT VE HATIRLATTIKLARI ÜZERİNE

KÖŞE YAZISI

Kitaba sığmayan onlarca anı ve bilgi kaynağıdır seyahat. Tam bir yıl sonra Hakkâri, Van, Erzurum, Artvin, Rize, Trabzon ve Kayseri illerini kapsayan bir geziye çıktık birkaç dostla… Çevre, tabiat, toplum, tarih ve kültüre dair ‘Yolname’ için zengin malzeme edindim.

Her bir ilin, coğrafyanın ve toplumun kendi özelinde sorunları, zaafları ve imkânları bulunabilir.

Belki son söyleyeceklerimi peşinen ifade edeyim; gördüğüm, görüştüğüm farklı şehirlerdeki insanların ortaklaştığı/ittifak ettiği husus, ülke genelinde bir heyecan ve motivasyon eksilmesinin olduğudur. Sivil Toplum Kuruluşları ve Gönüllü teşekküllerde bir geri çekilme ve daralma olduğu ayan-beyan ortada. Küçülen umutlara, büyüyen kaygılar eşlik ediyor adeta.

Gittiğimiz bütün illerde bizleri ağırlayan ve sohbet eden dostların ortak şikâyetleri, kaygıları ve sitemleri de bunu te’yid ediyor. O kadar ifade edilemeyen ama hissedilen duygu fırtınası var ki!

Ama buna rağmen Cahit Zarifoğlu’nun dediği gibi “umudumuz acımızdan büyük olmalı”…

*      *     *

Kayseri’de, Suriyelilere yönelik 30 Haziran 2024 gecesi başlayan ve ertesi güne kadar devam eden ırkçı ve ayırımcı şiddet eylemlerini konuştuk. Başta Mazlumder ve Memursen bileşenleri olmak üzere İslami hissiyata sahip Sivil Toplum mensupları olup bitenlerden dolayı hayli üzgün idiler.

İlerleyen yaşına rağmen oldukça gayretli olan Mazlumder şube başkanı Ahmet Taş, olayın anlaşılması için oldukça net konuştu: “Mardin’de 6-8 Ekim 2014’te yaşanan vandalizmin benzerini biz Kayseri olarak maalesef yaşadık”. Suriyelilere karşı kin ve nefret söyleminde bulunanlar, sosyal mecralarda da örgütlenerek ani, hızlı ve sert bir şekilde Suriyelilerin evlerine ve işyerlerine saldırdılar ve arabalarını da ateşe verdiler. Polislere dahi saldırarak tam bir Vandalizm sergilediler. Ama hamd olsun Kayserililer çoğunlukla bunlara katılmadı. Zaten bunu yapanların çoğu kriminal kaydı bulunan ve sicilleri bozuk tiplerdi.

Geniş ve kuşatıcı ortak çatı/değer yerine, dar ve dışta bırakan ulusçuluk ikame edildiği için, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyimiyle “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkanı vermiyor.”

Kayseri hala ne oldu, nasıl oldu sorusuna cevap bulamamanın şaşkınlığını yaşıyor. Bir daha tekerrür etmemesi için Hukuk, Adalet, Merhamet ve İnsan Onuru ekseninde sorunu oluşturan sebepler zincirini doğru ve dikkatli irdelemek gerekiyor. İlin resmi ve sivil dinamiklerinin ciddi sorumluluk almaları gerekiyor.

*         *         *

Boztepe, Trabzon merkezinde bulunan Karadeniz’e nazır tepe; serin ve yemyeşil. Buradan deniz ve şehir manzarası çok güzel temaşa edilebiliyor. Trabzon esnafının can damarını çoğunlukla körfez ülkelerinden gelen Arap turistler besliyor. Boztepe’deki açık kafede rengârenk kıyafetleri, bembeyaz entarileri ve çoğu tesettürlü kadınlarıyla şehre ayrı bir zenginlik katıyorlar. Güvenlik endişesi taşımadan Ağustos ayında Nisan serinliğinin keyfini çıkarıyorlar. Esnaf da bereketleniyor ve durumdan memnun. Özellikle Belediyelere ait mekânlar ve sosyal tesislerin hem fiyatları uygun, hem de güvenli ve nitelikli hizmet sunuyorlar.

Geçen yıla göre, kültürel çoğulculuk anlayışı, beraber yaşama iradesi ve alışkanlığının daha da içselleştirildiğini görmek sevindirici. Oysa geçen yılki gezi (Değiniler ve Gözlemler, mardinlife.com 07.09.2023) yazısında Uzungöl ve Ayder’de bazı esnafla ilgili, özellikle Arap turistlere karşı hem aşırı tamahkâr, hem de tahkirci tutum ve davranışlardan müşteki olunduğunu not etmiştim. Bu nedenle turistlerin oralardan imtina edip şehir merkezlerindeki tesislere yöneldiklerini öğreniyoruz.

