Kimliğini kaybedip arayanlara

Hemen hemen bütün bilim dallarının ortak yargısıdır; insanın en meçhul varlık olduğu gerçeği. Karmaşık bir o kadar da girift ruhi ve kozmolojik bir yapıya sahip olan insan, nadide bir gizli hazine gibi asırlardır keşfetmeyi beklemektedir. Dün olduğu gibi bu günde çözümlemeyi ve dahası tanınmayı bekleyen en büyük varlık elbette insandır. Zira hayatın merkezidir insan. Ama esefle belirtmeliyiz ki, modern çağda teknolojik teraki sağlayan modern insan kendini tanımak açısından geçmiş asırlardaki ilkel insanlardan daha ileride değildir.
İslam dininin en temel farikalarından bir tanesi de Allahın halifesi insanın yaratılış felsefesine olan yaklaşımıdır. İnsanın yaratılış felsefesinde içinde semboller saklı yüzlerce muamma bulunmaktadır. Ancak bu rumuzları bilip çözmekle meçhul denilen varlık olan insanın kozmik ruh haritasının şifreleri çözülebilir.
İslam dini, insanı bir cesetteki iki ruh, bir kabuktaki iki badem timsali bir zıtlar topluluğu olarak görmekte ve her halükarda insanın birbirine zıt iki yönünü insana hatırlatmaktadır.
Bir tarafta ‘Salsalun kel-fahhar’ veya ‘Hemeun mesnun’ gibi değersiz bir maddeye sahipken diğer tarafta Allahın kendi kudret eliyle yaratıp kendi ruhundan bu çamura nefhi ruh üflemesi gibi yüce ve müstesna bir konuma da sahiptir. Bu münasebetle tek bir ruh ve bedenin çatısı altında insan bir zıtlar topluluğunu andırmaktadır. Yani insanın zati yapısının bir yönü kokuşmuş balçık iken diğer yönü ise kendisine üfürülmüş ilahi bir ruhtur. O halde insan iki boyutlu bir varlıktır. Bir boyutu oldukça düşük diğer boyutu ise oldukça yücedir. Baş yüzü içkin olana dönükken gönül gözü aşkın olana matuftur. Bir başka deyişle insan, maddesi olan toprak ile özü olan Allahın ruhu arasındaki yolu kat etmekte olan bir varlıktır.
İnsan kendisini yokluktan var eden yaratıcısından tamamen soyutlayarak kendini tanımaya kalkışsa hem haddini aşmış olur hem de ruhu bedeninin labirentleri altında ezilir gider. Sonunda tanrı tanımazlık girdabının serkeşliğinde hayatın tadını çıkarmaya yeltenen, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamayı düşünen insan nihayetinde hiç yamamış gibi geberir gider.
Göz bebekleri ile her şeyi görüp bir kendisini görmekten aciz olup bakışını ruhunun ve özünün derinliklerine çevirmeyen şaşkın kul kendi elleriyle sonsuz bir hayatı sınırlı bir yaşama feda ederek yarınları mahveder.
Bedeninin dışını imar etmekle kısıtlı ve sınırlı ömrünü tüketerek içinin manevi temellerini imar etmeyi ihmal edip kendi özüne zıt ruhsuz bir bedenin baskısı altında çöker gider.
Doğum kanının sınırlı bir hayat emaresi taşıdığına inanıp da ölüm kanının sermedi bir hayatın habercisi olduğuna inanamayanın hayatı, doğum kanıyla ölüm kanının bir birlerine karışacakları kadar yaşar.
İnsanı yönünü teşkil eden ruhundan ziyade hayvanı yönü olan nefsine meyil eden insan Allaha karşı tam kul olma başarısına sahip olamayacağından varlığa tutsak olmaya mahkum olur.
İnsan manevi tekamülde sahip olduğu şeyler nispetinde değil ihtiyaç duyduğu şeyler nispetinde insandır, ilkesini göz ardı eden insan birkaç günlük yaşamla benliğini kısıtlayıp kurtuluşun daimi acısını gün batımında derinden hissederek aslında bu dünyanın geçici ömrüyle tatmin olacak kadar sınırlı bir varlık olamadığının şamarını yer.
Ey meçhul varlık olan insan, sen bu kadar kısıtlı ve sınırlı bir ömre sığmayacak kadar büyüksün. Kendini küçük görsen de içinde tarifsiz dünyalar örülü bir muammasın. Ki itiraf etmesen de bu dünyanın bütün nimetlerinin seni tatmin etmediğini, hep başka bir şeye özlem duyduğunu, seni yeryüzünde halifemsin diyen Allahın bu kadarcık yaşaman için yaratmadığı, yaratmaması gerektiğini, dillendirmesen de hep hayal ediyorsun. Bazen bu ideallerini efsaneler üreterek, bazen olmamış şahsiyetler varmış gibi tahayyül ederek kendini tatmin etmeye çalışıyorsun.
Bu kısıtlı imkanların seni Allaha halife kılmaya yetmediği gibi, seni de varlıklar arasında en mümtaz varlık oluşun gerçeğini kabullendirmeye yetmemektedir.
Sen ey insan! Hammadden itibarıyla ne kadar içkinsen de özün itibarıyla o kadar ulvisin ki nefsin menzillerinde duraklamayla tatmin olmayacak kadar aşkın olana taliptir.
Bazen mutlu olmayı ve kendi kendine yetmeyi alemin dört temel unsuruna sarılmakta arasın. Bazen nefsani kötülükleri sembolize eden ateşin etrafında pervane olursun, nefsi emarenin kölesi olursun, bazen özünle barışmayan bedeninin yaptıklarından havanın kötü kokuları sildiği gibi nefsine levm edersin nefsi levvamenin kınayıcısı olursun, bazen iyi ile kötünün arasını ayıran su gibi nefsi mülhimenin yularına tutunursun nefsinden ruhuna doğru kanat çırparsın ve bazen de maddeden geçip özüne vakıf olmaya yeltenerek toprak olmaya çabalarsın. Evet nefsin hangi surette sana hükmetmeye kalkışsa o suretin eşiti olan unsur bedenen mahkumu olursun.
Her şeye rağmen, gerçek insani kimliğini aramaya ne dersin.