Kentimiz Kendimizdir

KÖŞE YAZISI

       Bir önceki yazımda mimarlara sitem etmiştim; ne olur ‘biz’e münasip meskenler inşa edin diye.

Bu konuda  ciddi ve değerli teorik birikimlerin olduğunu, endişelerin taşındığını biliyorum. Ancak pratik uygulamaların geciktiğini ve sorunun gittikçe karmaşıklaştığı da bir vakıa.

İdrak var, İnşa henüz yok!

Arazi arsaya, arsa binaya, bina daireye dönüşüyor; ama sükun bulacağımız meskenler bir türlü inşa olamıyor.

Evler binayı, binalar mahalleyi(!) mahalleler şehri(!) oluşturur.

Ve her şehir bir kimlik taşır. Her şehrin bir iddiası, bir meydan okuması, bir sözü olur.

Bizim şehrimizin iddiası nedir? Hangi sözü cezp ediyor şehrimizin?

Şehrin sözünü sözümüze, iddiasını iddiamıza yakın buluyor muyuz?

‘Benim şehrim’ diyebiliyor muyuz yaşadığımız yere?

Bulunduğumuz şehirde bir mülteci, bir sığınmacı, bir yabancılık, bir geçicilik duygusunu mu taşıyoruz; yoksa bir yurt, bir sahiplik, bir kalıcılık, bir aidiyet ve bağlılık duygusunu mu?

Bulunduğumuz mesken ve mekanda huzur ve sıcaklık mı, yoksa ızdırap ve hicran duygusunu mu taşıyoruz?

Bu hususta başta belediyeler olmak üzere, orada bulunan Sivil toplum Kuruluşları ve ilgililere sorumluluk düşmektedir.

Şehre karşı mesuliyet duygusu ve duyarlılık geliştikçe ve bunların sayısı arttıkça ‘şehrim’ denilebilir.

Şehir üstüne birkaç ima’da bulunan (Akşam Gazetesi 06 Mayıs 2012 ) Ahmet İnam; Üzerinde kafa yormadığımız mekan şehrimiz olamaz diyor ve devamla; ‘Aynı mekanda 'yurt tutan' dostların yaşadığı topluluğa şehir denir. Çünkü yurt tutamadığınız mekan ve yurt tutamadığınız şehir sizin değildir. Çağımızda metropoller var ve o metropollerin içerisinde yalnız, yapayalnız insanlar var. Onların çoğu, 'karnımın doyduğu her yer benim şehrimdir' diyorlar. Böyle bir bakış elbette çok hazin; çünkü sadece karın doyurmak için yaşadığımız bir yerin şehir olabilmesi, orada yaşayan insanların sadece bir tarafının tatmin edildiği, başka taraflarının tatmin edilmediği, dolayısıyla orada tam insanların değil de, yarım, belki çeyrek insanların yaşadığı bir yer olmasına yol açıyor.  Umutlarım, düşüncelerim, inançlarım, sevinçlerim, geçmişim, tarihim, kültürüm var…  Gittiğim bir şehir yalnızca karnımı doyurdu diye dilimin, sanatımın, inançlarımın yer almadığı bir yerde yaşıyor isem benim için şehir olamaz, çünkü yurt tutamam.
 Bizim şehirlerimizin en büyük problemi o şehirlerde bizim yurt tutamıyor oluşumuzdur. Çok iğreti oturuyoruz, iğreti apartmanlarda, kötü mimari yapısı içinde, incecik duvarları var, komşuda ne konuşuluyor duyuyorsun, ışık durumu, havalandırma durumu, yemek kokuları, karanlık bir ortam, dolayısıyla yaşamak çok zor olabiliyor.

Şehirde bulunmakla, yani mevcut olmakla yaşamak ayrı şeydir. Bir yerde mevcut olabilirim ama mevcut olduğum, bulunduğum yeri benimsemiyorsam, onun hakkında anlam dünyamda yer eden düşünceler, duygular yoksa, orada yaşamak bana yaşama sevinci vermiyorsa, hatta tersine orası beni rahatsız ediyorsa, orası nasıl benim şehrim olabilir ki!
Benim şehrim adresimin olduğu yer anlamında değildir. Adresim fiziksel adres olamaz; mana adresim de olmalı. Öyle bir yerde yaşamalıyım ki, orada kalbim de yaşamalı, orada şarkım, türküm, geçmişim, dilim, şiirlerim, sevincim,  üzüntüm de yaşamalı.

Yaşadığımız mekanlar bizi öldürüyor. Neden birçok insan cinnet geçiriyor? Neden birçok insanın ağır depresyon problemleri var?

Gerçi bizim 'Allah'a şükür' diyen bir tarafımız vardır ama içimizde o tatminsizlik, o ıstırap, o yetersizlik hep var. İnsanı insan yapan mekanıdır; mekan o kadar çok etkiliyor ki, yaşadığınız yer sizin karakterinizi nerdeyse belirliyor.
 Öyle bir yerde yaşadığınızı düşünün ki, penceremi bir açıyorum komşunun penceresini görüyorum veya pencereyi bir açıyorum karanlık bir yer, bir duvar, bir apartman boşluğu mesela; bunları görüyorum. İçimi hafakanlar basıyor mekanımda. İç dünyamı mahveden, umutlarımı, sevincimi, sevgimi, dostluk duygularımı alan bir yerde insan gibi insan olamam. Orada insan olarak çiçek açamam. Orada insan olarak başkalarına bir şey veremem. Orada sürekli kahır çeken bir varlık olurum.’

Kentimiz kendimizdir. Kendimizi kentimizde ne kadar huzurlu görmememizin yolu, kentimizi kendimize ne kadar yakın görmemizle alakalıdır.

Kentsel dönüşüm, şehre dair tarihi ve toplumsal hafızamızın tahribine yol açmamalı. Bazen bir taş, bir sokak, bir harabe şehrin kimlik ve iddiasına dair büyük bir bellek oluşturabilir. İmar adına iğfalda bulunmayalım şehre.

Kentimize sahip çıkmak kendimize; ‘Kendimize’ sahip çıkmak da ‘kentimize’ sahip çıkmaktır.