Vaziyetin müspet yönde geliştiğini görmek ülkemiz ve halkımız adına sevindirici. Dışlayan, ötekileştiren, tahkir eden ve provoke eden bir dil ve davranış hem siyasi, sosyal ve iktisadi açıdan, hem de dini ve ahlaki açıdan aşılması gereken büyük bir sorundur. Bu konuda başta siyasiler olmak üzere, yerel yönetimlere, sivil topluma, Diyanet’e, Yargıya ve medyaya önemli sorumluluk düşüyor.

Trabzon’da Ayasofya camiinde buluştuk dostlarla. Burası 13. Yüzyılda Bizanslılar tarafından kilise olarak inşa edilmiş, Fatih döneminde de 15. Yüzyılda camiye tebdil edilmiştir.

Tavandaki freskler, resimler, boyamalar, işlemeler ve özellikle haç şeklindeki mimari inşasıyla her açıdan tam bir kilise olduğu ayan-beyan ortada duruyor. Kuzey-güney ve doğu batı yönünde iki koridorun oluşturduğu artı (+) şeklindeki yapısıyla klasik mescid formatına uymuyor.

Kars’ta on iki havari adına inşa edilmiş ve camiye çevrilen yapıda da benzer uyumsuzluk göze çarpıyor…

Trabzon, Kars, Erzurum, Bitlis, Van, Muş ve Hakkâri gibi illerimizde birinci dünya savaşından önce azımsanamayacak miktarda gayrimüslim nüfusu vardı; şimdi ise ne kayda değer bir mabedleri, ne de nüfusları kalmış.

Trabzon, Kars ve Erzurum’daki dostlarımızın bir kısmı, kiliselerin camiye dönüştürülmesini ve gayrimüslimlerden eser bırakılmamasını “ecdadımızın büyük hüneri” olarak takdim ediyorlar. Bu bir çeşit tarih, toplum ve din yorumudur.…

Mardin, Urfa, Diyarbakır, Hatay ve İstanbul gibi illerimizde ise büyük bir gayrimüslim nüfus azalması olsa da, büyük oranda manastır ve kiliseler varlığını sürdürüyor.

İslam Medeniyetinin çok dinli, çok dilli, çok kültürlü, hatta çok hukuklu bir karakterde olması nedeniyle, feth edilen beldelerde yaşayan gayrimüslimlerin can, mal, namus, mabed ve din emniyetlerinin güvence altına alındığı yaklaşımı esas alınmıştır.

Dolayısıyla Müslümanların egemenliği altında yaşayanlar, farklı inanç mensupları olsa da, dini ve kültürel özgürlükleri teminat altına alınır. Bu nedenle tarihi camiler gibi, tarihi manastır ve kiliseler de son yirmi yılda onarılarak gelecek nesillere emanet edilmiştir. Bu da farklı bir yaklaşım ve bakış açısını yansıtır.

93 harbinden sonra maalesef yenilmişlik ve kaybetmişlik duygusu ufkumuzun daralmasına ve özgüvenimizin zedelenmesine yol açtı. Ulusal güvenlik, işgal ve iç savaş korkusu da bu bakış açısını besleyen önemli etmenlerdendir.

Bu farklı iki bakış açısının kazandırdıkları ve kaybettirdikleri hususu derinlemesine bir tefekkür ve müzakereyi hak ettiği kanaatindeyim.

*          *         *

Doğu Karadeniz insanı açık tenli, sevecen ve enerjik… Laz, Gürcü, Hemşin ve Türk kökenli olanları var. Gürcistan sınır boylarındaki Türkiye topraklarında, Artvin’in Borçka ilçesine bağlı yeni adı Camili, eski adı Macahel merkezli altı Gürcü köyünü gezdik. Misafirperver ve tez canlıdırlar.

Sınırın öbür yakası Gürcistan sınırları içinde ise, on iki Gürcü-Müslüman köyü bulunuyor. Kültür ve coğrafya aynı… Tıpkı Suriye ve Irak hudut boylarındaki Kürtler ve Araplar gibi. Ya da, Bulgaristan ve Yunanistan sınırları içinde kalan Batı Trakya Türkleri ile sınırın Türkiye tarafında ikamet edenlerin ortak kültür, tarih ve inanç mensubiyetleri gibi.

Türkiye’nin en sık ormanlarına ve yağış miktarına sahip Doğu Karadeniz’in gördüğüm en otantik alanı Borçka-Karagöl ‘dür. Balta girmemiş ormanları, beton görmemiş toprakları ve sıcacık gönüllü insanlarıyla, yazın sıcağıyla kavrulan bizler için enfes bir serinlik ve huzur iklimi oluşturuyor.

Hakkâri’yi çevreleyen dik ve yüksek dağlara karşın, Hakkârili dostların ufuklarının geniş, bilinçlerinin derin ve çok yönlü ilgilerini takdire şayan gördüm.

“El’mekanu bil’mekini” derler; yani bir mekânın değeri orada bulunan insanlarla olur.

Değerli insanların, bulundukları coğrafyaya değer kattıklarına şahidiz.